‘KAPİTALİZM NEREYE GİDİYOR?’
Prof. Dr. İzzettin önderle doğuşundan bugüne kapitalizmi konuştuk. Sosyal demokrasinin rolünden, sistemin bugünkü akıl dışı noktaya nasıl geldiğine kadar tüm yönlerini Önder, Aydınlık´a anlattı.
İÜ İktisat Fakültesi öğretim Üyesi Prof. Dr. İzzettin önder’le, 16. yüzyılda Feodalizmden başlayarak, analitik bir bakış açısıyla kapitalizmin ve emperyalizmin tarihsel süreç içindeki evrelerini; sosyal demokrasinin ortaya çıkış nedenleriyle, emekçi kesimin bilincinde yarattığı bozucu etkiyi; büyük ölçüde Çin’de ve daha küçük ölçülerde de Japonya ve Avrupa ülkelerindeki dolar ve Amerikan tahvillerinin neden depolandığına ilişkin İP Genel Başkanı Doğu Perinçek’in tezini; Batı’daki tslamofobi’nin ekonomik temelini ve kapitalist sistemin bir çöküş evresinde olup olmadığını konuştuk.
16. yüzyılda feodalizmden yola çıkan kapitalizm hangi dramatik evrelerden geçti?
Sistemlerin tarihsel gelişiminde, maalesef lek sistem kapitalizm oldu. Sosyalist sistem kısa sürdüğü için onu bir tarafa bırakıyoruz.
Kapitalist sistem önceleri çok yavaş bir çizgide ilerliyordu. Fakat zamanla değişim ve gelişim çok hızlandı. Bunun sebebi de tabii sermaye birikimiydi.
Ticaretle birlikte sömürgecilik ortaya çıkmaya başladı. Uluslararası ticaret o dönemde öne çıktı. Ticaretin gelişmesi aşamasında Akdeniz büyük bir önemi haizdi. Kapitalizmin gelişmesi ülkeler itibariyle de geçişlilik göstermiştir. Akdeniz çevresinden Hollanda’ya, oradan da İngiltere ve ABD’ye sıçramıştır.
Önceleri ahlak gözetildi
Sanayi Devrimi öncesi mi?
Evet, 17. yüzyılda, Sanayi Devrimi başlamadan. Adam Smith 1774’de kitabını yazdı.
Ünlü eseri, "MilTetlerin Zenginliği"ni mi?
Evet. Ondan önceki dönem merkantil dönemdi. Kapitalizm asıl o zaman başladı tomurcuklanmaya. Merkantilizmin bütün amacı servet birikimi sağlamaktı.Ülkeler sanki birer büyük tüccarmış gibi ticaret yoluyla servet biriktirmekteydi. Milletlerin Serveti’nin özü merkantil bir zihniyetin yansımasıdır.
Smith aynı zamanda bir ahlak profesörüdür. Milletlerin Serveti’nden on yedi yıl evvel, "The Theory of Moral Sentiments" diye ahlak üzerine bir kitap yazmıştı. Ahlak profesörü olması, iktisatta belirli bir ahlakı gözetmesine yol açmıştır. Toplumun güçlü kesimleri olan zengin tüccarların elinde pek çok imkan olduğunu ve kendi çıkarlarını halka, halkın çıkarıymış gibi gösterdiklerini, üstelik de çıkarlarını halka müdafaa ettirdiklerini söyler. Sanki bugünkü ideolojiyi görmüş gibidir.
Smith’e göre vergiyi sadece devlet almaz, eğer işletme bir monopolse, bir anlamda bunlar da vergi salmış gibi halkı tırtıklar.
Çağdaş iktisatçılar toplumun yararını tamamen terk etti
Hangi yöntemle?
Üretim fiyatının çok üzerinde satarak. Kapitalist sistem bu şekilde tırtıklar zaten. Monopol olarak yüksek fiyatla tüketiciyi, monopson olarak da emeği baskılayarak tırtıklar.
Hatta Smith şöyle bir şey de söyler: "Bu güçlü gruplardan gelen bir yasa teklifine dikkatle bakmak durumundayız. Ancak bütün topluma yarar sağlamak koşuluyla bunlar yasalaştırılıp uygulamaya koyulmalıdır."
Smith güçlü kesimlerin hakimiyetini ahlaksal bir görüşle kırmaya çalışmıştır.
Halbuki çağımız iktisatçılarında bu tavrı görmüyoruz. Bugünün iktisatçıları kendine dönük bir yarar fonksiyonuyla çalışırlar.
Biz John Stuart Mill’i liberalizmin ilk temsilcisi olarak görürüz. Smith’in görüşleri, Mill’e göre daha ahlakidir.
Neo- klasiklere geldiğimizde ticaret daha da gelişmiş durumdadır. Böylece ülkeler arası ticaret önem kazanır ve ülkeler arası mücadele de başlar.
Avrupa tarihindeki Otuz Yıl Savaşları’ndan sonra, 1648’de Vestfalya Antlaşması ile ulus devletlerin kuruluşu gündeme gelir. Artık sanayi kuruluşlarının gümrük duvarlarıyla korunması ve ticari işlerin yürütülebilmesi için bir hukuk sistemi gerekmektedir.
İngiltere’de sömürgecilik Sanayi Devrimi’yle birlikte daha da güçlenir. O dönemde artık yavaş yavaş sömürgecilikten emperyalizme geçiliyordu.
İngiltere, Çin’e eroin satarak dış açığını kapattı?
Sömürgecilikle emperyalizmin farkı nedir?
Farkı şu: Kapitalizmin bütün amacı merkeze kaynak çekmektir. Kaynak silahlı güçle merkez ekonomilere çekiliyorsa, bu sömürgeciliktir. Fiziksel olduğu için halk bunu görebilir. Oysa böyle değil de, günümüzdeki gibi ticari ilişkilerle ve anlaşmalarla merkeze kaynak çekiliyorsa, bu emperyalizmdir. Emperyalizm ticari ilişkilerle yürütüldüğü için maalesef halk anlamaz.
Mesela İngiltere Çin’le olan ticaretinin ilk aşamalarında ticaret açığı verdiğini farkediyor. Ticaret açığını kapatma çaresini Çin’e eroin satmakta buluyor. Çin’deki o zamanların eroin sorununun müsebbibi o dönemin İngiltere’sidir.
Kapitalizm ortaya çıktığından beri çürüyor
1848’de kapitalizmin ilk büyük krizi çıkıyor. Sistemin ilk çürümeye başladığı tarih bu galiba?
Siz çürümenin başlangıcından bahsediyorsunuz ama kapitalizm ortaya çıktığından beri zaten çürüme halinde yaşamını sürdürdü.
Birinci Dünya Savaşı sonrası kapitalizmin ikinci evresi mi başlıyor?
Evet. Kapitalizm artık yerleşti, ulus devletler kuruldu, hatta birbirleriyle savaştılar, paylaşım yaptılar. Ancak bu paylaşımdan sonra hâlâ mutlu değiller. Birinci Dünya Savaşı sonunda yanlış bir şey yaptılar. Almanya’yı çok borçlu hale getirdiler. Ondan sonra ikinci büyük kriz olan 1929 krizi geldi.
Bu ikinci büyük kriz’de, bugünkünden nitelikleri biraz farklı olsa da, Amerika’da yine evlerle ilgili kredi sistemiyle ortaya çıktı. Yalnız bu yüzeydeki sebepti.
Kapitalist sistemde üretim artışı öyle bir aşamaya gelir ki talep arz karşısında yetersiz kalır. Bu durumda piyasaları genişletebilmek için kredi mekanizmasının çalıştırılması gerekir. Dolayısıyla kapitalist sistemin ana dokusunda kriz reel sektördedir.
1929’a gelinceye dek kapitalizmin klasikleri Smith, Ricardo, Mili ve neo-klasiklerden Marshall’a baktığımızda, hepsinin devletin ekonomiye karışmamasını önerdiklerini görüyoruz. Ki bunlann mantığına göre, piyasa kaynak dağılımını düzenler, ne üretilecek, ne kadar üretilecek, paylaşım nasıl olacak, bütün bunları piyasa çözerdi, sulh ve sükûnu sağlardı.
Sürekli piyasa ihtiyacı doğuran bir sistem
Yani piyasanın görünmez kutsal eli vardı. Tabiat gibi kendi kanunlarıyla doğal bir işleyişe sahipti. Devlet müdahale etmezse, insanlar rekabete girerler ve kendileri kazanırken, aynı zamanda toplum da kazanırdı…
Smith’in söylediği kısmen buydu. Çünkü Smith’in yaklaşımında devlet vardır ve düzenleyicidir. Ancak genel olarak klasik ve neo-klasiklerde sistemin işleyişi doğal sisteme dayanır. Bu mantık çok da çürük bir mantık değil aslında. O dönemde monopoller ve büyük şirketler yoktu. Güçler aşağı yukarı simetrikti. Bugünkü güçler ise asimetrik. Asimetrik güç her şeyi kendi tarafına yontar tabiatıyla ikincisi, o dönemde döviz kuru da yoktu, çünkü ticarette kıymetli metaller kullanılıyordu. İthalat ve ihracatın altınla yapılmasının fiyat mekanizmasında bir denge sağlayacağına ilişkin bir mantık vardı. Emekte ihtisaslaşma olmadığı için, emek ekonomi içinde yer değiştirebiliyordu. Bu sistem mutlak değil ama çalışabilir bir görüntü sergiliyor.
Marx ne demişti? Kapitalist sistem insanlar için değil, sermaye birikimi için çalışır. Sermaye birikimi yapabilmek için üretimi durmadan artırmak lazım. Üretimi artıralım güzel ama bunun için piyasa gerekiyor. Bu öyle bir sistem ki durmadan bir piyasa ihtiyacı doğuruyor.
En büyük tüketici devlet
Piyasanın zaman zaman tıkanması kaçınılmaz herhalde?
Tıkanacaktır tabiatıyla. Bunun üzerine Keynes, güzel de, diyor, eğer biz insanları kendi haline bırakırsak, doğrudur piyasa tıkanır. Onun için yapay bir tüketici koyalım araya. İşte o tüketici de devlettir. Böylece Marx in arz fazlası diye teşhis ettiği hastalığı, Keynes talep eksiği diye yorumladı.
Keynes, Marx’ı okumuş ve Marx için olumsuz şeyler söylüyor.
Keynes’in 1936’da yazdığı kitabın ismi, "Genel Teori" ifadesiyle başlıyor.
Genel Teori, sistem değişecek ve klasik ve neo-klasik devir artık bir tarafa bırakılacak anlamına geliyor. Hedefi ise istihdam. Çünkü 1.929 krizinden sonra luryük çapta İşsizlik meydana’ geldi ve ‘ dünya çok sarsıldı. Keynes şunu söylüyor: Devlet ortaya çıksın, vergileri o kadar yükseltmesin, işverenler ücretleri baskılamasın. Keynes ücretleri baskılayan sermayedarlara çok kızıyor, ama bu kızgınlığı emek dostu olmasından ya da âdil gelir dağılımı istemesinden değil. Keynes’in bütün istediği, bir tüketici sınıfı yaratabilmektir. Keynes’in söyledikleri yapıldı ve sosyal demokrat politikalar oluşturuldu.
Şimdi burada derhal görüyoruz ki kapitalist sistem, sermaye ve emek bileşim oranları, sermayenin lehine, emeğin aleyhine değiştikçe, sistem krize girmeye başlıyor, çünkü piyasa daralıyor.
Sekiz sene sürdükten sonra 1929 krizi atlatıldı. Fakat bu, Almanya’nın fazla borçlandırılmasının intikamı olarak İkinci Dünya Savaşı’nı hazırladı. Savaş esnasında Kızıl Çin ortaya çıktı. Kızıl ÇiıVihortaya çıkmasa tabii batı dünyasını fevkalade ürküttü.
O nedenle de bir tedbir almak gerektiğini düşündüler.
SOSYALİZMLE mücadele merkezi
1941 yılında, Amerika’da "Foreign Affair Gomıssron" adlı gizli bir komisyon kuruldu. Bu komisyonda ABD Başkanı ve Rockefeller gibi büyük işadamları vardı.
Komisyonda alınan kararlardan birisi, sosyalist dunyayla mücadele edilecek ve bu mücadelenin ağababası ABD olacak. "
İkincisi de, kapitalist sistemin kendine çeki düzen verebilecek mekanik mekanizmaları var gibi bir hikayeye de artık yer yok. O halde, kapitalist dünyanın merkezi bir planlama altına alınması lazım. Bunun sonucunda, 1944 yılında Bretton Woods anlaşmasıyla Dünya Bankası ve IMF kuruluyor. Dünya Bankası bizim gibi gehşmekte olan ülkelerin komünistler tarafından avlanmaması için proie kredisiyle beslenmesi esasına göre kuruluyor. Avrupa kurtarıldıktan sonra, Foreign Affairs’in siyası bir uzantısı olarak Bilderberg Konferansı ortaya çıktı. Bu konferansın amacı, yumuşak ilişkilerle ve taraflara hissettirilmeden onları yönetmektir. Davos da onun bir parçasidir. Bütün bunlar etkileme ve tepki uyandırmadan yoneüne mekanizmalarıdır.