ENKAZ ALTINDA KALAN GAZETECİLİK
Genci yaşlısı, evlisi bekan, alaylısı mekteplisi, kadını erkeği hepsinin yüreğinde aynı ateş yanar.
Genci yaşlısı, evlisi bekan, alaylısı mekteplisi, kadını erkeği hepsinin yüreğinde aynı ateş yanar.
Onlar, bu lanet mesleğe uykusuz, beş parasız, sigortasız, sendikasız, ıssız başlar… Yoldaşlannı hemen tanırlar. Gözlerinden tanırlar. Heyecanlarından tanırlar. Gülümsemesinden tanırlar.
Bu mesleğin dini, dili, cinsiyeti, rengi yoktur. Sahicisinin vicdanı haymatlostur. Zamanının tanığıdır. Gerçeğe, hayata ve o ana adanmıştır.
Bir cinayet, bir çatışma, bir intihar, bir kovalamaca, bir itiraf, tek bir sözcük…O haber her ne ise ve her neredeyse o an her şey buharlaşıverir. Ne para, ne partner… Gazetecilik hisseden için bir aşktır. Paha biçilemez, terk edilemez, devredilemez.
Aşkların en vefasızıdır gazetecilik. Tanıklıkların uğruna, onu aktarmak uğruna saatlerce; bazen günlerce beklersin, itilir kakılırsın, aşağılanırsın, üşürsün, acıkırsın, korkarsın, uykusuz kalırsın, utanırsın… Ama hepsinin toplamı ve daha ağın yıllar içinde önüne çıkan faturadır. Bu mesleğin psikolojik faturası çok ağırdır. Ailesi, şayet varsa mutlaka etkilenir. Çoklukla boşanır gazeteci. Evlilik yürütemez. Alkolik olur. Çocuklanna babalık yapamaz. Hayattan façası vardır, izah edemez onun o mühim gününde neden orada olamadığını. Anlatsa anlaşılmaz. Unutamadığı manşetleri gibi unutamadığı dayaklar vardır. Hırsızlığı vardır. Haber uğruna ya bir morgdan ya bir cenaze evinden bir kare vesikalık fotoğraf çalmıştır. Yalansız gazeteci olmaz. Bilgi almak için telefonda nöbetçi müdür olur, vali olur, savcı olur.
İmkansız, yasak, geçemezsin, bilmiyorum, söyleyemem, dur, sus, bakma lügatinda yazmaz gazetecinin. Gidilecek ve haber yapılacak bir şey varsa ne asker, ne polis, ne bakan, ne milletvekili, ne başbakan ne de cumhurbaşkanı tanır. Gider, geçer, alır, çeker ve yazar.
Böylesi bir insanı, böylesi bir aşkla işini yaparken en çok ne incitir?
Uğruna hayatını sakatladığı bu mesleğin hali. Hemen her kademesinde acısıyla tatlısıyla her şart altında görev yapmış bir gazeteciyim. En üst rütbe en kıymetli makam muhabirliktir. Tartışmam.
Van depreminde iki gazeteci can verdi. O iki gazeteci bu ülke medyasının ne vaziyette olduğuna dair çok hayati bir fotoğraftır.
Mesele medya grubunun ne olduğu değil. Hepsi aynı rezilliği aynı ikiyüzlülükle gazetecilere dayatıyor. Sendikasızlaştınlan, meslek örgütlerinin esamesi okunmayan medya sektörü kelimenin tam anlamıyla vahşileşmiştir. 90’h yıllardan bu yana haklarını koruyamayan veya satan gazeteciler mesleği bu hale getirmiştir. Kifnsfe, patronlara kızmasın. Onlar patronluğunu yaptı. Sömürülmeye teşneyseniz sömürülürsünüz. Kerameti kendinden menkul finansçılar, yöneticiler dizilere, ‘celebrity’lere, gizli ortaklıklan olan yapım şirketlerine milyonlarca dolar aktanrken gene aynı muhabirler tam da bu şartlarda çalışıyordu. Sömürülen, sömürülmesi en kolay olan kimdir? Aşkla yanan ve gözü haberden başka bir şey görmeyen muhabirdir, kameramandır, foto muhabiridir. Sahadaki adamdır. Bugün ekranlan ve gazete köşelerini dolduran, bilmiş bilmiş ahkam kesen börek suratlı birtakım insan müsvettelerine bakıyorum. Adını sadece sektörün bildiği yöneticilere bakıyorum. Ne uğruna bu mesleği iğfal ettiniz. İki villanız, iki yafanız, üç yazlığınız eksik olsa ne olurdu? Bir model eksik arabayla dolaşsaydınız. Bugün tirajlara ve toplam bilançolara bakınca nasıl başansız olduğunuz da ortada. Son lafım da isimlerinin altına gazeteci yazdıranlar. Tercihiniz sadece ayıp değil aynı zamanda zulümdür. O enkazın alfanda iki gazeteci kaldı. Gazeteci onlardır. Sizin ne olduğunuz belli. Şimdi çıkın o ekranlara haysiyet cellatlan ve gerine gerine biz gazeteciyiz deyin. Utanmadan.