Türkiye Covid 19 krizine, uzun süreli bir tarım krizinin sonunda yakalandı. Bunun yerel/ulusal nedenleri olduğu gibi, asıl olarak, kapitalizmin neoliberal dönüşümünün çevre ülkelere dayattığı yeni işbölümünün yarattığı etkiler belirleyici oldu. Sözü edilen yeni işbölümü, tarımsal hammadde üretimi boyutunda merkez ülkelere sermaye, çevre ülkelere ise emek mallarında üretici olma rolü biçiyor. Bu bağlamda özellikle tahıllar ve yağ bitkilerinde merkez ülkeler, yaş meyve ve sebze üretiminde ise çevre ülkeler “ihtisaslaşmakta.”
Diğer yandan, sınai kaydırmacılık ilkesi çerçevesinde merkez ülkeler tekstil, taşa toprağa dayalı sanayi (çimento, seramik vb.) ve gıda sanayi gibi katma değeri düşük, çevre kirletici özelliği yüksek, emek yoğun sanayi dallarını çevreye transfer etmekte, üretilen ürünleri meta zincirleri üzerinden son derece düşük bir fiyat düzeyi üzerinden ithal ederek toplumsal gereksinimlerini karşılayamıyor.
Bu düzenin bir sonucu olarak, Türkiye tarım/hayvancılık dış ticaretinde net ithalatçı, gıda ürünleri/içecekler dış ticaretinde ise net ihracatçı konumda.
2019 yılında tarım ve hayvancılık dış ticaretinde yaklaşık 4 milyar dolar açık, gıda ürünleri ve içecekler dış ticaretinde ise yine yaklaşık 7 milyar dolar fazla verildi. Bu iki sektörün birlikte değerlendirilmesi durumunda toplamda 3 milyar dolar düzeyinde bir dış ticaret fazlalığı görülmektedir ki, bu da yukarıda verilen teorik çerçeveye uygun bir eğilim.
Türkiye’nin, gıda ve yem sanayiinin ihtiyaç duyduğu hammadde üretiminde ithalata bağımlı ülke konumu, kendine yeterlilik oranları üzerinden net bir biçimde açığa çıkmaktadır; Arpa yüzde 89, çeltik yüzde 70, Mısır yüzde 88, kuru fasulye yüzde 82, kırmızı mercimek yüzde 77, nohut yüzde 92, ayçiçeği yüzde 80, kanola yüzde 27, pamuk yüzde 50, soya yüzde 6.
Yukarıda verilen kendine yeterlilik oranlan, Uzak Asya, Rusya ve çevresi ile başlayıp AB ve Amerika’ya yayılması olası görülen ihracat kısıtlamalarının Türkiye’de hangi sektörleri ne düzeyde etkileyeceğine ilişkin bazı öngörüler yapılmasını olanaklı kılıyor.
A) YEM SEKTÖRÜ DEĞERLENDİRMESİ
Yem sektörü, bir taraftan kanatlı/büyükbaş/küçükbaş hayvan ve balık yetiştiriciliği için gerekli olan yemin karşılanması, diğer taraftan bu ürünlere dayalı beslenme gereksinimi içinde olan toplumun gıda talebinin karşılanması açısından büyük önem taşıyor.
Türkiye’de yem sektörünün dış ticaret ve üretim verileri, sektörün mevcut durumu hakkında fikir vermesi yanında, virüs krizinden etkilenme derecesine ilişkin analizlerin yapılabilmesine de olanak tanıyor.
2019’da yem sektörü, 12,5 milyon tona yakın tarımsal hammadde ithal etti ve 730 bin ton soya fasulyesi küspesi, 1 milyon ton ayçiçeği tohumu küspesi ve 1,3 milyon ton nişasta kepeği dikkat çekiyor.
Yem sektörü, 2019 yılında 25 milyon tona yakın yem üretebilmek için 13 milyon ton ithalat yaptı. Bu durum, sektörün dışa bağımlılığının % 50’nin üzerinde olduğunu gösteriyor.
Türkiye 2019’da 19 milyon ton buğday üretmiş, buna ilaveten 9,8 milyon ton buğday ithal ederek (yaklaşık % 8o’i Rusya ve Ukrayna’dan) 2,3 milyar dolar ithalat faturası ödedi. Buna karşılık 66 bin 686 ton buğday ihraç etmiş ve bu ticaretten 27 bin 551 dolar gelir elde edildi.
Türkiye, buğdaydan üretilen işlenmiş maddelerde, önemli bir üretici ve ihracatçı ülkedir.
B) GIDA SEKTÖRÜ DEĞERLENDİRMESİ
Gıda sanayii, şüphesiz, çok geniş bir üretim deseni içinde toplumsal gereksinimleri karşılıyor. Ancak hem miktar hem de değer açısından en büyük pay, buğday ve buğdaydan üretilen işlenmiş ürünlere aittir. Bu bağlamda, sözü edilen ürünlerin üretim ve dış ticaret ilişkilerinin incelenmesi, gıda sektörünün mevcut durumu ve Covid 19 krizinden olası etkilenme biçimlerinin analizinde yararlı olacak.
SONUÇ VE GENEL DEĞERLENDİRME
Yukarıda da gösterildiği gibi, tarımsal hammadde açısından net ithalatçı olan Türkiye, özellikle gıda, yem ve yağ sanayiinin gereksinimi olan ürünler açısından dışa bağımlıdır. Buğday, arpa, mısır, pamuk, soya, ayçiçeği, çeltik, kuru fasulye, kırmızı mercimek ve nohut, Türkiye’nin açığı olan en temel ürünler olarak öne çıkmaktadır. Covid 19 öncesinde yüksek faturalarla ithal edilebilen bu ürünlerin, önümüzdeki dönemde, ortaya çıkan ve çıkacak ihracat kısıtlamaları çerçevesinde ithalatı zorlaşacak ve/veya olanaksız hale gelecektir.
Türkiye’nin, kısa vadede, acilen, bu temel ürünlerin üretimini ivmelendirecek önlemlere ihtiyacı vardır. Orta vadede ise, nüfus projeksiyonu ve tarıma dayalı sanayilerin talep projeksiyonuna bağlı bir planlı üretim artışına mutlaka gereksinim vardır. Bu ürünlerin baklagiller hariç tümü, sulu koşullarda ve yüksek tarım tekniği / girdisi kullanılarak üretilebilen ürünlerdir. Bu çerçevede, rasyonel kullanım düzeyi 5 milyon hektar düzeyinde olan sulu tarım alanlarında ekim olanağı açısından da dışa bağımlı olduğunu ortaya koyuyor.
Bu çerçevede ülke, yeni bir tarım devrimi dönemine girmek zorundadır. Bu dönemde başta sulama olmak üzere tarımsal altyapı yatırımlarına hız verilmeli, üretici rekabetçi fiyat baskısından uzaklaştırılarak, refah düzeyi de gözetilerek tarıma yönlendirilmeli, sektör genç çiftçiler için cazibe merkezi haline getirilerek yükselen çiftçi yaş ortalaması düşürülmelidir.
Bu çerçevenin içinin doldurulması, tarımsal desteklerin yeterli, etkin ve verimli tahsis ve kullanımını zorunlu kılmaktadır. Bunun yanında bir diğer zorunluluk, yıllardır sektör aleyhine gelişen iç ticaret hadlerinin tarım lehine çevrilmesi noktasında kendisini göstermektedir. Dışa bağımlı hale gelmiş ve kamunun düzenleyici rolü ortadan kalkmış olan tarımsal girdi piyasasının iç ticaret hadlerini tarım aleyhine büken işlevini değiştirmek, ancak radikal önlemlerle mümkündür.
Kriz dönemi, kamunun tarıma dönmesinin ve üretici tüketici doğa yararına yeni bir tarım ve gıda rejimi tesisinin zorunlu olduğunu tüm açıklığı ile göstermiştir. Bu zorunluluğun yaşama geçirilebilmesinin ancak değişen siyasi tercihlerle mümkün olabileceğini gözleyebileceğimiz bir dönem ise önümüzdedir.