KRİZDE YENİ DALGA NASIL GÖĞÜSLENECEK?
KRİZDE YENİ DALGA NASIL GÖĞÜSLENECEK?
“Alın, satın ekonomiyi canlandırın. Kriz sakinleşsin, işiniz yürüsün…” Bu sloganı içeren sosyal reklamların üstünden çok geçmedi. En fazla 1.5-2 yıl önce iktidar, sermaye örgütleri, topluma “harcayın” diye yalvarıyordu. Peki bugün? RTE’nin gözdelerinden Bülent Gedikli, TV8’de dedi ki, “Kötü haberi veriyorum; dünya ekonomisinde karabulutlar gözükmeye başladı… Tedbirli olun. Ne varsa onu tutun. Fazla harcamayın.” Nereden nereye… Hem de 2 yılda. Dün, harcayın diye yalvartan koşullar farklıydı, bugün ise farklı.
Ekonomi, 2008’in son çeyreğinde yüzde 6.4, takip eden 2009’un ilk çeyreğinde de yüzde 14’ün üzerinde daralmıştı. 29 Mart 2009 yerel seçimlerine de bu koşullarda gidilmiş ve AKP önemli ölçüde oy kaybetmişti.
Daralma, 2009 ikinci çeyreğinde de sürdü. İşte bu “harcayın” kampanyaları, hükümetin vergi indirimleri ve kamu harcamalarını kamçılaması ile kriz hafifletildi. “Net hata noksan” verilerinden anlaşıldı ki, dışarıdan kaynağı belirsiz dövizler girdi. Bunlarla batmaktan kurtarılan gemi, 2009’un ikinci yarısında geri dönüş yapan sıcak para ile de ayağa kalktı. Sıcak para geldikçe ekonomi dirildi. 2007’de 114 milyar dolar olan sıcak para girişi, 2008’de 55 milyar dolara düşmüştü. Ancak 2009’un ikinci yarısında sıcak para geri geldi ve 2009’da 85 milyar dolar giriş gerçekleşti. Ama esas şahlanış 2010’da yaşandı ve 114 milyar dolar sıcak para girişi, yılın tamamında yüzde 9 büyümeyi de getirdi. 2011’in ilk çeyreğinde yüzde 11 büyüme ile ifade edilen aşırı ısınma memnuniyetten çok endişe taşıdı. Çünkü, ısınma sürdükçe madalyonun öbür yüzünde devasa bir cari açık oluştu. Yıllık 75 milyar dolara koşan cari açığın, milli gelirin yüzde 8’ini aşması, IMF’ye göre yüzde 10’a koşması, iktidarı, ekonomiyi soğutmaya, bunun için de “harcamayın” komutuna zaten zorluyor. Buna şimdi, AB’den gelen karabulutlar eklenince endişe büyüyor.
Ekonomide aşırı ısınmayı körükleyen, iç talep, tüketim. Dış talep, ihracatın büyümeye etkisi, çok geri planda. İçeride tüketici kredileri ve kredi kartı borçlanmalarıyla büyüyen ve büyümeyi ithalatla, ithal girdi ağırlıklı üretimle gerçekleştiren ekonomi, süratle cari açık belasına dolandı.
Kaynak: BDDK veri tabanı
Kriz öncesinde 106 milyar TL’yi ancak bulan tüketici kredisi ve kartla borçlanmalar, 2009 ortasına kadar ancak yüzde 11, yani enflasyona yakın artmış, reel olarak gerilemişti. Esas artış 2010 ve 2011’de yaşandı ve bu yılın mayıs ayında 200 milyar dolara yaklaştı. Krize giderken en büyük kambur bu borçlanmalar ve üçte ikisi özel sektöre ait olan 300 milyar dolarlık dış borç stoku. Hele ki bunun dörtte birinin kısa vadeli olması gerçekten kritik.
***
İktidar, krizin ilk fazında, aşırı daralmayı ve onun yıkımını azaltmak için iç tüketim seçeneğine sarılmıştı. Şimdi hedef, büyüme değil, aşırı ısınmayı soğutma, yani kontrollü küçülme. Ama, ya dışarıdan gelen sert dalgalar istenenin üstünde bir daralmaya yol açarsa? Bu yılı yüzde 6-7 büyüme ile kapatmayı uman iktidar, 2012’de yüzde 4.5 büyümeyi hedefliyor. IMF ise bu rakamın yüzde 2.5 olacağını öngörüyor.
Şimdi korku, ABD’de borçlanma tavanının delinememesi halinde yaşanacak kamu maliyesi krizinin, AB’deki devletin mali krizi ile bütünleşip dünyayı yeniden kasıp kavurması. Türkiye, sıcak para çekilmesi ile bir kur şoku yaşamanın eşiğinde. AB’ye ihracatın azalması ile kapasite düşüşleri ve onun getireceği tensikatlar, düşen aile gelirleri, ödenemeyen borç taksitleri, yeni işsizlik dalgası ve yoksullaşma, öteki tatsız sonuçlar olacak.
Harcamayın, demek yetmiyor. Ortaya çıkacak kriz faturasının bir kez daha alttaki sınıfa yıkılmamasını ve faturada adil olunmasını talep etmek gerekiyor. Mevcut ekonomi paradigması, kırılganlık üreten, krizler karşısında dayanıksız ve sürekli bağımlılık yaratan, iş ve aş sorunlarına karşılık vermeyen, “B planı” olmayan bir yapıda. Krizler, hiç olmazsa bu kurgunun terk edilip daha dayanıklı bir yapıya geçişin vesilesi olmalı ama bu iktidarda böyle bir çaba yok.