BÜYÜK İNSANLIK’ UYGARLIĞI UYARIYOR
Kuzey Afrika’da patlak veren devrimler dalgasının arkasındaki etkenler derin ve kalıcı sorunlardan kaynaklanıyor. Bu da uygarlığımızın yoluna artık böyle devam edemeyeceğini gösteriyor.
Kuzey Afrika’da patlak veren devrimler dalgasının arkasındaki etkenler derin ve kalıcı sorunlardan kaynaklanıyor. Bu da uygarlığımızın yoluna artık böyle devam edemeyeceğini gösteriyor.
Su, gıda, enerji
Sermaye insanın, doğal çevrenin gereksinimlerine öncelik vermeyen bir “kâr makinesi” olarak yaşar. Bu var oluşun mantığı, günümüzde artık insanın ve doğanın var oluşunun mantığıyla uzlaştırılamaz bir noktaya ulaşmış gibi görünüyor.
Su ve gıda insan yaşamının, hidrokarbonlar ise uygarlığını egemen örgütlenme tarzının enerji kaynaklarını oluşturuyorlar. Bu yüzden bunları, yaşam açısından stratejik, dolayısıyla tedariki insanın karar mekanizmalarının dışında, “kendiliğinden” işlediği varsayılan, üstelik insan iradesinden hiç hoşlanmayan bir varlığa bırakılamayacak mallar olarak görmemiz gerekmez mi? Yaklaşık 30 yıldır bize göremeyeceğimiz söylendi. Bunu bize söyleyen “akla” göre insan yaşamının, hatta uygarlığının, piyasa ekonomisinin yasalarına, diğer bir deyişle “kâr makinesi”olarak sermayenin yaşam önceliklerine göre düzenlenmesi gerekiyordu.
Bunun böyle olamayacağının, bu malların özellikle de enerji mallarının tedarikinin “parası olan alır” mantığına bırakılamayacağının ayırdına, ilk önce, mali kaynaklarının, yükselen güçler karşısında yetersiz kalmaya başladığını gören, hegemonik güç ABD vardı. Bunun sonuçlarını Irak savaşında, Büyük Ortadoğu Projesi saçmalığında hep birlikte gördük. Tüketimi, insanın ve diğer canlıların yaşam koşullarını tehdit eden (küresel ısınma üzerinden, su ve gıda stokları), hatta uygarlığı öldürmekte olan bir malı (petrol) daha fazla tüketebilmek için Irak’ta bir milyon insan öldürüldü!
Enerji tedarikinde piyasa mekanizmasına güvenilemeyeceğini artık tüm büyük güçler biliyor; enerji piyasası kavramının yerini de giderek enerji güvenliği kavramı alıyor. Su ve gıda tedarikinin de artık piyasaya bırakılamayacağı noktaya gelmiş bulunuyoruz. Çin’in ekonomik yollarla, “piyasa mekanizması” içinde Afrika’nın kaynakları üzerindeki etkisini arttırmakta olması, ABD’yi, Avrupa ülkelerini giderek daha fazla tedirgin ediyor.
Ayaklanmalardan devrimlere
Bir taraftan, enerji fiyatlarındaki artışlar, girdi ve taşımacılık maliyetleri üzerinden gıda fiyatlarına yansıyor. Diğer taraftan finansallaşmayla (kredi balonu) hızlandırılan tüketim, Çin, Hindistan gibi yükselen güçlerde şekillenen işçi sınıfının, orta sınıfın getirdiği ek talep, gıda fiyatlarını yukarı doğru itiyor.
Bu gelişmeler karşısında, gıda ihracatçısı yoksul ülkelerin egemen sınıfları, halkı ile kurduğu “toplumsal mutabakatı” koruyabilmek için on yıllardır gıda fiyatlarını destekliyorlardı. Bu destekler devletin mali dengelerini bozarken, 1980’lerden bu yana IMF, piyasa kuralları gereği, bu ülkeleri destekleri kaldırmaya zorluyordu. Kaynak sıkıntısında olan egemen sınıflar da yabancı sermaye girişini sürdürebilmek için IMF baskısına boyun eğmeye başlamışlardı.
Gıda fiyatlarında dalgalanmalar, devletlerin destekleri çekme girişimleri 2008’de Haiti, Bangladeş, Meksika, Özbekistan, Eritre’nin yanı sıra Yemen, Fas, Mısır, Tunus, Senegal, Zimbabve gibi yoksul ülkelerde, ekmek fiyatlarındaki ani artışlara karşı protesto eylemlerine (“ekmek isyanlarına”) yol açmıştı.
Dünya gıda, enerji fiyatları 2009’da depresyonun etkisiyle gerilediyse de gıda piyasalarında çok kırılganlaşmış olan arz talep dengesi, 2010 yılında yeniden bozuldu. Rusya’da yüz binlerce hektar tahıl alanını etkileyen yangınların, Kanada’da aşırı yağışların, Arjantin’de kuraklığın (hepsi küresel ısınmayla, iklim değişikliği sorunuyla ilgili) etkisiyle gıda fiyatları endeksi bir yılda yüzde 30’dan fazla arttırdı. Buğday fiyatındaki artış Haziran 2010 – Ocak 2011 arasında yüzde yüzü geçti.
Bu fiyat artışları, mali kriz sonrasının Avrupa’da yükselen gençlik isyanıyla, Yunanistan’dan Portekiz, İspanya, Fransa gibi Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yla yakın bağları olan ülkelerdeki grev dalgasıyla, yeni iletişim teknolojilerinin anında taşıdığı isyan imajlarıyla çakıştı. Açlık, işsizlik kaygısı, bu kez adalet talebiyle birleşerek özgürlük, eşitlik gibi evrensel sloganlarla devleti hedef alan bir protesto eylemleri dalgası başlattı. Böylece, bu kez isyan, yerel talepleri ekmek peynir davasını ve egemen sınıfların taviz verebilme sınırlarını aşarak devrim süreci alanına geçmiş oluyordu…
Böylece başlayan devrim süreci, piyasa modelinin yerine halkın iradesine, genel toplumsal çıkarlara ve gezegenin yaşam önceliklerine dayanan bir modelin geçmemesi halinde uygarlığın geleceği olmadığını da gösteriyordu.
Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi