Emeğin Gücü, Emekçinin Yanındayız...
TEKGIDA-İŞ SENDİKASI
TEKGIDA-İŞ SENDİKASI
ATAKEY
FELDA IFFCO
PERFETTİ VAN MELLE
KRAFT HEİNZ
SAFE SPİCE
SAGRA
İZTARIM
DOĞANAY
KESKİNOĞLU
BARRY CALLEBAUT
BEL KARPER
Cargill
Doğadan
Tarım Kredi Birlik
Bolez Piliç
Badem Su
İzmir Su
Elmacık Atasu
Sek_Süt
Yudum_Yag
ORYANTAL TÜTÜN PAKETLEME
Olin_Yag
NuhunAnkaraMakarnasi
Nestle_Su
Pinar
Savola
Pepsi
Tuborg_Bira
Nestle cereals
Yepaş Ekmek
Yesaş
Mey
Nestle
Mauri_Maya
Lipton_Dosan
Mondelez
TtlTutun
TrakyaBirlik
Tat
Tamek
Sırma Su
Sunel
KristalYag
Knorr_Besan
Kent_Cadbury
Efes
ELİT Cikolata
Erikli_Su
Eti
Evyap
Ferrero
Filiz Makarna
Timtas
Kavaklıdere
ibb kent ekmek
Hayat Su
Haribo
Frito Lay
BAT
Barilla_Makarna
Banvit
Aroma
Ankara Fırınları
Akmina
Alpin Su
Bimbo QSR
Bolca Mantı
BUNGE YAĞ
Chipita Gıda Üretim A.Ş.
Coca Cola
Damla Su
Danone
Dr Oetker
Agthia
ATAKEY
FELDA IFFCO
PERFETTİ VAN MELLE
KRAFT HEİNZ
SAFE SPİCE
SAGRA
İZTARIM
DOĞANAY
KESKİNOĞLU
BARRY CALLEBAUT
BEL KARPER
Cargill
Doğadan
Tarım Kredi Birlik
Bolez Piliç
Badem Su
İzmir Su
Elmacık Atasu
Sek_Süt
Yudum_Yag
ORYANTAL TÜTÜN PAKETLEME
Olin_Yag
NuhunAnkaraMakarnasi
Nestle_Su
Pinar
Savola
Pepsi
Tuborg_Bira
Nestle cereals
Yepaş Ekmek
Yesaş
Mey
Nestle
Mauri_Maya
Lipton_Dosan
Mondelez
TtlTutun
TrakyaBirlik
Tat
Tamek
Sırma Su
Sunel
KristalYag
Knorr_Besan
Kent_Cadbury
Efes
ELİT Cikolata
Erikli_Su
Eti
Evyap
Ferrero
Filiz Makarna
Timtas
Kavaklıdere
ibb kent ekmek
Hayat Su
Haribo
Frito Lay
BAT
Barilla_Makarna
Banvit
Aroma
Ankara Fırınları
Akmina
Alpin Su
Bimbo QSR
Bolca Mantı
BUNGE YAĞ
Chipita Gıda Üretim A.Ş.
Coca Cola
Damla Su
Danone
Dr Oetker
Agthia
12 Şubat 2024
12 EYLÜL DARBESİ SONRASINDA İŞVEREN SENDİKACILIĞI (1980-1983)

12 Eylül 1980 Darbesi’nden 1983 yılı sonuna kadarki yıllar, Türkiye’nin toplumsal ve siyasal tarihi açısından büyük hak ihlalleriyle dolu kara sayfalardır.

12 EYLÜL DARBESİ SONRASINDA İŞVEREN SENDİKACILIĞI (1980-1983)

TEKGIDA-İŞ SENDİKA AKADEMİSİ

Bu dönemde TBMM feshedildi, siyasi partiler kapatıldı, sendikaların faaliyetleri durduruldu, demokratik hak ve özgürlükler ortadan kaldırıldı.

Bu dönemde, 650 bin kişi gözaltına alındı ve çeşitli biçimlerde işkenceden geçirildi; 1 milyon 683 bin kişi fişlendi; 230 bin kişi yargılandı; 7 bin kişi için idam cezası istendi; 517 kişiye idam cezası verildi. 18 sol görüşlü, 8 sağ görüşlü, 23 adli suçlu ve 1 Asala militanı asıldı: 98.404 kişi hakkında “örgüt üyesi oldukları” iddiasıyla dava açıldı. 388 bin kişiye pasaport verilmedi. 30 bin kişi “sakıncalı” oldukları iddiasıyla işlerinden çıkarıldı; 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı; 30 bin kişi “siyasi mülteci” olarak yurtdışına gitti; 300 kişi kuşkulu bir biçimde öldü. 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi; cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi; 144 kişi cezaevlerinde kuşkulu bir şekilde öldü, 14 kişi açlık grevinde öldü; 16 kişi “kaçarken” vuruldu; 95 kişi çatışmada öldü; 43 kişinin “intihar ettiği” bildirildi. (Cumhuriyet,12.9.2000)

Bu döneme damgasını vuran sözlerden biri, TİSK Başkanı Halit Narin’in “20 yıldır biz ağladık, onlar güldü” ifadesiydi.

TİSK Yönetim Kurulu 22 Şubat 1983 günü toplanarak çalışma yaşamına ilişkin yasa tasarılarını görüştü. TİSK Başkanı Halit Narin toplantıyı açarken yaptığı konuşmada şunları söyledi:

“İşçi kesimi 20 yıldır her düzenlemeden şikâyet etmiş ve hiçbir zaman tatmin olmamıştır. Oysa ülkemizi 12 Eylül’e getiren şartların arasında devamlı olarak tek taraflı bozulan ve işveren aleyhine değişen dengelerin büyük rol oynadığını inkâr etmek mümkün değildir. (…) Sendikalar devlete karşı olamazlar ve devletin karşısında yer alamazlar. Sendikaların devlete karşı bağımsızlığı savunulamaz. Her hak ve hürriyetin bir hududu olduğu gibi, sendikal hak ve hürriyetlerin de bir hududu olduğunu kabul etmek gerekir.” (TİSK İşveren, Şubat 1983, s.23; TİSK, Kamuoyunda TİSK, 25. Yıl, 1982-1987, Yay.No.89, Ankara, 1987;27)

Halit Narin, tasarıda grev hakkının kısıtlanmasına ilişkin bir soru üzerine şunları söyledi: “20 yıldır biz ağladık, onlar güldü. Dengenin bozulduğu bir ortamda 12 Eylül’e gelen olaylar yaşandı. Grev hakkı ekonomik ve milli sınırları aştığı takdirde sınırlandırılmalıdır. Sendikalar, yalnızca sendikal faaliyet içinde kalmalıdır.” (Cumhuriyet,23.2.1983)

TİSK, 12 Eylül 1980 Darbesi’nden kısa bir süre sonra çalışma mevzuatında yapılması gerekli değişiklikler konusunda görüşlerini açıkladı.

“TİSK önerileri arasında işçi ve işveren konfederasyonlarının birden fazla olmaması, sendikaların siyasi partilerle ilgi kurmalarının yasaklanması, işyerleri içinde çatışmalara neden olabilecek her türlü sendikal çalışmaların yasaklanması, check-off sisteminin kaldırılması bulunmakta ve işveren sendikalarına ödenen aidatın masraf olarak kabul edilmesi istenmektedir.” (Milliyet, 25.12.1980)

TİSK’in Çalışma İstatistikleri ve İşgücü Maliyeti yayınlarına göre, bu yıllarda TİSK’e bağlı işveren sendikalarında örgütlü işyeri sayısı ile bu işyerlerindeki işçi ve tüm personel sayıları aşağıda sunulmaktadır:

TİSK’İN 14. OLAĞAN GENEL KURULU

TİSK’in 14. Olağan Genel Kurulu 8 Nisan 1982 günü toplandı.

TİSK Başkanı Halit Narin, TİSK’in 14. Olağan Genel Kurulu açış konuşmasında aşağıdaki değerlendirmeleri yaptı:

“12 Eylül öncesinde devlet otoritesi ortadan kalkmış, devlet organları işlemez hale gelmiş, fikir ayrılıkları ideolojik çatışmalara dönmüş ve budur üzülerek gördük ki devleti ve milleti bir çöküş noktasına getirmiştir. Ekonomik ve sosyal hayatta darboğazlar artmış, enflasyon % 100’ün üzerine çıkarak vatandaş her geçen gün büyük geçim güçlükleri ile karşı karşıya kalmıştır. Bugün uygulanmakta olan ekonomik politikaların temelini teşkil eden 24 Ocak 1980 kararlarına takiben ekonomi yeniden canlandırılmış, yoksullar, kuyruklar ortadan kaldırılmış, üretim hızlandırılmaya başlanmış ve ekonomi tekrar canlılığa dönüştürülmüştür. 12 Eylül’den sonra 24 Ocak kararlarının da istikrarlı biçimde uygulanabilmesi imkân sağlanmıştır. Özellikle ideolojik amaçlarla girişilen kanuni ve kanun dışı grevler durdurulduğu için işletmeler huzurlu bir çalışma ortamına kavuşmuş ve bu ortam üretimde hissedilir bir artışın ilk nedeni olmuştur.“ (TİSK, Kamuoyunda TİSK, 25. Yıl, 1982-1987, Yay.No.89, Ankara, 1987;10-11)

TİSK’in 14. Olağan Genel Kurulu’na sunulan Çalışma Raporu’nda aşağıdaki değerlendirmeler yer alıyordu:

“Sunuş

“Genel Kurulumuzun kararı ile görev aldığımız bu dönemde yalnız ekonomimiz ve sosyal hayatımız açısından değil, Türk siyasi tarihi bakımından da büyük önem taşıyan olaylar ve günler yaşanmıştır. 1980 yılının Devlete, Rejime ve Hukuka yöneltilen anarşik hareketleri, can ve mal güvenliğini ortadan kaldırdığı gibi, insan hak ve hürriyetlerini de yok edecek boyutlara ulaşmıştır. Yasa dışı eylemler sosyal hayatımızı büyük çalkantılara itmiş, bozulan ekonomik durum ve hızla artan enflasyon herkesi büyük sıkıntılara maruz bırakmıştır.

“Uçurumun kenarına gelmiş Ülkemizi bu durumdan kurtarmak amacıyla Kahraman Türk Ordusu tarafından gerçekleştirilen 12 Eylül 1980 Harekâtı, Devletin bir sahibi bulunduğunu göstermiştir.” (TİSK, 14. Olağan Genel Kurul Çalışma Raporu, Ankara, Nisan 1982, Yay.No.62, Ankara, 1982;5)

“Devlete Sahip Çıkma: 12 Eylül 1980”

“12 Eylül 1980 tarihi kaderde, kıvançta ve tasada ortak bir Milletin, bölünmez bir bütün halinde milli şuur ve ülküler etrafında bir kere daha toplandığı ve Atatürk inkılaplarına bağlılığın şuuruna ta olarak sahip bulunduğunu ispat ettiği bir tarihtir.

“12 Eylül 1980 iç ve dış düşmanların bu ülkeyi parçalamaya, yok etmeye ve yabancı ellere teslim etmeye yönelmiş komplolarına karşı hürriyete, adalete ve fazilete aşık evlatlarının uyanık bekçiliğini ortaya koyduğu bir tarihtir.

“12 Eylül 1980, her zaman bağımsız yaşamış, hak ve hürriyetleri için savaşmış, Kahraman bir Milletin, Kahraman Ordusunun, vatan borcunu yerine getirdiği bir tarihtir.

“12 Eylül 1980 tarihi, bu Milletin ve bu Devletin yabancı ideolojilere teslim edilemeyeceğinin, Devletin bir sahibi bulunduğunun, iç ve dış düşmanlara bir kere daha ilan edildiği bir tarihtir.” (TİSK,1982;7)

“Bu dönemde Devlet otoritesinin tamamen ortadan kalktığını, Devlet organlarının işlemez hale geldiğini, din ve siyasi görüş farklılıklarının ideolojik sonuçlara ulaştığını esefle ve üzülerek gördük. Devlet ve Millet hayatındaki bu çöküş, ekonomik ve sosyal hayattaki sorunları da körükleyerek darboğazı hızlandırmış ve enflasyon oranını % 100’ün üzerine çıkartmıştır.

“Ekonomideki sıkıntılara ek olarak, ideolojik grevler ve iş yavaşlatmaları üretimi büyük ölçüde azaltmış, ihracat durmuş, döviz sıkıntısı karşılanamayacak ölçüde büyümüştür.

“İşte geçtiğimiz dönemin yaşanan bu ağır şartlarına Milletimizin Kahraman Ordusu tarihi bir görev üstlenerek 12 Eylül Harekâtı ile son vermiştir.

“Türk Ulusu, 12 Eylül 1980 günü geçmişin sosyal dertlerine son vermek, kardeş kanı dökülmesini önlemek ve yozlaşmış demokrasiye yeni bir ufuk çizmek için girişilen iyiniyetli bir harekatın başarı ile sonuçlandığını görmüştür.” (TİSK,1982;8)

“Cumhuriyeti korumak ve kollamakla yükümlü kılınmış Türk Silahlı Kuvvetlerinin 12 Eylül 1980 tarihinde emir ve komuta zinciri içinde sivil idareyi yeniden tesis etmek üzere yönetime el koyması Türk Siyasi tarihinde yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur.” (TİSK,1982;9)

TİSK’in Çalışma Raporu’na göre, 12 Eylül 1980 tarihinde Çalışma Bakanlığı kayıtlarına göre Türkiye’de 900 dolayında işçi sendikası, 17 federasyon ve 7 konfederasyon mevcuttu.

“Bu rakamlar memleketimizin ekonomik ve sosyal şartları içinde sendika enflasyonu şeklinde niteleyebileceğimiz bir görünüm yaratmaktadır. Böylesine hızlı ve sıhhatsiz artışın en önemli sebebi kolay sendikacılıktır. Sendikalar Kanunu’ndaki aidatın check-off (üyelik aidatının ücretlerden işverence kesilerek sendikaya ödenmesi) ile tahsil edilmesi, sendikacılığın gelir kaynağı olan bir meslek haline dönüşmesine ve dolayısı ile sendika adedinin her gün biraz daha artmasına yol açmakta, bu da sorumsuz sendikacılığın bir nedeni olmaktadır.

“Diğer taraftan, işçi sendikaları, bu kadar çok sayıda sendika arasında hayatiyetini muhafaza edebilmek için çeşitli siyasi partilerin görüş ve paraleline girmek suretiyle onların desteğini sağlamak istemiştir. Bu durum üst kuruluşlara ezcümle Konfederasyonlara da yansımıştır. Sendikalarda ve Konfederasyonlarda görülen bu siyasi görüş ayrılıkları bir yandan bölünmeye neden olmuş, diğer yandan sendikal rekabeti körükleyen bir başka unsuru oluşturmuştur.” (TİSK,1982;12)

“Bu şekildeki sorumsuz sendikacılığın en büyük nedenini kolay sendikacılık teşkil etmiştir. Hiçbir zahmete katlanmadan, hatta üyesini dahi tanımadan verdiği bir liste karşılığı üyelik aidatını işverene tahsil ettirerek büyük meblağlara sahip olmanın rahatlığını, sendika yöneticilerini üyeye hizmetten çok başka amaçlara ideolojilere hizmete yöneltmektedir. Nitekim bazı sendika ve üst kuruluşlarının siyasi partilerle ve derneklerle olan ilişkileri ile bunların sonuçları geçtiğimiz dönemin üzerinde önemli durulması gereken konularının başında gelmektedir.

“İşçi sendikalarının siyasi partilerle olan ilişkisi organik bir niteliğe bürünmüş, siyasi partilerin görüş ve paralelinde işçi sendikaları ve üst kuruluşları oluşturulmuştur. Bu bölünme ve çoğalma esasen var olan sendika enflasyonunu daha da artıran, rekabeti şiddetlendiren ve toplu iş sözleşmesi sistemini yozlaştıran, sendikalar arası yetki uyuşmazlıklarını had safhaya çıkaran bir sorumsuz sendikacılık olayı yaratmıştır.

“Öte yandan dernek olarak kurulan pek çok kuruluş da işçi sendikaları ile bütünleşerek sistemli bir şekilde politik ve ideolojik örgüt mücadelesine girişmişlerdir. Böylece işyerleri belirli ideolojilerin militanlarının bulunduğu ve yetiştirildiği kamplar haline getirilmeye çalışılmıştır. İdeolojik amaçların körüklediği sendikalar arası aşırı rekabet ateşli silahla saldırılara, işyerlerine patlayıcı maddeler atmaya dönüşmüş, mal ve can güvenliği her geçen gün biraz daha azalmıştır.” (TİSK,1982;13)

TİSK Çalışma Raporu’nda kıdem tazminatına tavan getirilmesi talep edildi. (TİSK,1982;14) TİSK’in çalışma yaşamına ilişkin diğer talepleri de aşağıdaki biçimde açıklanıyordu:

“Yaklaşımda Temel Değişiklik İhtiyacı”

“Geçmişte işveren-işçi ilişkilerine yaklaşımda daima işçilerin himayeye muhtaç olduğu görüşünün hakim olduğu bilinen bir gerçektir. Artık işçinin ezildiği, istismar edildiği iddialarının gerçersizliği ortadadır. İşçilerin bugün ulaştığı seviye memurlara sağlanan imkanların çok çok üstündedir. Bunun yanında 3 milyona yakın işsizin varlığı düşünülürse Ülkemizde çalışan işçilerin mutlu bir azınlık teşkil ettiği söylenebilir. Bu durumu geçmiş tecrübeler ışığında artık savunmak mümkün değildir. Bu sebeple sosyal sorunlara yaklaşırken işçi lehine yorum kriteri terk edilmeli ve ülke yararı gözetilmelidir.” (TİSK,1982;19)

“Tazminatlı işçi çıkarma ve toplu işçi çıkarma konusunda işverenlere tanınan yasal hakların kaldırılması veya kısıtlanması bazı çevrelerde savunulmaktadır. Fevkalade önem taşıyan ve kamu ve özel sektörde istihdam şişkinliği yaratan bu konunun ülkemiz şartları açısından ve Dünya uygulamaları itibariyle incelenmesinde yarar görmekteyiz.” (TİSK,1982;22-26)

“Ferdi İş İlişkilerini Düzenleyen Yasalarda Yapılması Gereken Değişiklikler

“Geçmiş acı tecrübelerin ışığında sosyal sorunlarımıza yeni bir bakış açısından yaklaşmak gereğine yukarıda işaret edilmişti. Bu cümleden olarak ferdi iş ilişkilerini düzenleyen yasalarda da bu anlayış içerisinde değişiklikler yapılması gereği açıktır.

“İş Kanunu’nda Yapılması Gereken Değişiklikler

“1475 sayılı İş Kanunu’nda değiştirilmesini gerekli gördüğümüz müesseselere başlıkları itibariyle aşağıda yer verilmiştir.

“Ücret Batılı anlayışa kavuşturulmalıdır. Bu amaçla:

“Ücretin çalışma karşılığı olmasından hareketle, çalışma yapılmayan günler ve süreler için ücret ödenmesine imkân verilmemelidir. Bu itibarla halen çalışma yapılmadan ödenen hafta tatili ücreti ile bayram ve genel tatil günlerine ait ücretler çalışılan günler ücretlerine ilave edilmeli ve bundan sonra da ayrıca çalışılmayan bu günler için herhangi bir ödeme yapılmamalıdır.

“Toplu sözleşmelerde yer alan ücret ekleri ile sosyal yardımların ya tamamı ücrete dahil edilmeli ve bundan sonra da ücret dışında munzam ödemelere izin verilmemeli veya bunlar kanunla sınırlandırılarak ücretin belli bir yüzdesine aşmasına imkân tanınmamalıdır.

“Asgari ücretin tespiti yeni esaslara bağlanmalıdır. Mevcut sistemin barem cetvelini bozarak Devlet Bütçesine büyük yükler getirdiği göz önünde tutularak en düşük devlet memuru aylığının işçiler için de asgari ücret kabul edilmesi sağlanmalıdır.

“Kıdem tazminatı pazarlık konusu olmaktan çıkarılmalı ve Türk ekonomisinin taşıyabileceği boyutlarda yeniden düzenlenmelidir. Bu amaçla:

“Kıdem tazminatı, her hizmet yılı için 30 günlük ücret olarak ödenmeli, buna aykırı sözleşme hükümlerinin geçersiz olduğu ve yeni sözleşmelerle artırılamayacağı kabul edilmelidir.

“Kıdem tazminatının hesabında yalnız çıplak ücretin esas alınacağı yan ödemelerin hesaplamaya dahil edilemeyeceği hükme bağlanmalıdır.

“Kıdem tazminatının ödenmesinde tavan hükmü muhafaza edilmeli ve beher hizmet yılı için öngörülen tavan en yüksek devlet memuruna ödenen emekli ikramiyesinin bir yıla isabet eden miktarını aşmayacak şekilde yeniden tespit edilmelidir.

“Kıdem tazminatı sadece yaşlılık (emeklilik), maluliyet, ölüm ve toptan ödeme hallerinde ödenmelidir.

“Kıdem tazminatları, yukarıdaki esasları benimseyen kanunla kurulacak bir fondan karşılanmalıdır.

“İşçi-memur ayırımı kesin şekilde çözülmelidir.

“Sakat ve eski hükümlü çalıştırma, konunun amacına uygun bir şekilde ayrı bir mevzuat içinde düzenlenmeli, İş Kanunu’ndan doğan bir zorunluluk olmaktan çıkarılmalıdır.

“Kapıcıların ve hizmet sektöründe çalışma ve çalıştırma şartları özel bir kanunda düzenlenmeli veya bu konuda özel bir tüzüğün çıkarılması İş Kanunu’nda öngörülmelidir.

“Yasa dışı olay, verim düşürme, direniş gibi haller İş Kanunu’nda da müeyyidelendirilmelidir.

“Enerji ve özellikle elektrik kısıntılarının bir süre daha devam edeceği göz önünde tutularak, işyerlerinde mesai saatleri ve işgünleri ile tatil zamanlarını ve günlerini düzenleyebilme yetkisi yasal yoldan sağlanmalıdır.

“Diğer Kanunlarda Yapılması Gereken Değişiklikler

“Ferdi iş ilişkilerini düzenleyen Kanun sadece İş Kanunu değildir. Bunun yanında Deniz İş Kanunu ile Basın İş Kanunu da yer almaktadır. Bu nedenle bu Kanunlarda da İş Kanunu için önerdiğimiz istikamette değişikliklerin yapılması gerekli görülmektedir.

“Kollektif İş İlişkilerini Düzenleyen Yasalarda Yapılması Gereken Değişiklikler

“Kollektif iş ilişkilerini düzenleyen yasalarda yapılması gereken değişikliklere ilişkin görüşlerimiz aşağıda sunulmaktadır:

“Sendikalar Kanunu’na İlişkin Görüşlerimiz

“Sendikalar Kanunu’nda yapılmasını gerekli gördüğümüz ve öteden beri savunduğumuz temel değişiklikler başlıkları itibariyle şunlardır:

“Sendikalara üye olmak ve üyelikten istifa etmek noter kanalı ile olmalı, bu işlemler noter masrafı dışında her çeşit vergi, resim ve harçtan muaf tutulmalıdır. Ayrıca sendikaların bütün defterleri noterden tasdikli bulunmalıdır.

“Aynı anda birden fazla sendikaya üyelik yasaklanmalıdır.

“Sendikalar Türkiye çapında faaliyet göstermek amacıyla kurulmalı ve kuruluşuna ilişkin temel ilkeler ile Anatüzüklerinde yer alacak hususlar kanunda gösterilmelidir.

“Check-off sistemi kaldırılmalı ve toplu sözleşmelerle kabulü yasaklanmalıdır.

“Sendikaların idari ve mali dış denetimi her yıl sağlanmalı ve bu denetimin nasıl yapılacağı ve hangi hususları kapsayacağı bir tüzükle tespit edilmelidir. İdari denetimlerde sendikaların yapacakları eğitim çalışmalarına ayrı önem verilerek mesleki eğitime yönelik olması sağlanmalıdır.

“Sendikaların siyasi partilerle aşağıdaki şekilde ilgi kurmaları yasaklanmalı, böyle bir organik ilgi halinde kapatılmalıdır.

“Sendikalar siyasi partilerden maddi yardım kabul edememeli ve onlara hiçbir şekilde maddi yardımda bulunamamalıdır.

“Sendikaların siyasi partileri desteklemeleri veya onlara karşı tutum içine girmeleri önlenmelidir.

“Sendikaların siyasi partilerin toplantı, miting veya yürüyüşlerine katılmalarına izin verilmemelidir.

“Siyasi parti adı altında sendika kurulamamalıdır.

“Sendikaların Başkanları ile Yönetim, Denetim ve Disiplin Kurulu üyelerinin siyasi partilerin yönetim organlarında görev almaları yasaklanmalı, böyle bir üyelik halinde sendikalardaki görevleri otomatikman son ermelidir.

“Sendikalarla derneklerin birbirlerine mali yardımda bulunmaları önlenmelidir.

“Sendikaların siyasi ve ideolojik maksatlı toplantı, miting ve yürüyüş tertiplemeleri veya bunlara katılmaları yasaklanmalıdır.

“İşyerlerinde her çeşit sendikal faaliyet yasaklanmalıdır.

“Sendikalar yasa dışı olayları önleyici tedbir almaya mecbur olmalı, bu tedbiri almayan sendikalar kendi üyelerinin sebebiyet verdiği yasa dışı olaylardan dolayı kamuya ve zarara uğrayan işverenlere karşı mali ve hukuki bakımdan üyeleri ile birlikte müteselsil sorumlu kılınmalı, cezai sorumluluk taşımalıdır.

“Sendika temsilciliği müessesesi yeniden düzenlenmeli, sendikalar her işyerinde en çok iki temsilci tayin edebilmeli, sendika temsilcileri işyerinde asgari üç yıllık kıdemi bulunan işçiler arasından seçilebilmeli, sendika temsilcilerine işçi haklarından fazla ve farklı hak tanınmamalı ve irtibat görevi dışında başka görev verilmemelidir.

“İşverenlerin işveren sendikalarına ödedikleri aidat masraf kabul edilmelidir.

“Sendika genel kurullarının teşekkülü, çalışması ve organlarının seçimi konuları işveren ve işçi sendikalarının ayrı özellikleri dikkate alınarak düzenlenmelidir.

“İşkolları sayısı azaltılmalı, gerçeklere ve ihtiyaca uygun şekilde düzenlenmelidir.

“Sendikalar Kanunu’ndaki ceza hükümleri artırılmalıdır.

“Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu’na İlişkin Görüşlerimiz

“Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu’nda yapılmasını gerekli gördüğümüz temel değişiklikler başlıkları itibariyle şunlardır:

“İşçi sendikaları o işkolunda çalışan sigortalı işçi sayısının belirli bir oranını temsil etmedikçe toplu sözleşmeyi yapmaya ehil olamamalıdır.

“Bu ehliyete sahip sendika çalışan işçilerin % 50 + 1’ini temsil ettiği işyerleri için toplu iş sözleşmesi çağrısında bulunabilmelidir.

“Toplu iş sözleşmeleri yalnız işçi sendikaları ile işveren sendikalarında yapılan bir akit olmalıdır.

“Tek sözleşme prensibi kabul edilmeli ve tercihan grup sözleşmelerine gidilmesi sağlanmalıdır.

“Tek bilanço ile ve tek genel kurulla çalışan banka ve sigorta şirketleri, tüm şubeleri ile birlikte tek işyeri sayılarak tek toplu iş sözleşmesine muhatap olmalıdır.

“Toplu sözleşme çağrıları işverene noter kanalı ile yapılmalıdır.

“Toplu sözleşme çağrısının yetkinin kesinleştiği tarihten itibaren belli bir süre içinde yapılması, toplu sözleşme teklifini verebilme süresinin belirlenmesi ve toplu iş sözleşmelerinin makul bir süre içinde sonuçlandırılması prensibi kabul edilmelidir.

“Yapılmış toplu iş sözleşmesinin işkolunun yarıdan fazlasını kapsaması halinde Bakanlar Kurulunca teşmil edilmesi ve toplu iş sözleşmesinin uygulandığı işyerlerinde çalışan sendikası işçilerin (kapsam dışı personel hariç) dayanışma aidatı ödeyerek yararlandırılması müesseselerine gerekli ıslahat yoluyla işlerlik kazandırılmalıdır.

“Grev ve lokavt yasakları genişletilmelidir.

“Grev ve lokavtın ertelenme sebepleri genişletilmeli, kamu düzenine, kamu yararına ve genel ekonomik yararlara aykırı noktaya geldiğinde Bakanlar kurulu tarafından ertelenebilmelidir. Erteleme, grev başlamadan da yapılabilmelidir.

“Ertelenen grevlerle ilgili toplu iş sözleşmeleri, Yüksek Hakem Kurulu tarafından kesin olarak karara bağlanmalıdır. Yüksek Hakem Kurulu, Maliye ve Sanayi Bakanlıkları temsilcilerinin de asil üye olarak katılacağı bir tertibe kavuşturulmalıdır.

“Hak ihtilaflarında grev yapma imkânı olmamalıdır.

“Menfaat grevleri mahkemelerce ihtiyati tedbir yoluyla durdurulmalıdır.

“Grev ve lokavt kararlarının belirli bir süre içinde uygulanması zorunlu olmalı, bu süre geçtikten sonra bu hak kullanılamamalıdır. Grevin başlama tarihi işverene önceden bildirilmelidir.

“Grev uygulamasından önce ‘grev oylaması’ zorunlu olmalı ve işçinin % 50 + 1’inin ‘evet’ demesi şartı aranmalıdır.

“Ayrıca, başlamış grevlerden muayyen bir süre geçtikten sonra ‘grev yoklaması’ müessesesi getirilmelidir.

“Kanunsuz grev ve yasa dışı sendikal davranışlar için yeni müeyyideler getirilmelidir.

“Uzlaştırma Kurulları sistemi kaldırılmalı, bunun yerine arabuluculuk müessesesi geliştirilerek ihtilafın sonuna kadar görev yapmaları sağlanmalıdır.

“İşveren ve işçi konfederasyonlarına ‘temel sözleşme’ yapma yetkisi tanınmalıdır.

“Ayrıca, Konfederasyonların anlaştıkları takdirde yapılmış toplu iş sözleşmelerini teşmil edebilmeleri mümkün kılınmalıdır.” (TİSK,1982;26-30)

İŞ GÜVENCESİ KANUN TASARILARI: BAHİR ERSOY TASARISI

1979 ve 1982/1983 yıllarında çalışma yaşamında önemli konulardan biri, yürürlükte bulunan 1475 sayılı İş Kanunu’nda işçi lehine bazı değişiklikler yapılarak, iş güvencesinin sağlanmasıydı.

İş güvencesi konusunda kapsamlı ilk girişim, daha 158 sayılı ILO Sözleşmesinin Uluslararası Çalışma Konferansı’nda kabul edilmesinden önce, Bahir Ersoy’un Çalışma Bakanlığı döneminde, 1979 yılı ortalarında yapıldı. Bu taslakta iş güvencesi ile kıdem tazminatı birlikte değerlendirilmişti (Çalışma Bakanlığı, “1475 Sayılı İş Kanunu’nun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bazı Maddelerin Eklenmesine İlişkin Yasa Taslağı,” Çalışma Dergisi, Yasa Tasarı ve Taslakları Özel Sayısı (1978-1979), Ankara, 1979, s. 33-46). Bu yasa taslağında 1475 sayılı İş Yasasının 13. maddesi ikinci bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmesi öngörülüyordu:

“II. İşçinin haksız feshe karşı korunması

“Süresi belirli olmayan hizmet sözleşmesi ile çalıştırılan işçilerin hizmet sözleşmeleri işveren tarafından I inci bende göre ancak işyeri gereklerine göre işçinin işine devamını olanaksız kılan geçerli nedenlerin bulunması halinde feshedilebilir.

“Ancak, işçinin aynı işyerinin başka bir kısmında veya aynı işletmeye bağlı başka bir işlerinde çalıştırılması olanağı varsa yahut işçinin değişik iş şartları ile çalışmaya devam etmesi olanaklı ise ve işçi de bunu kabul ederse, fesih haksız sayılır.

“İşveren hizmet sözleşmesi feshedilecek işçinin seçiminde yaş, işyerindeki kıdem, medeni hal, çocuk sayısı ve ailenin geçinme olanakları gibi sosyal durumu dikkate almak zorundadır. Aksi halde fesih haksız sayılır.

“İşveren tarafından yapılacak feshe ilişkin bildirimin yazılı olması ve bildirimde fesih nedeninin belirtilmesi zorunludur.”

Taslakta, işçinin sosyal durumunun göz önünde bulundurulması gerektiğine ilişkin hüküm, önemli bir düzenlemeydi.

Taslağa göre, işçi, fesih bildiriminin yapıldığı tarihten itibaren bir ay içinde iş mahkemesine başvurabiliyordu. İş mahkemesi en geç iki ay içinde kararını verecekti. İşçi, dilerse, iş mahkemesi yerine Bölge Çalışma Müdürlüğüne de başvurabiliyordu. Bu durumda Bölge Çalışma Müdürlüğü, gerekli incelemeyi yaparak, başvuruyu sonuçlandırabiliyordu. Feshin haklı nedenle yapıldığını ispat yükümlülüğü işverene, işçinin seçiminde sosyal durumun dikkate alınmadığını ispat yükümlülüğü de işçiye aitti.

Haksız feshin sonuçları ise şöyle düzenlenmişti: “Mahkemece, feshin II nci bentte öngörülen nedenlere bağlı olarak yapılmadığı tespit edildiğinde fesih, bildirimin yapıldığı tarihten itibaren geçersiz sayılır ve işçinin çalıştırılmadığı süre içerisinde doğmuş bulunan ücret ve diğer haklar ödenerek işe iade edilir.”

Tazminat ödenmesi ise şu şekilde düzenleniyordu: “Mahkemece, taraflardan birinin isteği üzerine işçi ve işveren açısından hizmet sözleşmesinin devamının katlanılamayacak duruma gelmiş olmasına karar verilmesi halinde, işe iade yerine işçinin bir yıllık ücret tutarından az olmamak üzere tazminata hükmedilir. Bu halde mahkeme kararı, geçerli nedenlerle yapılmış feshin sonuçlarını doğurur.”

Yasa taslağı, toplu işçi çıkarmalarda, ön izin öngörüyordu:

“İşveren, işyeri gerekleri sonucu topluca veya dört haftalık süre içinde aralıklı olarak ondan az olmamak üzere işyerindeki işçi sayısının onda biri veya daha fazla işçiyi işten çıkarmak istediğinde, durumu işçileri işten çıkarmadan en az bir ay önce, nedeni ile birlikte ilgili Bölge Çalışma Müdürlüğüne yazılı olarak bildirmek ve izin almak zorundadır.

“Bölge Çalışma Müdürlüğünce işverenin ileri sürdüğü nedenin varlığı incelenmek suretiyle başvurma tarihinden itibaren bir ay içinde işten çıkarmaya izin verilir veya izin isteği reddedilir.”

İşçi haklarını koruma açısından bu hüküm de, çok az Avrupa ülkesinde görülen ileri bir düzenlemeydi.

İşverenin ve işçilerin, Bölge Çalışma Müdürlüğünün kararına itiraz hakkı vardı. Bu durumda kararı iş mahkemesi veriyordu.

Çalışma Bakanlığı tarafından 1979 yılında hazırlanan taslakta 1475 sayılı Yasanın 13. ve 24. maddelerinde işçi lehine yapılan önemli düzenlemelerin yanı sıra, 14. maddesinde de işçi aleyhinde bir düzenleme getiriliyor ve kıdem tazminatının “sosyal güvenlik bakımından bağlı oldukları kurum ve sandıklardan yaşlılık, emeklilik, malullük aylığı bağlananlar veya toptan ödeme yapılanlar ile, aylık bağlanmadan veya toptan ödeme yapılmadan ölen işçilerin hak sahiplerine” ödenmesi öngörülüyordu. Aynı maddeye göre, İş ve İşçi Bulma Kurumu bünyesinde bir işçi kıdem tazminatı fonu kurulacaktı. Kıdem tazminatı fonuna işverenlerce yatırılacak prim oranı birinci yıl için işçinin aylık toplam gelirinin yüzde 10’u olacaktı.

158 sayılı ILO Sözleşmesi öncesine ilişkin bu önemli taslak, yasalaşamadı.

12 EYLÜL DARBESİ SONRASINDA İŞÇİ ÇIKARMA YASAĞI

İş güvencesi alanında uygulamada en önemli adım, 12 Eylül sonrasında Milli Güvenlik Konseyi tarafından atıldı. Konsey, 14 Eylül 1980 tarihinde yayınladığı bildiriyle, grevlerin ertelendiği işyerlerinde işçi çıkarılmasına kısıtlama getirdi : “Grev ve lokavtı ertelenen işyerlerinde; erteleme süresince işçinin kendi isteği, ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ile sağlık sebepleri dışındaki herhangi bir nedenle işçi işten çıkarılmayacaktır.”

Bu düzenleme, bazı yorumlarla, tüm işyerlerini kapsar hale sokuldu ve 14 Eylül 1980’den 1983 yılı sonuna ve sıkıyönetim uygulanan illerde de 1984 yılı Ekim ayına kadar sürdürüldü. 158 sayılı ILO Sözleşmesinden çok daha işçi lehine düzenlemeler içeren bu uygulamayı ihlal eden işveren ve işveren vekillerinden hapis cezası ile cezalandırılarak hapis yatanlar oldu. Askeri yönetim, 1402 sayılı Sıkıyönetim Yasasının verdiği yetkiye dayanarak çok sayıda işçiyi ve memuru işten atarken, siyasi açıdan sakıncalı görmediği işçilere önemli bir koruma sağladı.

İŞ GÜVENCESİ KANUN TASARILARI: PROF.DR.TURHAN ESENER’İN TASARISI

1982 yılının son günlerinde, Prof.Dr.Turhan Esener’in Çalışma Bakanlığı döneminde, iş güvencesi sağlamaya yönelik önemli bir tasarı hazırlandı (1475 Sayılı İş Kanunu’nun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bir Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı, 15.12.1982, Ankara, 1982, çoğaltma). 158 sayılı ILO Sözleşmesi’nin Uluslararası Çalışma Konferansı’nda kabul edilmesinin hemen ardından hazırlanan ve hazırlanmasında bu metinden yararlanıldığı gözlenebilen bu tasarı, hizmet akdinin feshinde “yeterli sebep” arıyordu. İlgili düzenlemede, 1475 sayılı Yasanın 13. maddesi B bendinin aşağıdaki biçimde değiştirilmesi öngörülüyordu:

“İşveren yazılı fesih beyanında, dayandığı yeterli fesih sebebini göstermek zorundadır.

“İşçi, fesih beyanında sebep gösterilmediğini veya gösterilen sebebin yeterli olmadığını ileri sürerek iş mahkemesinden feshin geçersizliğine karar verilmesini isteyebilir. Bu istem, fesih beyanının tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde yapılmazsa, müracaat hakkı düşer. İşçinin feshe dayalı olan ve olmayan diğer hakları saklıdır.

“Feshin yeterli sebebe dayandığını ispat yükümü işverene aittir.

“Yeterli sebep, işçinin kişisel durumuna veya davranışına dayanabileceği gibi işyeri gereklerine de dayanabilir.

“Aşağıdaki durumlar, fesih için yeterli sebep teşkil edemez:

a.İşçinin sendikaya üye olması veya olmaması,

b.İşçinin, iş saatleri ve işyeri dışında veya işverenin muvafakati ile iş saatleri içinde işçi teşekküllerinin faaliyetlerine katılması,

c.İşçinin işçi teşekkülünü veya işçileri temsil etmesi,

d.İşçinin kötü niyetli olmadan işveren aleyhine şikâyette bulunması, dava açması, kanuni mercilere başvurması,

e.İşçinin ırkı, rengi, cinsiyeti, mali durumu, aile yükümlülükleri, dini, siyasi düşüncesi,

f.İşçinin gebeliği veya gebelik ve doğum sebebiyle kanuni süreyi altı haftayı aşmayan bir sürede işe gelmemesi,

g.İşçinin, kaza veya hastalık sebebiyle oniki haftadan az süre işe devam edememesi.”

Tasarı, daha sonraki bentlerde, yeterli bir sebebe dayanmadan yapılan feshin sonuçlarını ele alıyordu:

“C) Feshin yeterli bir sebebe dayanmaması halinde hakim, fesih beyanının geçersizliğine karar verir.

“Hakim geçersizlik kararında, işverenin işçiye iş vermemesi veya işçinin kendi arzusu ile işe dönmemesi halinde işverenin ödeyeceği tazminatın miktarını belirtir. Kesinleşen kararın tebliğinden itibaren altı işgünü içinde işyerine başvurmayan işçi tazminatı seçmiş sayılır.

“Hükmedilecek tazminat işçinin işten çıkarıldığı tarihten itibaren mahrum kaldığı mali haklarla, karar tarihinden itibaren yeni bir iş bulması için geçeceği düşünülen süreye ilişkin haklarının tutarına eşit olacaktır. Tazminatın tutarından, işçinin başka bir işte çalışarak kazandığı veya kazanmaktan kasten kaçındığı miktar indirilir.

D) Fesih sebebi yeterli olmakla beraber önellere uyulmamışsa, işçinin uyulmayan önele ilişkin tüm mali haklarının ödenmesi gerekir.

E) Feshin (B) bendinin 5’inci fıkrasında sayılan sebeplere dayandığının tespiti halinde ( C) bendine göre hükmedilecek tazminat üç katına çıkarılır. Herhalde bu tazminat, işçinin bir yıllık ücretinden az olamaz.”

Yasa tasarısının 5. maddesinin ilk biçiminde İş Yasasının kıdem tazminatına ilişkin 14. maddesinin değiştirilmesi öngörülmüşken, son anda bu bölüm taslaktan çıkarılmıştı.

Tasarıda, İş Yasasının 24. maddesi değiştirilerek, toplu işten çıkarmalarda Bölge Çalışma Müdürlüğünün izni öngörülüyordu:

“Bir defada veya aralıklarla da olsa bir ay içinde, bir işyerinde çalışan işçilerin ondan az olmamak üzere en az onda birinin işten çıkarılması, toplu işçi çıkarma sayılır.

“Toplu işçi çıkarma, Bölge Çalışma Müdürlüğünün iznine bağlıdır.

“Toplu işçi çıkarma; ekonomik, teknik, yapısal ve bunlara benzer bir işyeri gereğine dayanmak zorundadır.

“İşyerinin kapatılmasında bu bent hükmü uygulanmaz.”

Tasarıya göre, toplu işçi çıkarmak isteyen işveren en az bir ay önceden gerekli başvuruda bulunacaktı. Bölge Çalışma Müdürlüğünün toplu işçi çıkarma kararı; bölge çalışma müdürü başkanlığında bir iş müfettişi, İş ve İşçi Bulma Kurumunun bir temsilcisi ile bir işçi ve bir işveren temsilcisinden oluşan bir komisyon tarafından verilecekti. Komisyonunun kararına işçi ve işverenlerin iş mahkemesine itiraz hakkı vardı.

Bu tasarı da yasalaşamadı.

TİSK’İN OLAĞANÜSTÜ GENEL KURULU

TİSK genel kurulu, 2821 sayılı Sendikalar Kanununun kabulünden sonra, anatüzüğünü bu kanuna uygun hale getirmek üzere, 8 Eylül 1983 tarihinde Ankara Sanayi Odası’nda olağanüstü olarak toplandı.

Genel Kurul’da açış konuşmasını yapan TİSK Başkanı Halit Narin şunları söyledi:

“Milletimizin, büyük ilgi ve teveccühü ile kabul edilmiş bulunan 1982 Anayasası çalışma hayatımıza yeni bir bakış açısı getirmiş ve bu açıya uygun düzenlemeleri kanunlara bırakmıştır. 1982 Anayasası çalışma hayatında kavga yerine barışı tercih etmiş, işçi ve işverenler arasındaki anlaşmazlıkların memleket ekonomisine uygun biçimde çözümlenmesi görüşünü ön planda tutmuştur.” (TİSK İşveren, Eylül 1983, s.33)

Olağanüstü genel kurulda TİSK’in Anatüzük’ü değiştirildi. Anatüzük’te örgütün “Amaç” maddesi aşağıdaki biçimde düzenlendi:

“Konfederasyonun amacı, işverenlerin ve Konfederasyona üye işveren sendikalarının çalışma ilişkilerinden doğan ortak ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini mevzuat çerçevesinde korumak ve geliştirmek; aralarında karşılıklı yardımlaşmalarını sağlamak; çalışma barışının sağlanması ve devam ettirilmesi için başta Atatürk ilkeleri olmak üzere Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün, milli egemenliğin, Cumhuriyetin, milli güvenliğin, kamu düzeninin ve kamu yararının korunması temel ilkelerine sadık salarak demokratik esaslar dahilinde faaliyet göstermek ve çalışma ilişkilerinde işverenleri yurt içinde ve yurt dışında temsil etmektir.”

TİSK’İN 15. OLAĞAN GENEL KURULU, ARALIK 1983

TİSK’in 15. Olağan Genel Kurulu 1983 yılı Aralık ayında toplandı.

Genel Kurul’a sunulan Çalışma Raporu’nda “Yönetim Kurulu’nun Sunuşu” bölümünde aşağıdaki değerlendirme yer alıyordu:

“Türk siyasi tarihinde olduğu kadar sosyal ve ekonomik alanlarda da önemli düzenlemelerin yapıldığı bu dönem, çalışma hayatımız açısından barışın yaşandığı, ekonomik hayatımız bakımından ciddi bir istikrar politikasının uygulanmasına gayret gösterildiği bir devre olmuştur.

“Şüphesiz bu dönemin en önemli olayı 1982 Anayasasıdır. Bu Anayasa pek çok konuda olduğu gibi çalışma hayatımızla ilgili olarak da farklı bir anlayış getirmiş, iş aleminde uzun süreli barışı sağlayacak ilkelere yer vermiştir. 1982 Anayasasında temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılmasını önleyici prensipler de öngörülmüştür.” (TİSK, 15. Olağan Genel Kurul Çalışma Raporu, Ankara, Aralık 1983, Yay.No.74, Ankara, 1983;5)

“12 Eylül 1980 Cumhuriyeti Koruma ve Kollama Harekatı, başta anarşi olmak üzere pek çok yasa dışı gelişmeyi önlemiş ve belli ölçüde ekonomiye istikrar kazandırmıştır. Geçtiğimiz dönemin ülkeyi bölmeye kadar götürebilecek aşırı davranışları hemen hemen tamamen ortadan kalkmış, Türk Milleti özlenen barışın sağlanmasından büyük mutluluk duymuştur. (…)

“Şüphesiz sosyal barışın önemli unsurlarından birini de çalışma barışı teşkil etmektedir. Konfederasyonumuz, 12 Eylül 1980 tarihinden önce Ülkemizde görülen kanunsuz grev, iş yavaşlatılması, boykot ve işgal gibi yasa dışı hareketlere karşı devamlı ve azimli bir mücadele vermiş, buna karşılık, işveren camiası tarafından kanunlara tam bir riayet gösterilmesi için titizlikle davranmıştır. 12 Eylül 1980 tarihinden sonra Konfederasyonumuz yıllardır biriken tecrübelerine dayanarak Ülkemizde devamlı bir çalışma barışının kurulmasına temel oluşturacak görüşlerini, yeni Anayasa hakkında Milli Güvenlik Konseyi’ne sunduğu mütalaasında bütün gerekçeleri ve çözüm yolları ile belirttiği gibi, Sendikalar Kanunu ile Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu’nun değiştirilmesi esnasında da aynen tekrarlamış ve savunmuştur.” (TİSK,1983;7)

Çalışma Raporu’nda yeni Anayasa konusunda aşağıdaki değerlendirme yapılıyordu:

“YENİ ANAYASAMIZ

“Yeni Anayasamız özellikle sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler bölümünde çalışma hayatımızı ilgilendiren çok önemli düzenlemeler getirmiştir. Bu düzenlemeler geçmiş dönemde iş hayatında yaşanan olayların tecrübelerinden yararlanıldığını ve gelecekteki çalışma barışının sağlam temeller üzerine kurulmasının düşünüldüğünü göstermektedir. Yeni Anayasamız hazırlanırken Ülkemizin yakın geçmişte yaşadığı acı olaylar hatırdan çıkarılmamıştır.

“Gerçekten 1961 Anayasasının getirdiği ekonomik ve sosyal haklar ülkemizin yaşama şartlarına, toplum yapısına ve menfaat gruplarının amaçlarına uygun düzenlemeler değildi. Genel çizgiler ihtiva eden bu haklar her kesimin kendine göre yorum ve uygulamaya girmesine yol açmış, siyasi iktidarların da temayülleri, bu uygulamaları saptırmaya sebep olmuştur. Hiçbir kurum veya kuruluş gösterilemez ki geçmiş dönemde zıt fikirlerin yarattığı kutuplaşmadan etkilenmemiş olsun.

“Hiç şüphe yok ki 11 Eylül 1980’e gelişte, 1961 Anayasası anlayışının da yukarıdaki sebeplerle elli ölçüde rolü olmuştur. Böyle bir ortamı yeniden yaşamamak ve sosyal ve ekonomik hakları ideolojik emellere alet etmemek için yeni Anayasanın ihtiyaç duyulan düzenlemeleri getirdiği söylenebilir.

“1982 Anayasasının işveren-işçi ilişkilerinde benimsediği temel prensipler geçmişteki problemleri çözmek ve gelecekteki istikrarı sağlamak amacını taşımaktadır. Gerçekten 1982 Anayasasının çalışma hayatı ile ilgili hükümleri teker teker ele alındığında hepsinin isabetli değerlendirmelere dayandığı ve genel yarar ilkesine uygun bulunduğu görülecektir. Bu ilkeler gelecek yıllarda uzun süreli bir iş barışını sağlayabilecek, böylece ülkenin kalkınma yarışında başarısına yardımcı olacaktır.” (TİSK,1983;9)

Çalışma Raporu’nda ülkedeki sosyal durum da aşağıdaki şekilde değerlendiriliyordu:

“SOSYAL DURUM

“1963-1980 yılları arasında çalışma hayatımızda yaşanan olaylar ve bunlara aranan çözümler işveren-işçi ilişkilerinin ülkemiz gerçeklerine tam anlamıyla uyum sağlayamamış bir sisteme dayandırıldığını göstermiştir.

“Sendikal alandaki rekabet, ideolojik bölünme ve denetimsizlik, toplu iş sözleşmesi düzenine yansımış ve uzayan grevler sebebiyle kaybedilen işgünü sayıları ekonomimizi telafisi imkansız büyük zarar ve çöküntülerle karşı karşıya bırakmıştır.

“Bütün Ulusun birlikte yaşadığı ve zararını çektiği bu kötü düzenin değiştirilmesinin kaçınılmaz olduğu, Ülkemizi, huzur içinde Büyük Atatürk’ün direktifine uyarak muasır medeniyet seviyesine ulaştırmayı arzu eden herkes tarafından kabul edilen bir gerçektir.

“12 Eylül sonrası çalışma hayatını tanzim eden kanunların tümüyle ele alınıp, köklü değişikliklerle ülke ihtiyacına cevap verecek şekilde yeniden düzenlenmiş olması, karşılaşılan sorunların tekrar yaşanmaması ve üretimin devamlılığının sağlanması bakımından yerinde bir tutum olmuştur. (…)

“Anayasamız yaptığı bu düzenleme ile aynı zaman sendikal kuruluşlar, dernekler ve siyasi partiler gibi demokratik teşekküllerin amaçlarıyla sınırlı faaliyette bulunmalarını ve birbirlerinin görevlerine müdahalelerini de önlemiştir.” (TİSK,1983;11)

DİĞER HABERLER
FAİZ İNDİRİMİ İÇİN ARALIK AYI YORUMU NE KADAR DOĞRU?
FAİZ İNDİRİMİ İÇİN ARALIK AYI YORUMU NE KADAR DOĞRU?

Merkez Bankası politika faizini yüzde 50’de sabit tutmakla birlikte Para Politikası Kurulu metninde önceki metinlere göre epeyce bir değişiklik yaptı. Merkez Bankası’nın açıklamasındaki değişiklikler ağırlıklı olarak faiz indirimi için aralık ayına işaret edildiği şeklinde yorumlandı.

LİPTON FABRİKASINDA ÜYE EĞİTİMLERİ GERÇEKLEŞTİRİLDİ
LİPTON FABRİKASINDA ÜYE EĞİTİMLERİ GERÇEKLEŞTİRİLDİ

20-21 Kasım 2024 tarihlerinde, Fındıklı ve Ardeşen’deki Lipton Çay Üretim Fabrikalarında çalışan üyelerimize yönelik eğitim programı düzenlendi. Programın açılışı, Genel Eğitim Sekreterimiz Engin Öz ve Dosan Şube Başkanı Mustafa Yüksel tarafından gerçekleştirildi.

ÜCRETLER NİYE Mİ ÖNGÖRÜLEN ENFLASYONA ENDEKSLENEMEZ?
ÜCRETLER NİYE Mİ ÖNGÖRÜLEN ENFLASYONA ENDEKSLENEMEZ?

Yıl sonuna yaklaştıkça giderek daha çok tartışılan bir konu var. “Ücretler gelecek dönem için öngörülen enflasyona endekslenerek mi belirlense, yoksa geride kalan dönemin enflasyonu dikkate alınarak mı?”

“ASGARİ” İNSANCA OLMALI
“ASGARİ” İNSANCA OLMALI

Türk-İş, DİSK ve Hak-İş başkanları, emekçilerin temel hak ve taleplerini Meclis’e taşıdı.