15 Temmuz’dan bu yana geçen son bir yılda OHAL ve KHK’lerin bedelini emekçilerin ödediği açıkça ortadadır. Üstelik iktidar da bunu gizlememekte, söylemleriyle emekçilere yönelik yapılan baskıları adeta itiraf etmektedir. Bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan OHAL’in grevleri ertelemek için kullanıldığını söylemiş ve her defasında bitirileceği söylenen olağanüstü halin neden uzatıldığını açıklamıştır.
AKP’nin Adalet Komisyonu’na sunduğu ve Cumhuriyet Halk Partisi olarak yoğun mücadele vererek karşı çıktığımız “Zorunlu Arabuluculuk” da iktidarın emekçilere dönük politikalarının en önemli örneklerinden biri olmuştur. İş mahkemeleri Kanun Tasarısı ile birçok konuda değişiklik yapılması önerilmektedir. Her ne kadar tasarının başlığı “İş Mahkemeleri Kanunu” olsa da hükümetin yasama süreçlerinde bir temel alışkanlığa dönüştürdüğü gibi, burada da klasik bir torba kanun örneğiyle karşı karşıyayız. Torba Kanun yöntemiyle, İş Mahkemeleri Kanunu’nun yanı sıra birçok yasada değişiklikler öngörülmekte ise de getirilen değişikliklerin en esaslı olanı arabuluculuk hususunda öngörülen düzenlemedir. Tasarı ile alternatif çözüm yollarından son dönemde hukukumuza gittikçe işlerliği artan arabuluculuk konusunda kapsamlı düzenlemeler yapılmaktadır. Düzenlemenin en çok tartışılan yanı, arabuluculuk kurumunun kanun, bireysel ve toplu iş sözleşmelerine tanınan işçi ve işveren alacağı ve tazminatı ile işe iade talebiyle açılan davalarda, arabulucuya başvurulmasının dava şartı haline getirilmesidir. Böylelikle sayılan dava türleri arasından arabuluculuk davanın açılmasından önce başvurulması gereken zorunlu alternatif bir çözüm yolu olarak düzenlenmektedir.
Öncelikle iş hukuku bir özel hukuk alanı değildir. Hükümet, zorunlu arabuluculuk ile bir kez daha işçi ve işveren arasındaki ilişkiyi liberal bir yaklaşımla toplumsal ve sosyal boyutundan soyutlayarak, bu ilişkiyi bireysel bir ilişkiye indirgemeye çalışmaktadır. Yine bu ortak değerlendirme işçinin işveren karşısında ekonomik ve sosyal olarak güçsüz olduğu, bu anlamda tarafların eşit durumda bulunmadığı tartışmasızdır. Dolayısıyla, arabuluculuğun zorunlu hale getirilmesi ile “zayıf” konumundaki işçi, durumuyla ölçülmeyecek derecede güçlü işveren karşısında arabulucu huzurunda bir anlaşma sürecine başvuruya zorlanmaktadır. Her ne kadar, başvuru sonrasında çözüm zorunlu olmasa da bu sürecin zayıf konumdaki işçi aleyhine işleyerek onun hak kayıplarıyla sonuçlanması kuvvetle muhtemeldir.
Hükümet, zorunlu arabuluculuk ile yargıda biriken iş yükünün azaltılmasını sebep gösterse de iş mahkemelerindeki mevcut dava yükünün esas sebepleri; kayıt dışı çalışma, taşeronlaşma, asgari ücretle çalışma, güvencesiz ve esnek çalışma, sendikalaşmanın yeterli düzeyde olmamasıdır. Açıktır ki, tasarı bu sebepleri ortadan kaldırmaktan uzaktır. Bu sebepler ortadan kaldırılmadan yargıdaki iş yükünün ortadan kalkması mümkün değildir. AKP yargının artan iş yükünü ve geciken adalet sorununu ortadan kaldırmak yerine bu sorunu da kimsesizlerin, çaresizlerin, örgütsüzlerin ve emekçilerin sırtından sorunları çözme tavrını sürdürmektedir.
Bu koşullar altında AKP’nin getirmekte ısrar ettiği zorunlu arabuluculuk ile emekçilerimiz açıkça pazarlık sürecine zorlanmaktadır. Gündelik ihtiyaçlarını ve yaşam hakkını hayata geçirmek, sürdürmek konusunda sıkıntı içinde olan işçilere OHAL koşulları altında pazarlık anlayışı içerisinde birtakım haklara razı edilme ve hakların büyük bir kısmından vazgeçme gerçeği dayatılmaktadır.
Arabuluculuk tasarısı ile toplumun en rahat gözden çıkarılan kesiminin işçiler olduğunun bir kez daha anlaşılmaktadır. Arabuluculuk kurumunda da temel yöntem olarak ihtiyariliğin esas alınıp sadece işçiler bakımından bunun zorunlu hâle getirilmesi, toplumun en rahat gözden çıkarılan kesiminin, en rahat üzerinde deney yapılacak kesiminin, rahatlıkla mağdur edilmesi göze alınabilecek kesiminin işçiler ve emekçiler olduğunu göstermektedir.
Nasıl ki işçinin pazarlık ortamında asgari ücretin altında bir ücretle çalıştırılması kabul edilemez ise, aynı işçinin bir ömürlük çalışmasının karşılığı olan kıdem ve işçilik alacakları ilgili bir pazarlık ortamının da zorunlu hale getirilmesi kabul edilebilir değildir.
Adalet Komisyonu’nda görüşülmesi tamamlanan “İş Mahkemeleri Kanun Tasarısı” önümüzdeki günlerde Genel Kurul’da tartışılacak. Cumhuriyet Halk Partisi olarak, grev hakları ellerinden alınan, güvencesiz ve esnek çalıştırılan, örgütlü yapısı parçalanmaya çalışılan emekçilerimizin zorunlu arabuluculuk ile “daha azı”na razı olmaması için gerekli mücadeleyi vermeye devam edeceğiz.
OHAL sürecinde en büyük mağduriyet ve tahribat çalışan kesim üzerinde gerçekleşmiş, sendikalar kapatılırken yüz binden fazla insan işlerinden edilmiştir. Dalgalar halinde emekçilerin hakları gasp eden düzenlemeler OHAL’in söylendiği gibi millete değil devlete karşı ilan edildiğinin aksine emekçilere karşı ilan edildiğini bir kez daha göstermektedir.