Çalışma hayatı ile ilgilenenler için bu sorunun cevabı kolaydır. Herhangi birinin yaptığı iş, işçi olup olmadığını anlamaya yetmektedir.
Karışıklığa daha çok, özel sektördeki beyaz yakalılar sebep oluyor. Kimi meslek ya da diplomalar, işçilikle anlamlandırılmaya kalkılınca, kişinin üretimdeki rolü göz ardı edilince doğuyor karışıklık. Başkası değil ama üretimdeki rollere göre görev üretmesi gerekenler, sorumluluk kademesindekiler, karar vericiler karıştırınca kötü.
Yıldırım Koç hocamız çok yazdı. “150 Soruda Türkiye’de İşçi Sınıfı, Sendikalar, Toplu İş Sözleşmesi Ve Grev” adlı kitapta bir kez daha yazdı. Şöyle diyor:
“İşçi sınıfı, bir başkasına ait işyerinde çalışan ve bir işverene işgücünü satarak aldığı ücretle yaşamını sürdüren insanların oluşturduğu toplumsal sınıftır. Bu işveren özel sektör de olabilir, kamu sektörü de. İşgücünü satan kişinin mesleği, vasıflılık düzeyi, bağlı bulunduğu hukuki statü ve diğer birçok etmen veya kişinin kendi toplumsal sınıfının bilincinde olup olmaması, onun toplumsal sınıfını değiştirmez.
Kamuda veya bir özel eğitim-öğretim kurumunda ücret karşılığı çalışan öğretmen, işçi sınıfındandır. Bu öğretmen yaşamını özel ders vererek sürdürüyorsa, küçük burjuvadır. Eğer bir özel dershane veya okul sahibiyse, işverendir. Kişinin mesleği aynıdır; üç ayrı durumda üç farklı toplumsal sınıfa mensuptur.” (150 Soruda Türkiye’de İşçi Sınıfı, Sendikalar, Toplu İş Sözleşmesi Ve Grev)
4857 Sayılı İş Yasasının 2. maddesi de işçiyi şöyle tarif ediyor: “Bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan gerçek kişiye işçi” denir.
HANGİ MESLEKLER KARIŞTIRILIYOR?
Sayın Koç’un sözünü ettiği karışıklığı biraz açalım. İlki, özel yasayla kurulmuş meslek odası bulunanlarda çıkıyor. Doktor, göz doktoru, çocuk doktoru, diş hekimi, eczacı, uzman doktor, veteriner, mühendis, mimar, mali müşavir, muhasebeci işçi midir?
Anlaması çok kolay… Üretimdeki rolüne bakmak gerek. Başkasına çalışıyorsa işçi, kendisine ait küçük bir işyeri varsa küçük burjuva, yanında işçi çalıştırıyorsa işverendir.
İkinci karışıklık, mesleğin yapılan iş ile eşitlenmesidir. Örneğin marangoz, matbaacı, seramikçi gibi tanımlar, işçi için de, işveren için de kullanılmaktadır. Kişi, Kütahya Seramik’te işveren vekili midir, orada işçi midir, anlamak için yaptığı işi bilmek lazımdır.
Üçüncü karışıklık, meslek odası olmayan, bir işkolu ile tanımlanan mesleklerdeki beyaz yakalılarda yaşanıyor. Örneğin “bankacı”, bankanın sahibini de, şube müdürünü, yani işveren vekilini de, gişedeki işçiyi de tanımlıyor. Oysa bakmak gerek. İşverene çalışan bankacı ise işçidir.
Dördüncü karışıklık, “yönetici asistanı”, “idari asistan” gibi, yöneteni, yöneticiyi çağrıştıran iş türlerinde yaşanmaktadır. Oysa bu iş türündeki çalışanlar, görevleri gereği yöneticiler için çalışmaktadırlar ve işçidirler. Sekreter de işçidir, idari asistan da, yönetici asistanı da. Sadece işini yaptığı kişinin statüsü yükselmiştir.
Beşinci karışıklık, “serbest meslek”tir. Oysa böyle bir meslek, iş tanımı ve işçilik yoktur. Düzenli bir işi ya da mesleği olmayanların, “her işi yaparım abi” yaklaşımının eseridir. Gerçekte de çoğu kişide böyledir. Bugün bu işte, bu meslek dalında çalışan biri, yarın başka bir meslek dalında çalışabilmektedir. Kendilerini üretimdeki rollerine göre tarif etmemiş olsalar da, her işi yapma potansiyeli taşıyanlar işçilerdir.
Altıncı karışıklık “işsiz” tanımındadır. İşveren olabilmenin yüklü miktarda sermayeye bağlı hale geldiği, sınıf atlama yollarının giderek kapatıldığı günümüzde, işsiz birinin gelecekte işveren olabilme ihtimali sıfıra yakındır. Dolayısıyla işsizleri, işgücünü satmaya hazır halde bekleyenler, yani potansiyel işçiler olarak anlamak lazımdır.
Ayrı bir mevzuatı olmasına rağmen, 657 sayılı yasaya tabi çalışanlar, sözleşmeli öğretmenler, “denetimli serbestlik” adıyla çalışanlar ve “ek ücretliler” de işçidir.
İşveren adına imza atan, karar veren, iş idaresi yürütenler, 657 sayılı yasaya, 4857 sayılı yasaya tabi olsalar da, işçi değil işveren vekilidirler, işçi statüsünde sayılmazlar.
Karıştırmamak dileğiyle…