‘BÜYÜME’ SÖYLEMLERİ VE GERÇEKLER
Türkiye ekonomisi 2010 yılını yüzde 8.9’luk reel büyüme ile kapattı. Söz konusu büyüme performansı resmi çevrelerde AKP hükümetinin büyük bir başarısı olarak nitelendirildi.
Türkiye ekonomisi 2010 yılını yüzde 8.9’luk reel büyüme ile kapattı. Söz konusu büyüme performansı resmi çevrelerde AKP hükümetinin büyük bir başarısı olarak nitelendirildi. Oysa, büyümenin niteliğinin yüksek dış açıklara ve 2009’un zayıf “baz etkisine” dayandığı biliniyordu. Dolayısıyla, Türkiye’nin AKP idaresi altındaki neoliberal politikaların sonuçlarını sadece 2010 büyüme performansına bakarak değerlendirmek yanıltıcı olacaktır. Bunun yerine AKP döneminin bütününe bakmamızın daha doğru bir yaklaşım olacağını düşünmekteyiz.
Türkiye ekonomisinin AKP idaresi altında (2003-2010) arasındaki yıllık ortalama büyüme hızı yüzde 4.6 olmuştur. Bu oran Türkiye ekonomisinin tüm Cumhuriyet tarihi boyunca sergilediği genel ortalamanın (1923-2010) altındadır (yüzde 4.9). Dahası, Türkiye için 2001 sonrasında IMF tarafından biçilen yılda ortalama yüzde 5 büyüme hedefinin de gerisindedir. Eğer, Türkiye ekonomisinin büyüme ortalamalarını IMF programının tam anlamıyla uygulamaya konulduğu 1998 sonrasından başlatırsak, önceleri üçlü koalisyon, sonra Kemal Derviş’in Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı, nihayetinde de AKP eliyle uygulamaya konulmuş olan neoliberal modelin büyüme hızı yüzde 3.6’ya gerilemektedir.
Dolayısıyla, Türkiye ekonomisi neoliberal program altında, gerek tüm dönem boyunca, gerekse AKP iktidarı özelinde geleneksel ortalama hızının altında kalan bir büyüme sergilemiştir. Bu gerçek karşısında resmi yaklaşım, 2008/2009 krizinin Türkiye’den kaynaklanmadığı ve dışarıdan gelen bir şokun yansıması olduğunu söyleyecektir. Oysa, 2008/2009 krizinin yapısal nedeni aslında zaten tüm 2001 sonrasında gerek Türkiye’de, gerekse kapitalizmin tüm merkez ekonomilerinde uygulanmakta olan finansallaşma ve spekülatif rantiyer birikim modelinin doğrudan bir sonucuydu. Türkiye’nin (ve tüm küresel ekonominin) 2001 sonrası genişlemesi kadar, 2008/2009 krizi de aynı politikaların kaçınılmaz ürünüydü.
Ancak, söz konusu neoliberal programın sonuçlarının sadece büyüme hızının yavaşlamasından ibaret olmadığını, var olan büyümenin çarpık niteliklerinin ve dayandığı sermaye birikim modelinin doğurmakta olduğu yıkıcı sosyal sonuçlarını da anımsamamız gerekmektedir.
Aşağıdaki tabloda Türkiye ekonomisinde üretici sektörlerin kriz boyunca sergilediği üretim ve istihdam görünümü sunulmaktadır.
Türkiye ekonomisi krizin başlangıç yılı olan 2008’e görece, 2010 sonunda, birikimli olarak yüzde 3.7 büyüme kaydetmiştir. Bu dönemde sanayi sektöründe toplam büyüme yüzde 5.1; tarımda 5.2; hizmetlerde ise yüzde 3.4 olarak gerçekleşmiştir. Bu gelişmeler sonucunda 2010’da toplam istihdam, 2008’e görece 1 milyon 400 bin kişi artış göstermiştir.
Ancak, istihdamın sektörel dağılımına baktığımızda üretim performansının işgücü piyasalarındaki güdüklüğü ve izlenmekte olan dışa bağımlı sermaye birikim modelinin çarpıklığı tüm çıplaklığıyla önümüzde durmaktadır.
2008-2010 arasında sanayi sektörlerindeki istihdam artışı sadece 55 bin kişidir. Bu dönemde tarımsal istihdam artışının toplam 667 bin; hizmetler sektöründeki artışın ise 401 bin olduğunu görmekteyiz. Her iki sektörde de işgücü koşullarının son derece parçalanmış ve güvencesiz olduğunu; örgütsüzlüğün ve enformalleşmenin yoğun olduğunu bilmekteyiz. Nitekim TÜİK verileri, örneğin 2010 boyunca tarım sektöründe “istihdam edilen” toplam 5 milyon 683 bin çalışanın, 4 milyon 857 bininin herhangi bir sosyal güvenceden yoksun, kayıt dışı olarak çalışmakta olduğunu (toplamın yüzde 85’i!) belirtmektedir. Söz konusu dönemde istihdam artışının 190 bin kişisini barındıran inşaat sektöründeki acımasız sömürü koşulları ise sektörün acı bir gerçeğidir.
Dolayısıyla, Türkiye ekonomisinin 2010 performansı ne mucize bir büyüme; ne de sosyal açıdan kabul edilebilir bir istihdam sürecini yansıtmaktadır. Türkiye ekonomisi 1980’li yıllardan bu yana adım adım geliştirilen neoliberal projenin uluslararası yeni iş bölümüne koşut olarak, sanayisinde dışa bağımlı, işgücü piyasalarında ise parçalanmış, enformalleştirilmiş ve kayıt dışılığa itilmiş istihdam biçimleriyle küresel ekonominin bir ucuz emek ve finansal kumarhane merkezi olmaya itilmiştir.
2010’un “mucize” büyüme öyküsünün cilalı maskesinin ardındaki gerçekler son derece yalın ve nettir. Rekor büyüme söylemlerinin ardında insan onuruna yakışır iş koşullarından uzak, piyasanın acımasız sömürüsüne açık, esnekleştirilmiş bir emek ordusu; ve sanayi yapısı parçalanmış, dışa bağımlı olarak taşeronlaştırılmış çarpık bir ekonomi modeli yatmaktadır.