Taksim’in 1 Mayıs’a açılması, 2010 Referandumu’nun hemen öncesine denk düşüyordu. İşçiler ve sendikalar yıllardır mücadele ederek yeniden kazanmıştı meydanı. Taksim’in 1 Mayıs meydanı olması için verilen mücadele o kadar meşruydu ki…
Taksim’in 1 Mayıs’a açılması, onurlu TEKEL direnişinin sadece günler sonrasına denk düşüyordu. TEKEL işçisi, haklı talep ve mücadelesiyle memleketin aklında ve vicdanında silinmez bir meşruiyet örmüştü.
Bu koşullarda, demokrasi adına bir hamle yapma iddiasındaki bir hükümetin, 1 Mayıs ve işçi mücadelesi etrafında örülen meşruiyeti görmezden gelmesi beklenemezdi.
AKP hükümeti Taksim’i 2010 yılında 1 Mayıs’a açmak zorunda kaldı. O dönem, Taksim’in açılmasını hükümetin iradesine bağlamaya çalışanlara bakmayın. İşçi sınıfı ve sınıf mücadelesinin siyasi temsilcilerinin dişiyle tırnağıyla kazandığı bir meydandır Taksim.
Bu kazanım, 1 Mayıs’ı sonraki yıllarda söz konusu meşruiyet çizgisinden milim geri atmadan ve aynı zamanda bir meydanı “fethetme” algısı yaratmadan örgütlemeyi gerektiriyordu. Evet, 2010 yılında ve sonraki birkaç yılda Taksim’de yapılan kitlesel mitingler, 1 Mayıs’ı gerçekten özgürleştirmişti!
1 Mayıs’ın işçi sınıfının tarihsel ve güncel anlamlarıyla kitlesel bir gövde gösterisi olarak kutlanmaya çalışılması ve o gün yapılacak eylemlerin bu amaca hizmet edecek bir doğrultuda örgütlenmesi kaçınılmazdı.
Hükümet ise son iki yıldır önce 1 Mayıs’ı tarihsel ve güncel anlamından koparmayı yani içeriksizleştirmeyi hedefledi. İşçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma gününü özellikle İstanbul için bir “alan tartışması”na sıkıştırmak işine geldi. Faşist yaftası yemek, sınıfa saldırı politikalarıyla siyasi hattını çizen bir iktidar için 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasını gayrimeşru ilan etmek için göze alınabilirdi. Üstelik bunu Gezi eylemleriyle halk başta Taksim olmak üzere ülkenin tüm meydanlarını kazanmışken yapıyordu.
Gezi eylemleri, emek mücadelesine ve sendikalara böylesi bir meşruiyeti kendiliğinden aşılayamazdı. Çünkü örgütsüz sendikalarla yolun sonuna gelindiği en fazla Gezi sürecinde ortaya çıktı. Gezi eylemleri sırasında işçinin örgütlü kimliğini o sürece katmayı başaramayanların, yaklaşık bir yıl sonra Gezi’nin meşruiyetini 1 Mayıs’ın Taksim’de örgütlenmesi için yapılacak çalışmalara taşıması asla düşünülemez. Bu nedenle Taksim yasağı konusunda hükümetin önceki yıllardan daha cüretli göründüğü not edilmelidir.
Şimdi hükümet, Taksim’e işaret eden sendikaları hedef tahtasına oturtarak, yandaş medyaya kurgu haberler servis ederek elini daha da güçlendirmeye çalışıyor. Gezici Anket Şirketi, işçinin 1 Mayıs’ta Taksim’e değil Yenikapı’ya gitmek istediği sonucuna ulaşan anket yapmayı akıl ediyor. Bir “tarihçi”, alışılmış 1 Mayıs 1977 saçmalamalarını yine ortalığa saçıyor. Çalışma Bakanı 1 Mayıs ile ilgili “Sendikaların ‘şu meydan bu meydan olsun’ demesi yerine çalışanların sorunlarını seslendirmesi gerektiği”ni söyleyebiliyor. İstanbul Valisi pişkin pişkin, Taksim’e çıkmakta ısrar edenlerin emekçi olmadığını açıklayabiliyor.
Öyle ki, 1 Mayıs haftasında hükümetten ülkeyi taşeron cumhuriyetine dönüştürecek düzenlemenin sinyalleri verilebiliyor. 657 Sayılı Yasa’da değişiklik yapılması ve kamuda esnek çalışmanın önünün açılması tartışılabiliyor. Özelleştirmeler, işçi eylemlerine karşın tam gaz sürdürülmek isteniyor.
1 Mayıs’ta Taksim yasağı ve sınıfa saldırı başlıklarında sergilenen bu cüret, emekçi halk nezdinde ve emekçilerin meydanlara kitlesel yürüyüşüyle geçersiz kılınmak zorundadır. Bu yürüyüşü boğmak isteyen ve İstanbul’da 1 Mayıs’ı kitlesizleştirmeye çalışan hükümetin hesabı boşa çıkarılmalıdır.
124 yıldır olduğu gibi… Yaşasın 1 Mayıs! Yaşasın işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü!