28 ŞUBAT SÜRECİNDE TÜRK-İŞ – DİSK – TESK – TİSK – TOBB İŞBİRLİĞİ
Türkiye’de 28 Haziran 1996 – 30 Haziran 1997 döneminde iktidarda Refah Partisi ve DYP ittifakıyla Erbakan Hükümeti bulunuyordu. Bu hükümette, Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan, başbakan; DYP Genel Başkanı Tansu Çiller Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı; Hak-İş’in eski genel başkanı Necati Çelik Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanıydı.
TEKGIDA-İŞ SENDİKA AKADEMİSİ
Türk-İş, Disk ve Tesk’in, Tekgıda-İş Sendika Akademisi’nin önceki raporunda özetlenen işbirliği, 1997 yılı Mayıs ayında Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) ve Türkiye Odalar Birliği’ni (TOBB) de içine alarak genişledi. Hak-İş, Türkiye Kamu-Sen ve KESK’ten işbirliği konusunda olumlu bir görüş gelmedi. Böylece Üçlü Girişim Mayıs ayında Beşli Girişim’e veya Sivil İnisiyatif’e dönüştü. Beşli İnisiyatif’te, Bayram Meral, Derviş Günday ve Rıdvan Budak’ın yanı sıra, TİSK’i Başkan Refik Baydur, TOBB’u Başkan Fuat Miras temsil ediyordu.
TİSK Başkanı Refik Baydur, TİSK’in bu işbirliği yapılanmasına katılımını şu şekilde anlatmaktadır:
“Şeriatçılar ve uyuşturucu ticareti yavaş yavaş devlet yönetiminde ağırlık kazanıyor ve TBMM içine kadar sızıyordu. (…) Refah Partisi, sağduyuya kulak vermek yerine, Cumhuriyet’e, Demokratik Parlamenter yönetime ters düşecek eylemlerine devam ediyor veya devam edenlere destek veriyordu.” (Refik Baydur, Bizim Çete, Ankara, 2000;14)
“Ben bu işbirliğine girerken olayı TİSK yönetim kuruluna götürdüm. 29 kişilik yönetim kurulum fikri desteklediklerini belirterek 29 imzalı bir yetki belgesini imzaladılar.” (Baydur,2000;63)
“TİSK, TOBB, TESK, Türk-İş ve DİSK’ten meydana gelen 5’li oluşum tesadüflerin veya talimatların oluşturduğu bir birliktelik değildi. Hiçbir kuruluştan hatta kişi yada kişilerden talimat almamıştı.” (Baydur,2000;18)
TOBB ve TİSK, Mayıs ayı ortalarında mevcut hükümetin uygulamalarından duydukları hoşnutsuzluğu açıkça ifade etmeye başladı.
TOBB’un 14 Mayıs 1995 tarihinde yayınladığı Ulusa Sesleniş Bildirgesinde bu hoşnutsuzluk açıklandı.
TOBB’un 14 Mayıs 1997 günlü toplantısında TOBB Başkanı Fuat Miras, konuşmasında şunları söyledi:
“(1) Şeriata dayalı bir düzen için ülkenin sistemine yönelik tahrikler yaşıyoruz. İşte bunlara tahammül göstermemiz mümkün olamaz. Çünkü bu ülke yeni bir Atatürk bulamaz. Şimdi ben demokrasiye bağlı sivil toplum örgütlenmelerine ve ülkesini seven her vatandaşa, temsil ettiğim kurumun 800 bin üyesinden yetki alarak seslenip bu gidişe dur denmesini istiyorum.
“(2) Ülkeye ortaçağ zihniyeti, hatta daha da geriye giderek feodal toplum yaşamına götürecek düşünceye geçit vermemek için bu gidişe dur demeliyiz.
“(3) Özel sektör ve basınımızı topluma hedef gösteren, mülkiyet hakkını zedeleyici, tahrik edici ve yatırım şevkini kıran bu zihniyete dur demeliyiz.
“(4) Tüm fedakarlıkları göstererek yatırım yapan özel müteşebbislerin, bu denli karalanmasının karşısındayız ve bunun için de bu düşünceye dur demeliyiz.” (Baydur,2000;54-55)
Aynı toplantıda Ticaret Odaları Konsey Başkanı Ekrem Demirtaş da şu görüşleri belirtti:
“Konsey görüşümüz, ülkemizin seçeneği ne irtica, ne siyasi islamdır, ne de askeri yönetimdir. (…)
“Meclis, 28 Şubat’ta MGK tarafından ortaya konan sorunlara çözüm üretmeden tatile girmesin.
“Yarın çocuklarımıza bırakacağımız Türkiye, şeriatla yönetilen İslami Türkiye Cumhuriyeti olamaz.” (Baydur,2000;56)
Refik Baydur, TİSK Başkanı olarak, 15 Mayıs 1997 günü İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nde bir basın toplantısı yaptı ve bazı önerilerini kamuoyuna açıkladı:
“İşçi ve işveren örgütleri, işadamları dernekleri ve sivil toplum örgütleri olarak münferit deklarasyonlar yayınlamak yerine, bir araya gelip hükümete yönelik tekliflerimizi ortak dile getirmeliyiz. Tüm bu kurum ve kuruluşları ortak deklarasyon yayınlamaya çağırıyorum. Bunun etkisi daha güçlü olacaktır.” (Baydur,2000;51)
“Milli Güvenlik Kurulu kararları Türk halkının isteklerine tercüman olmuştur. Bu kararların süratle hayata geçirilmesini bekliyoruz.
“Ülkenin bugün içinde bulunduğu en önemli sorun irticadır. Buna yönelik önlemlerin hızla alınması gerekir. İrtica para, eğitim, demokrasi ve eğitimsiz insanlardan besleniyor. Bizler irtica ile gerçek Müslüman anlayışı birbirinden ayırmak zorundayız. (…)
“İşçimiz, memurumuz, siyasetçimiz, hasılı sorumluluk taşıyan tüm sivil toplum örgütleri, ciddi bir şekilde el ele vererek dayanışma içinde, kavga yerine müşterek çıkarlarımız yolunda birleşerek, ülke yararına hizmetler vermeliyiz.” (Baydur,2000;52)
TİSK Başkanı Refik Baydur’un açıklamaları basında şu şekilde yer aldı:
“İşçi, işveren örgütleri, işadamları dernekleri ve sivil toplum örgütleri olarak münferit deklarasyonlar yayınlamak yerine, bir araya gelip hükümete yönelik tepkilerimizi ortak dile getirmeliyiz. Tüm bu kurum ve kuruluşları ortak deklarasyon yayınlamaya çağırıyorum. Bunun etkisi daha güçlü olacaktır.” (Sabah, 16.5.1997)
Laik ve demokratik cumhuriyete yönelik saldırıların yoğunlaşması üzerine, TÜRK-İŞ, DİSK, TESK, TOBB ve TİSK Genel Başkanları 21 Mayıs 1997 günü Ankara’da bir araya gelerek ortak bir açıklama yaptılar. Refik Baydur bu işbirliğinin temellerini şu şekilde ifade ediyordu:
“Birleştiğimiz hedef; sınıf çıkarlarımızı şimdilik bir tarafa koyarak, öncelikle rejimin bu gününü ve geleceğini teminat altına alacak ortamı yaratmak olacaktı. Bu anlayışla, bir ortak basın açıklaması yaparak kamuoyuna hedeflerimizi anlatmaya çalıştık. Burada en iyi şekilde ve berrak bir tarzda anlaştığımız olay, ‘siyasi İslam’ olayı idi. Dinin siyasete alet edilmesinin en açık misalini komşularımızda müşahede ediyor ve değer yargılarımızı ortaya koyarken teokratik anlayışın bazı komşularımızı nereye sürüklediğini açıkça görebiliyorduk.” (Baydur,2000;53)
5 örgütün 21 Mayıs 1997 günlü ortak açıklamasında özellikle irticai tehlike ön plana çıkarılıyordu:
“Türkiye, bugün, Cumhuriyet tarihinin en büyük sorunlarıyla karşı karşıya bulunmaktadır. Ülkemiz bir iç kargaşaya doğru sürüklenmekte, halkımız her geçen gün bir karamsarlık ve mutsuzluk ortamına doğru itilmektedir. Sosyal ve ekonomik sorunlar günden güne daha da ağırlaşmakta, ülke gitgide bir siyasi istikrarsızlık ortamına sokulmaktadır.
“Atatürk’ün çizdiği çağdaş, laik Cumhuriyet tehdit altındadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin temel nitelikleri yıpratılmakta, irticai hareketler desteklenmekte, ülkemiz bir karanlığın içine çekilmektedir. İrtica günümüz Türkiye’sinde demokrasi için büyük bir tehlike haline gelmiştir.
“Devletimiz ve rejim büyük tehdit altındadır.
“Demokratikleşme durdurulmuştur. Demokrasinin temel kurumları yıpratılmaktadır. Basın özgürlüğü ise silahlı ve ekonomik saldırılarla karşı karşıyadır. Ekonomik alanda meydana gelen gerileme ve güvensizlik ortamı yatırımları durdurmuş, var olan yatırımlar bir bir kapanma noktasına gelmiştir. Kimi siyasiler tarafından iş aleminde bazı işletmelerden yana olmak, bazılarını açıkça karşısına almak gibi yanlış bir tutuma gidilmekte, gerçek yatırımcının kötülenmesi gibi sun’i bir ayrım kamuoyuna empoze edilmektedir.
“İş çevreleri güvensizlik nedeniyle yatırımlarını durdurmuştur. Türkiye bir rantiye cenneti haline getirilmiştir. İşçi ücretleri enflasyona yenik düşmüştür. Esnaf kepenk kapatmakta, kazancının ne olduğunu bilemeden peşin vergi ödemeye devam etmektedir. İşsizlik çığ gibi büyümektedir.
“Sosyal devlet anlayışı yok edilmek istenmektedir. Sosyal devlet anlayışında meydana getirilen bu aşınma, halkımızın Devletimize olan güvenini sarsmakta, ülkemizde her türlü sosyal ve siyasal huzursuzluğun ortamını hazırlamaktadır.
“Hukuk devleti anlayışı gerektiği gibi uygulanmamaktadır. Çağdaş hukuk devleti anlayışının yerine çağdışı bir devlet anlayışı egemen kılınmak istenmektedir.
“Türkiye Cumhuriyeti’nin kutsal bayrağının yerine yeşil bayrak çekenler, ulu önder Atatürk’ün manevi şahsiyetine, Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığının temel güvencesi olan ve Anayasamızda güvence altına alınmış temel ve ortak değerlerimize saygısızlık yapanlar cesaretlendirilmektedir. Cumhuriyetimizin 74 yıllık kazanımları yok edilmek istenmektedir.
“Dış politikada Atatürk’ün onurlu ve bağımsızlıkçı çizgisinden sapılmakta, Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal onurunu zedeleyici bir dış siyaset izlenmektedir.
“Hükümet, devletin anayasal kurumlarıyla, işçisiyle, emeklisiyle, işvereniyle, esnafıyla, genciyle, kadınıyla, kısacası ülkenin halkıyla kavgalıdır.
“Bizler, bu ülkenin üretenleri ve vergi verenleri olarak, laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşları olarak bu gidişe artık bir son verilmesi için bir araya gelmiş bulunuyoruz.(…)
“Bizler siyasi bir parti ya da siyasi kişilikler değiliz. Bizler; halk olarak, halkın temsilcileri olarak, sıkıntıları yaşayanlar olarak sorunlarımızı seslendirir ve çözüm isteriz. Bizler çözümün kesinlikle demokrasi içinde olacağına yürekten inanırız.
“Demokrasilerde sorunların çözüm yeri parlamentodur. Ancak mevcut parlamento Türk halkının beklentileri ve çözüm isteklerine cevap verememektedir. Rejimin ürünü olan bu parlamento sorunları çözemediği sürece demokratik rejimi tehlikeye atmaktadır. (…)
“Bu metni karar altına almış bulunan bizler, ülkemizin tüm sorunlarının demokratik parlamenter sistem içinde çözüme kavuşturulması gerektiğini bir kez daha vurguluyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter devlet yapısının bütünlüğüne, bağımsızlığına, Atatürk ilke ve inkılaplarına, demokratik, laik, sosyal hukuk devleti anlayışına ve 74 yıllık Cumhuriyet döneminin ülke halkına sağladığı kazanımlara, ödünsüz ve her ne pahasına olursa olsun sahip çıktığımızı, kişisel, grupsal ve politik çıkarlardan tamamen uzak bir kararlılıkla ifade ediyoruz. (…)
“Ülke içinde gerginlik yaratan, kutsal dini duygularımızı siyasi çıkar malzemesi yaparak halkımızı kamplara bölmeyi amaçlayan, kişisel ve partisel çıkarlarını ön plana çıkararak ülkemizin hiçbir sorununa çözüm getiremeyen bu hükümetin yerine, birlik ve beraberliğimizi pekiştirecek, sorunlarımızı çözecek bir çözüm hükümetinin işbaşına gelmesini bekliyoruz. Bugünkü hükümetin varlığının halkımızın demokratik parlamenter düzene ve mevcut parlamenterlerimize olan güveninin yitmesi gibi demokrasi açısından son derece zararlı bir sonuç doğuracağından endişe ediyoruz.
“Halkımızın artık bu hükümete güveni kalmamıştır. Bu anlayıştaki hükümetin yerine, ATATÜRK ilke ve inkılaplarına bağlı, laik ve demokratik Cumhuriyeti savunan, halkın özlemlerine cevap verecek ve sorunları çözecek güvenilir bir hükümetin bir an önce kurulmasını istiyor ve parlamentoyu göreve davet ediyoruz.
“Türkiye sahipsiz değildir.
“Ülkemizin tüm yurtsever insanlarını, tüm demokratik kişi, kurum ve kuruluşları ve halkımızın oyları ile seçilen tüm parlamenterlerimizi bir kez daha bu temel taleplerimize ve Türkiye’ye ve demokrasiye sahip çıkmaya çağırıyoruz.”
Toplantı sonrasında, hükümetin politikalarını etkilemek amacıyla, çeşitli eylemlerin yapılabileceği de açıklandı.
TÜSİAD Başkanı Muharrem Kayhan da, 22 Mayıs 1997 günü yaptığı açıklamayla bu girişimi destekledi. Muharrem Kayhan şunları söyledi:
“İşçi ve işveren temsilcileri ortak bir tavırda birleşebiliyorlar. Bütün bu kuruluşların arkasındaki kitle desteği nüfusun yarısı. 6,5 – 7 milyon kişiyi temsil ediyor bu kuruluşlar. Buradan alınması gereken büyük dersler var. Doğru çözümler için kurulmuş bir baskı. Bu baskı yaptırım gücünü de arttıracaktır. Tarihi sivil oluşum Türkiye’yi sarıyor. Biz de TÜSİAD olarak destekliyoruz. Açıklamalara aynen katılıyoruz. Türkiye’nin önünün açılması için kısa vadede Seçim Yasasının değiştirilip seçime gidilmesi lazım. Ama Seçim Yasası değişmeden seçime gidilirse ciddi sıkıntılar ortaya çıkabilir. Siyasi tıkanıklık aşılması, istikrarlı olarak bütün bunları gerçekleştirecek hükümetler olmalıdır.” (Cumhuriyet, 23.5.1997)
Basında büyük yankı uyandıran bu girişime bazı çevrelerden tepki geldi.
2016 yılında Fethullahçı casusluk ve terör örgütüyle bağlantılı olduğu iddiasıyla kapatılan Zaman Gazetesi’nde Şahin Ali Şen ve Mustafa Oymak tarafından hazırlanan haberin başlığı, “Sendikalar: Siyasete bulaşmayalım,” idi. (Zaman, 23.5.1997) Haberin girişi şöyleydi:
“Hükümete karşı ortak bir deklarasyon yayınlayan TESK, TİSK, TÜRK-İŞ, DİSK ve TOBB başkanlarına tabandan tepki geldi. Sendika, oda ve birlik başkanları üst kuruluşlarının siyasetin içine itilmesinden duydukları rahatsızlığı dile getirdiler. Başkanlar, ‘bugün biz siyasi partilerin iç işlerine karışırsak ve hükümet kurar hükümet yıkmaya kalkarsak, siyasi partiler de bizim iç işlerimize karışmaya başlarlar,’ diye konuştular.”
Türk-İş’e bağlı Sağlık-İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Başoğlu daha sert bir tepki gösterdi:
“Ülkenin, şu anda her geçen gün daha çok sertleşen siyasi ortamın yumuşatılmasına ihtiyaç bulunduğuna işaret eden Başoğlu, demokrasiyi korumanın herkesin görevi olduğunu söyledi. 5 kuruluş tarafından yapılan açıklamanın görünürde demokrasiye sahip çıkmayı hedeflemekle beraber, aslında büyük sermayenin hükümetle olan menfaat mücadelesi olduğunu belirten Başoğlu, ‘TÜRK-İŞ ve DİSK’in bu mücadelede dar gelirlinin yanında olmak yerine, büyük sermaye yanında yer almasını kınıyorum. 5’li bildiriyi imzalayan TÜRK-İŞ ve DİSK, işveren sözcülüğüne soyunarak, sarı sendika durumuna düştüler,’ dedi.
“Beş kuruluşun genel başkanlarının imzasını taşıyan ortak basın açıklaması, tutarsız, siyasi amaçlı, sorun çözmekten çok, yeni sorunlar meydana getirecek bir içerik taşımaktadır… Bildiri, TÜRK-İŞ üyesi sendikaları, sendikalara bağlı şubeleri, hiç şüphesiz sendikaların üyeleri işçileri bağlamamaktadır… Beş meslek kuruluşunun basına açıkladığı ortak bildiri, görünürde demokrasiye sahip çıkmayı hedeflemekle beraber, aslında büyük sermayenin hükümetle olan menfaat mücadelesidir. TÜRK-İŞ ve DİSK’in bu mücadelede işçinin, dar gelirlinin yanında olmak yerine, büyük sermayedarların safında yer almasını kınıyorum.” (Siyah Beyaz, 24.5.1997)
Bu dönemde DYP’ye yakın bir çizgi izleyen Günaydın Gazetesi de girişimi sert biçimde eleştirdi:
“TÜRK-İŞ, DİSK, TİSK, TOBB ve TESK, Yargıtay Başsavcısı’nın iddianamesini aratmayacak ortak bir deklarasyonla, ‘Hükümet gitsin korosuna’ katıldı. İşçilerin parasıyla Mercedes ve Jaguarlarda keyif çatan, hepsi de birer milyarder hayatı yaşayan sendika ağaları, patron kulüpleri ile ortak siyasi bildiri yayınlayarak, demokrasi sınavından ‘çaktılar.’“ (Günaydın, 23.5.1997)
Beşli Girişim’e 28 Mayıs 1997 günü İstanbul’dan bir destek geldi. 13 Mart 1997 günü İstanbul’da TÜRK-İŞ Bölge Temsilciliğinde toplantı yapan demokratik kitle örgütleri sayılarını daha da artırarak irticaya karşı bir cephe oluşturmaya çalıştı. 68’liler Vakfı, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, TÜRK-İŞ İstanbul Bölge Temsilciliği, Atatürkçü Düşünce Derneği ve TESK temsilcileri, düzenledikleri ortak basın toplantısında, 189 demokratik kitle örgütü adına hazırlanan bir bildiriyi kamuoyuna açıkladılar. Bildiride şunlar deniliyordu:
“Bağımsızlığı, demokrasiyi, özgürlüğü, ülkemize ve halkımıza yaraşır şekilde yaşamak istiyoruz. Temel ilkelere, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan cumhuriyetimizin kazanımlarına sahip çıkıyoruz. Cumhuriyet ilke ve devrimlerine yönelen açık ve gizli her türlü doğrudan saldırılara, içten içe, sinsi sinsi kemirerek aşındırmalara, çürütmelere karşı birleşip örgütlenmeyi ve mücadele etmeyi görev sayıyoruz. Bu görev, özellikle son zamanlarda ülkemizi Ortaçağ karanlığına sürüklemek isteyen gericilerin oluşturduğu ve gittikçe artarak yükselen tehdit karşısında çok daha fazla önem kazanmıştır.”( Sabah, 29.5.1997)
Hürriyet, Milliyet, Sabah gibi gazeteler Beşli Girişim’e çok sıcak yaklaştı. Oktay Ekşi, 29 Mayıs 1997 günlü yazısında, “silahsız kuvvetler işe el koydu,” diyordu:
“Türkiye’de rejimi tıkayan, sandalye hırsı uğruna ülkeyi karanlığa sürükleyen hükümeti çekilmeye davet ettiler. Bu talepleri yerine getirilmezse, hukuk dışına çıkmadan yapılabilecek her eylemi yapacaklarını da ilan ettiler. Böylece görüyoruz ki, siyasetçinin yapamadığını, toplumumuzun örgütlenmiş kesimi bizzat yapıyor. Hem de hukuku zorlamadan. Neyse ki tüm olumsuzluklar içinde güzel gerçekler de var. Hem de sonuç alacak kadar önemli gerçekler. O yüzden umutsuz olmayalım.”( Oktay Ekşi, “Silahsız Kuvvetler İşe El Koydu,” Hürriyet, 29.5.1997)
HAK-İŞ Genel Başkanı Salim Uslu ise Beşli Girişime karşı çıktı. Salim Uslu şu açıklamayı yaptı:
“HAK-İŞ Genel Başkanı Salim Uslu, TÜRK-İŞ, TESK, TOBB, DİSK ve TİSK gibi işçi ve işveren kuruluşlarının hükümeti yıkmak üzere yürürlüğe koyduğu eylem programını sert dille eleştirerek, sivil toplum kuruluşlarının hükümete yandaş veya karşı olmak zorunda olmadığını söyledi.
“Uslu yaptığı basın toplantısında, Türkiye’nin önemli problemlerinin gündem dışına itildiğini ve bazı kesimlerin cumhuriyet, laiklik ve Atatürk kavramlarından rant sağlamaya çalıştığını belirterek, tüm dünyanın demokratik yapılanma yönünde büyük değişimler yaşadığı bir dönemde, Türkiye’nin demokrasiyi garip bir tartışma zeminine oturttuğunu bildirdi…
“Uslu, ‘Siyaset dışı baskı odaklarının parlamentonun ve demokrasinin üzerine gölge düşürmesinin ayıbını kim, nasıl izah edecektir? Tankla, topla, tüfekle, postalla, apoletle siyaset yapmak dünyanın demokratik ülkelerinde görülmediği halde bu durum Zaire için geçerli olabilir… Cunta özlemlerine taşeronluk yapmak gibi bir işlevimiz olamaz. Hükümet’e yandaş olmak ya da karşı olmak gibi bir mahkumiyetimiz de olamaz. Askere endeksli bir hareket, sırf adı ‘sivil’ ve kendini ‘sivil inisiyatif’ olarak tanımlıyor diye sivil inisiyatif faaliyetinden bahsedemez,’ dedi.
“Salim Uslu, TÜRK-İŞ ve bazı kuruluş yöneticilerinin, geçen Şubat’ta, Ankara Ticaret Odası’nda bazı generaller tarafından ‘hükümeti yıkmak için harekete geçmekle görevlendirildiği’ yolundaki iddiaların sorulması üzerine, ‘böyle bir şey, bizim için söz konusu olmadı: Biz, adı sivil olsa da bu inisiyatifi uzaktan kumandalı bulduğumuz için, başında beri içinde yer almadık. Sadece biz değil, Tabipler Odası ve KESK ile bazı kuruluşlar da yer almadı. HAK-İŞ, bu tür güdümlü hareketlerin içinde yer almamaya özen gösterecektir. Siyasette militarizmin etkisini artıracak yaklaşımlara karşıyız,’ diye konuştu.” (Türkiye, 29.5.1997)
Türkiye, Zaman ve bu dönemde DYP yanlısı bir çizgi izleyen Günaydın Gazeteleri, bu günlerde yaptıkları sistemli yayınla, Beşli Girişim’in çalışmalarını başarısız göstermeye ve aleyhte bir kamuoyu yaratma çalıştı.
Beşli Girişim veya Sivil İnisiyatif, 6 Haziran 1997 günü işyerlerinde bir bildirinin okunmasına karar verdi.
Sosyalist solun bir bölümü de Beşli Girişime karşı çıktı. Örneğin, Emek Gazetesi 6 Haziran 1997 günü yapılacak olan eyleme ilişkin kararı manşetten şöyle duyuruyordu: “TÜRK-İŞ, DİSK, TESK, TİSK ve TOBB Başkanları MGK’nın istekleri doğrultusunda eylem kararları aldı. Patron – Sendika Ağası Elele.” (Emek, 29.5.1997)
Aynı günlü Emek Gazetesi’nin başyazısı da şöyleydi:
“Dört Yıldızlı Himayede ‘Sivil İnisiyatif’: (…) Emeği temsil ettiğini, 35 milyonun sesi olduğunu iddia eden baylar; bu önemli tarihsel misyondan yan çizip, sermayenin kendi arasındaki it dalaşında bir tarafın peşine takılmayı, MGK’nın planlarının bir piyonu olmayı seçmişler; kendilerine de ‘sivil inisiyatif’ demişlerdir. Oysa kendi yakıştırmaları olan adlarından başka hiçbir sivillikleri de yoktur. Tersine dört yıldızlı askeri himaye altında kahramanlık taslamakta, vatan kurtarıcılığı komedisi oynamaktadırlar. ‘Şeriat tehlikesi,’ ‘laik, demokratik cumhuriyet elden gidiyor,’ ‘Refahyol hükümeti işlemiyor, ülkeyi kaosa sürüklüyor,’ ‘biz müdahale etmezsek darbe gelir’ demagojisi; büyük sermayeye dalkavukluk, MGK’ya yaltaklanma ve emekçilere yönelik bu ihanetin üstünü örtmeye yetmez.”
Bu dönemden bazı haberler şöyledir:
Türkiye: “Kantarın topuzu kaçıyor.” (Türkiye, 2.6.1997)
Zaman: “5’linin bildirisini taban deldi. TÜRK-İŞ, TESK, DİSK, TOBB ve TİSK başkanları tarafından hazırlanan bildiriye birçok sendika destek vermeyecek. (…) Başkanlar, “Bildiri MGK kararlarının kopyası. Sivil toplum örgütleri MGK’nın taşeronu mu?’ değerlendirmesini yaptılar. Birçok şube başkanı ise, bildirinin kendilerini bağlamadığını açıklayarak, 5’linin antidemokratik ve dayatmacı ortak bildirisini işyerlerinde okumayacaklarını, kendilerinin kaleme alacakları alternatif bir bildiriyi okuyacaklarını dile getirdiler. (…) İşçilerin ve sendikaların yoğun bir tepki gösterdiği ortak bildiri, çalışanların sorunlarını yansıtmaktan uzak ve MGK kararlarının içeriğini kapsıyor. (…) Ortak bildiriyi hazırlayan 5’liye kendi tabanlarından destek gelmediği gibi, diğer sivil toplum örgütlerinden ve demokrasiye sahip çıkan siyasi partilerden de ilgi görmediler.”( Şahin Ali Şen, Zaman, 5.6.1997)
Günaydın: “Ağalar bildiri yayınladı.” (Günaydın, 6.6.1997)
Zaman: “5’linin eylemine tepki büyüyor. 5 işçi ve işveren kuruluşunun başkanları tarafından kararlaştırılan ve bugün başlatılacak eyleme, sendikalardan sonra iş çevrelerinden ve memurlardan da büyük tepki geldi.” ( Şahin Ali Şen, M.Oymak, Zaman, 6.6.1997)
Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı Resul Akay da 5’linin tavrına karşı çıktı:
“Resul Akay, yaptığı açıklamada, sivil toplum kuruluşlarının görevlerinin, üyelerinin hak ve çıkarları için mücadele etmek olduğunu kaydederek, 5 kuruluşun yapmayı planladığı eylemin ise üyelerin çıkarlarını kollamaktan çok, hükümeti düşürmeye yönelik olduğunu savundu. Yapılacak eylemlerin hükümeti hukuka ve demokrasiye çekme amacına yönelik olması gerektiğini ifade eden Akay, ‘Hükümeti düşürmeye yönelik eylemler, parlamento iradesini tehdit anlamı taşır. Bu dayatmanın 1960 ile 1971 ve 1980’deki askeri dayatmalardan farkı yoktur,’ dedi.” (Günaydın, 6.6.1997)
Sağlık-İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Başoğlu da, Türkiye Gazetesinde yayınlanan “Sivil Kuruluşlar ve Demokrasi” başlıklı makalesinde şunları söyledi:
“Bazı kimseler TÜRK-İŞ, DİSK, TESK, TOBB ve TİSK’i de yanlarına çekerek, iddialarını yaymaya çalışıyor. Hükümeti yıkıp, yeni hükümet kurulmasını isteyenlere, özellikle TÜRK-İŞ ve DİSK’in katılmış olmasını hayretle karşıladım. Bazı eksikliklerine rağmen ülkemizde demokrasi işlemekte olup, kurtarıcıya ihtiyacı yoktur. ‘Demokrasiyi koruyoruz,’ diyenler, onu yıkmak isteyen darbeci anlayışa destek ve cesaret verdiklerini ya bilmiyor veya bilerek darbe heveslilerine destek veriyorlar… Türk-İş’in, işçi yararına olan taleplerine yıllarca karşı çıkan TİSK, şimdi TÜRK-İŞ ve DİSK ile fikir birliği içinde davranıyor. İnanıyorum ki; işçiler, haklarına karşı olanlarla işbirliği yapanları hiçbir şekilde affetmeyecekler.” (Türkiye, 7.6.1997)
Beşli Girişim 6 Haziran 1997 günü tüm işyerlerinde çalışmanın durdurularak ortak bir bildirinin okunmasını kararlaştırdı. Bu eylem istenildiği kadar başarılı olamadı. Ancak, özellikle sözlü ve yazılı basının desteği sayesinde, kamuoyuna iyi yansıdı. Ortak bildiride şunlar belirtiliyordu:
“Atalarımızın büyük kahramanlıklar ve fedakarlıklarla kurduğu Türkiye Cumhuriyeti bugün tehdit altındadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin temel dayanakları olan Atatürk ilke ve inkılapları, demokratik ve laik sosyal hukuk devleti, tarihimizin en büyük saldırılarıyla karşı karşıyadır. Cumhuriyetimizin kazanımları yok edilmek; ülkemizin aydınlık geleceği karartılmak, Türkiye, Orta Çağın karanlıklarında, irticanın, demokrasiyi ve insan haklarını yok ettiği ve halkımızı ezdiği günlere geri götürülmek istenmektedir. Anayasa ve yasalar sistemli bir biçimde çiğnenmekte; Devletimizi tahrip edici bir çizgi izlenmekte, Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası alanda onurunu ve itibarını zedeleyici tavır ve davranışlar karşısında sessiz kalınmaktadır. Bu ülkede, Türk ulusunun birlik ve bütünlüğünün sembolü ay yıldızlı al bayrağımızın yerine, irticanın yeşil bayrağı dalgalandırılmak istenmekte, bayrağımıza saygısızlık yapanları cesaretlendirici bir tutum izlenmektedir. Bazı vatan hainleri, kutsal dinimizi istismar ederek, Atatürk’ün çağdaş milliyetçilik anlayışına dayalı Türk ulusunun yerine, Orta Çağın ümmet anlayışını hakim kılmaya çalışmaktadır. Hükümetin güven vermeyen tutum ve davranışları nedeniyle, yatırımlar durma noktasındadır; işsizlik ve enflasyon artmaktadır, uygulanan yanlış tarım ve hayvancılık politikalarına bağlı olarak hızlanan göçle birlikte birçok toplumsal sorun doğmakta ve ağırlaşmaktadır.
“Toplumumuzun çok büyük bir bölümünü temsil eden TÜRK-İŞ, TESK, DİSK, TOBB ve TİSK, Türkiye Cumhuriyeti’nin bugün karşı karşıya bulunduğu bu büyük tehlikeler karşısında, tüm farklılıklarını bir kenara koyarak, tam bir birlik ve bütünlük içinde Türkiye’ye ve Cumhuriyetimizin kazanımlarına sahip çıkmak için bir araya gelmiştir. Bizim birlikteliğimiz, ülkemizin dört bir yanından ve toplumun her kesiminden yüzlerce demokratik kitle örgütü ve milyonlarca vatandaşımız tarafından da desteklenmektedir. Bizim birlikteliğimiz, Türkiye Cumhuriyeti’nin aydınlık geleceğinin sesidir halkımızın sesidir. Türkiye’nin gerçek sahipleri bizleriz ve temsil ettiğimiz toplum kesimleri ve halkımızdır. TÜRK-İŞ, TESK, DİSK, TOBB ve TİSK olarak bu anlayışla Türkiye’ye sahip çıktık ve çıkıyoruz.
“Geçmişte, ülkemizin sorunlarının çözümü amacıyla iktidarda bulunan siyasi partileri tek tek veya birlikte uyarmış, halkımıza verilen vaatlerin tutulması amacıyla meşru ve demokratik çizgide bir mücadele vermiştik. Geçmişte olduğu gibi bugün de, amacımız sorun yaratmak değil, parlamenter demokratik düzen içinde sorun çözmektir.
“Amacımız, Anayasamızın ilgili maddelerinde de ifade edildiği gibi,
-Ülkemizin devleti ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü korumak;
-İnsan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ne, ay yıldızlı al bayrağımıza, ‘egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir’ anlayışına ve 74 yıllık Cumhuriyetimizin kazanımlarına sahip çıkmak;
-Din ve vicdan özgürlüğünü sonuna kadar savunurken, Devletimizin ‘sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa din kurallarına dayandırma’ veya kutsal dinimizi ve din duygularını kişisel veya siyasi nüfuz sağlamak amacıyla kullanma çabalarına engel olmak;
-Ülkemizin günümüzde en büyük düşmanı olan irtica ve bölücülüğe karşı Türkiye Cumhuriyeti’nin bütünlüğünü ve bağımsızlığını her ne pahasına olursa olsun savunmaktır.
“Bu amaçla bir araya gelen kuruluşlarımız, halkımızın oylarıyla seçilen milletvekillerinin, namus ve şerefleri üzerine ettikleri yeminlerine sadık kalmalarını; milletvekillerinin ve siyasi partilerimizin, ülke çıkarlarını, şahsi çıkar ve hesapların veya parti ve gurup çıkarlarının üstünde tutmasını; ülkemizde parlamenter demokratik düzen temelinde bir siyasi istikrar sağlanarak, Türkiye’nin büyük potansiyelinin hayata geçirilmesini, yatırımların ve istihdamın arttırılmasını ve işsizliğin azaltılmasını, enflasyonun engellenmesini ve halkımızın huzur ve refahının arttırılmasını istemektedir.
“Kuruluşlarımız, Türkiye’ye sahip çıkmak amacıyla, tüm diyalog kanallarını zorladıktan sonra, gerektiğinde meşru ve demokratik eylemler gerçekleştireceklerdir.”
DİSK’in işyerlerinde okuduğu bildiride bazı değişiklikler yapılmıştı.
Beşli Girişim’in 6 Haziran 1997 eylemi istenildiği kadar başarılı olamadı. Bazı işyerlerinde bir saat süreyle iş durduruldu. Bu arada yapılan gösterilerde Refah Partisi ve Refahyol Hükümeti eleştirildi. Ancak bazı gazeteler bu eylemi özellikle başarısız göstermeye de çalıştı.
Zaman Gazetesi’nin 7.6.1997 günlü sayısındaki haber başlığı, “5’linin eylemi tutmadı,” idi.
Türkiye Gazetesi, 7.6.1997 günlü iki haberde başlığı şöyle kullandı: “Ortak eylem fos çıktı. Şalter indireceklerini açıklayan retçiler sadece bildiri okumakla yetindi.” “Tabanını unutan kuruluşlar: İşçi, küçük esnaf ve sanayicilerin yığınla problemi çözüm beklerken, TÜRK-İŞ, TOBB, TESK, TİSK ve DİSK, tabanlarının problemlerine çözüm aramak yerine, ideolojik bir temelde birleşmeyi seçtiler.”
Beşli Girişim 16 Haziran 1997 günü Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’i ziyaret etti. TÜRK-İŞ Genel Başkanı Bayram MERAL görüşmede, “dini kışlaya, okula sokanlardan ve siyasi ve şahsi çıkarları için kullananlardan” rahatsız olduklarını açıkladı. (Cumhuriyet, 17.6.1997)
17 Haziran 1997 günü ise TÜRK-İŞ içindeki bazı sendikalar ortak bir basın toplantısı düzenleyerek, Beşli Girişim’in açıklamasına karşı çıkarak, “Demokrasiyi korumaya çağrı ortak bildirisi”ni yayınladılar. Sağlık-İş, Demiryol-İş, Dokgemi-İş, Toleyis, Şeker-İş, Koop-İş, Maden-İş, Teksif, BASS ve Haber-İş Sendikaları adına yayınlanan bildiride şöyle deniliyordu:
“TÜRK-İŞ, DİSK, TİSK, TESK ve TOBB’un ortak açıklamasını demokrasi anlayışımız ve temsil ettiğimiz işçi hakları ile bağdaşır bulmuyoruz…
“Bizler, hangi şekil ve biçimde olursa olsun, demokrasiyi hedef alan, onu zaafa uğratan, işlevini kendi kuralları içerisinde yerine getirmeye engel olan, her türlü darbeye, demokrasiyi dışlayan bütün yönetim biçimlerine kesinlikle karşıyız.
“Bazı siyasi parti ve meslek kuruluşlarının yöneticileri ve medyamızdan (yazılı-sözlü) bir kısmı demokrasiyi korumak yerine, yıkmaya çalışanlara destek verip cesaretlendiriyorlar…
“Genel Kurmay Başkanlığında sivil bazı kurum ve kuruluşların temsilci ve yöneticilerinin bilgilendirilmesi (brifing) toplantılarında ileri sürülen düşünceler, yıllardan beri ülkemizde tartışılmaktadır. Tek yönlü olan düşüncelere karşı ileri sürülecek eleştiri, yorum ve değerlendirmeler, farklı ya da aykırı düşünenler, TSK’ya karşı gösterilmektedir…
“Demokrasimizin silahlı kuvvetlerin gölgesi altında olduğu izlenimi mutlaka giderilmelidir…
“Bozguncu, moral bozucu ve barış yerine kavgayı, uzlaşma yerine zıtlaşmayı hedef alan girişimlere, bütün vatandaşlarımızı destek olmamaya çağırıyoruz.”
Bu günlerde ilginç bir gelişme yaşandı. Beşli Girişim’e ilk başlarda radikal soldan, Kürt milliyetçilerinden ve İslamcılardan tepki vardı. MHP genellikle bu konuda tarafsız bir görünüm sergiliyordu. Haziran ayı sonlarında bu tavırda bir değişiklik gözlendi. Bu değişimin göstergelerinden biri, Ortadoğu Gazetesi’nde yazı yazan Refik Sönmezsoy’dur. Refik Sönmezsoy, TÜRK-İŞ, DİSK ve TESK’in işbirliğini 3.3.1997 tarihli yazısında, Beşli Girişimi de 23.5.1997 ve 6.6.1997 günlü yazılarında övmüşken, 20.6.1997 günlü yazısında bu tavrını değiştirdi, “Demokrasiyi Koruma Çağrı Ortak Bildirisi”ni “demokratik bir kükreyiş” olarak nitelendirdi. (Refik Sönmezsoy, “Türk-İş’te Siyasi Bölünme,” Ortadoğu, 20.6.1997)
TÜRK-İŞ Genel Başkanı Bayram Meral, bu ortak bildiriyi, “gelecekte milletvekilliği sözü alarak bir siyasi partinin çığırtkanlığını yapmak, irticayı savunmak, Atatürk’ü ağzına alamamak utanç vericidir,” diyerek eleştirdi. (Cumhuriyet, 19.6.1997)
HAK-İŞ Genel Başkan Yardımcısı ve Hizmet-İş Genel Başkanı Hüseyin Tanrıverdi, aynı günlerde yaptığı bir konuşmada, Beşli Girişim’i sert biçimde şöyle suçladı: “Meslektaşımız demeye utandığım TÜRK-İŞ ve DİSK’çiler, birbiriyle yarışarak tankı itelemeye kalkıyorlar. Darbe çığırtkanlığı, şakşakçılığı yapıyorlar. Onları metreslerinin altına Jaguar alırken tanıyorduk. Şimdi de darbe çığırtkanlığı yaptıkları için utanıyoruz onlardan.” (Siyah Beyaz, 20.6.1997)
Refahyol Hükümeti’nin istifası sonrasında Beşli Girişim’in çalışmalarının amacı, Refah Partisi’nin yer almadığı bir hükümetin oluşturulmasına dönüştü. (Hürriyet, 20.6.1997)
Mesut Yılmaz’ın yeni hükümeti kurmakla görevlendirilmesinin ardından, beş Genel Başkan, kendisiyle 25 Haziran 1997 günü bir akşam yemeği yediler. (Milliyet, 26.6.1997)
17 Temmuz 1997 günü de Bayram Meral, Rıdvan Budak, Derviş Günday, Refik Baydur ve Fuat Miras, başbakanlık görevini üstlenmiş olan Mesut Yılmaz’ı ziyaret etti. (Milliyet, 18.7.1997)
Üçüncü Yılmaz Hükümeti (55. Cumhuriyet Hükümeti), 30 Haziran 1997 – 11 Ocak 1999 tarihleri arasında görevde kaldı. Sivil İnisiyatif bu dönem boyunca etkili bir çalışma yapmadı; hükümete dönem dönem eleştiriler getirmekle yetindi.