KÜRESEL GIDA KRİZİ VE TÜRKİYE
Öncelikle şunu vurgulayalım: Küresel bir gıda krizi hızla yaklaşıyor. Başta ABD olmak üzere, Avrupa ve Asya’da son yılların en şiddetli kuraklığı yaşanıyor.
Öncelikle şunu vurgulayalım: Küresel bir gıda krizi hızla yaklaşıyor. Başta ABD olmak üzere, Avrupa ve Asya’da son yılların en şiddetli kuraklığı yaşanıyor. Dünyanın en büyük soya ve mısır tarlalarına sahip olan, üstelik dünyanın en büyük buğday ithalatçısı konumundaki ABD topraklarının yüzde 60’ını etkileyen bu durum pek tabii diğer ülkeleri de etkiliyor. Geçen ay ABD’nin mısır hasadı bir önceki yılın aynı dönemine kıyasla 46.7 milyon ton altında kaldı. Ve tabii hemen bedeli ödenmeye başlandı. ABD’de mısır fiyatları yüzde 30, buğday fiyatları ise yüzde 50 zamlandı.
Avrupa’da da durum farklı değil. Buğday fiyatları geçen aya oranla yüzde 32.4 arttı. Bir ton mısır 252.25 Avro’ya ulaştı. Buğday fiyatları ise ton başına 292 Avro’yla son 10 yılın en yüksek seviyesinde. Avrupa’daki bu fiyatların nedeni ise dünyanın 3. büyük tahıl ihracatçısı Rusya’nın Volga ve Güney Ural bölgelerinde yaşanan kuraklık. Afrika’da da durum iyi değil. Zaten birçok bölgesi kuraklığın pençesindeki kıtanın 4 büyük tarım ülkesinde (Burkina Faso, Nijer, Çad ve Moritanya) hasat ortalamaları son 5 yılın altında. Artan tahıl fiyatları nedeniyle aç kalan halk çareyi göç etmekte buluyor. Batı Afrika’da 300 bini aşkın insan göç yollarında. Her ne kadar artık tüm dünya kanıksamış olsa da işin daha da vahimi Afrika’da 18 milyon insanın açlık sınırında olduğu gerçeği.
Tekelleşme
Tüm bunları lütfen dünyadaki dönemsel olaylardan biri diye okuyup geçmeyin. Çevrenizdeki pazarlarda, marketlerdeki gıda ürünlerinin bolluğuna bakıp Türkiye’de her şeyin aynı şekilde yolunda gideceğini de düşünmeyin sakın. Çünkü kuraklık, dönemsel olmanın ötesinde küresel ısınmanın sonuçlarından biri. Kimi yerleri seller götürürken kimi bölgelerdeki yoğun ısı artışları artık gıda üretiminin önündeki en büyük engel. Ve işin en kötüsü bu durumu eski haline getirme şansımızın artık neredeyse yok denecek kadar azalmış olması. Tarımsal üretimde güçlü olup ihracatçı konumundaki ülkelerde yaşanan bu durumun sürmesi halinde gelişmekte olan ülkelerde gıdaya erişim giderek zorlaşabilir, hatta sosyal patlamalara ve ayaklanmalara bile neden olabilir.
Bunlar madalyonun bir yüzü. Diğer yüzünde ise küresel gıda krizini daha da derinleştiren başka boyutlar bulunuyor. Şunu görmeliyiz ki gıda krizi sadece üretim eksikliğinden değil, aynı zamanda özelleştirme, kuralsızlaştırma modeline dayalı mevcut gıda ve tarım politikalarından ve bunun yanı sıra gıda sektörünün üretim ve dağıtım zincirinin hemen her halkasını denetleyen, fiyatlandıran, yönlendiren ulus-ötesi şirketlerin güçlü tekel konumlarından da kaynaklanıyor. Örnek mi?
Size tarımsal üretimin daha ilk halkasında ortaya çıkan bir örnek: Dünya tohum piyasasının yarıdan fazlasını Monsanto, DuPont, Syngenta, Bayer’in başı çektiği 10 büyük şirket kontrol ediyor. Ve artık tohumlar eski tohumlar değil. Melez, geri dönüşümsüz, tek kullanımlık hibrid tohumlar kullanılıyor. Bu kadar mı? Zirai ilaçlama ve gübre sektörlerinde de on ulus-ötesi şirket küresel piyasanın yüzde 84’ünü elinde tutuyor. Ve bunların bir kısmı hibrid tohumları da üreten aynı firmalar.
Türkiye’de hayvancılığa darbe
Gelelim Türkiye’ye… Tamam, bugüne kadar bereketli topraklar ve çiftçinin özverisiyle gıda ve tarım üretiminde fazla sorun yaşamadık. Ancak halen bütüncül bir tarım ve hayvancılık politikası da geliştirebilmiş değil bu ülke. Ve bunun bedelini küresel ısınma ve iklim değişikliğinin etkisiyle giderek daha ağır ödeyecek. İlk aşamada yazını başında bahsettiğim ABD’deki kuraklık ve bunun başta mısır ve soya olmak üzere ürün fiyatlarına zam olarak yansıması haliyle Türkiye’nin de aynı ürünleri zamlı satın almasına yol açacak. Soya küspesi ve mısır hayvan yemi olarak kullanıldığı için öncelikle hayvancılığa darbe vuracak. Türkiye bu yıl yurtdışından yem sektörü ve bitkisel yağ imalatı için yaklaşık 1 milyon ton mısır ithal edecek. Yıllık soya tüketimi ise 2 milyon ton ve bunun sadece 50 bin tonunu üretebiliyoruz. Bu da 1 milyon 950 bin tonun ithal edildiği anlamına geliyor. Unutmayalım henüz daha yolun çok başındayız. Türkiye’nin tarım politikalarını gelecek hafta da masaya yatıracağız…