A L T E R N A T İ F
Türkiye gibi çok kısa süre içinde ekonomik-siyasal koşulların bir anda değiştiği, her şeyin açıkça ortada olduğu zamanlarda bile, yalanların gerçekler üzerindeki egemenliğinin bu kadar baskın olduğu bir ülke daha bulmak kolay değil.
Türkiye gibi çok kısa süre içinde ekonomik-siyasal koşulların bir anda değiştiği, her şeyin açıkça ortada olduğu zamanlarda bile, yalanların gerçekler üzerindeki egemenliğinin bu kadar baskın olduğu bir ülke daha bulmak kolay değil.
Yaklaşık iki aydır tüm ülke, tarihin en büyük rüşvet ve yolsuzluk operasyonu ile çalkalanırken, siyasi iktidarından yandaş medyasına kadar bütün düzen güçleri ortaya saçılan pisliklerin üzerini örtmek için bütün olanaklarını seferber etmiş, mevcut düzeni kurtarma telaşında.
Yolsuzluk ve rüşvet operasyonu sonrasında ekonomik ve siyasi çıkarları tehlikeye girenler işi o kadar azıya aldılar ki, bilim kurgu filmlerine taş çıkartacak yaratıcılıkla gündeme her gün yeni haber ve iddialar ortaya atıyorlar. Bütün bu insanüstü çabanın altında yatan ise, yıllardır kendi haline bırakılan, sadece seçim zamanlarında hatırlanan geniş halk kesimlerinin yolsuzluk, rüşvet ve hırsızlığın kaynağı ve kimler tarafından yapıldığı ile ilgili olarak doğru bilgilenmesini engellemek.
Halkın en temel haber alma kanalları (gazete, TV, İnternet vb.) üzerinde sansür uygulama ve yasaklama girişimleri hızlandı. “Alo Fatih hattı” gibi uygulamalarla iktidara “paralel” yayın yapan medya organlarına bile her fırsatta ayar verme ihtiyacı, Başbakanın sürekli vurguladığı “güçlü iktidar” görüntüsünden çok, siyasi iktidarın Gezi direnişi ile başlayan, 17 Aralık operasyonu ile devam eden “gölgesinden bile korkma” halinin artarak sürdüğünü gösteriyor.
Başbakanın her fırsatta Gezi direnişi ile 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonu arasında bağ kurmaya çalışması, yolsuzluk ve rüşvet çarkının her aşamasından haberdar olmasına rağmen, suçlamaları ısrarla reddetmesi boşuna değil. Başbakan “paralel örgüt” ya da geçmişte sıkça başvurduğu “darbe” söylemleri üzerinden halkı bölerek en azından kendisine inanan kitleleri yedeklemeye çalışsa da, bu sefer işinin hiç de kolay olmadığı anlaşılıyor.
Boğazına kadar pisliğe batmış bir iktidarın ve onun yağma ve talana dayanan ekonomik politikalarının ilk kez bu kadar geniş bir toplum kesimi tarafından tartışılmaya başlandığı bir dönem bugüne kadar hiç yaşanmadı. 17 Aralık’tan bu yana ülkede yaşanan gelişmeler bir taraftan sistemin her açıdan teşhir edilmesini kolaylaştırırken, diğer taraftan düzen güçleri karşısında kendilerini alternatif olarak görenlerin taleplerini ve iddialarını toplumla paylaşmak için uygun ortamlar yaratıyor.
Yıllardır mevcut düzene onun her türlü kirli ilişkilerine karşı alternatif olduğunu iddia eden örgütlü siyasal güçler, yerel seçim sürecinin olanaklarını da kullanarak ülkede yaşanan gelişmeleri geniş halk kesimleri ile paylaşmalı, özü itibarıyla birbirinden çok da farklı olmayan siyasal seçeneklere mahkum edilmemeli.
Emekçiler ve onların örgütlü siyasal-sendikal güçleri yaşananlara yeterince güçlü tepkiler göstermediği sürece, kendi içinde son derece örgütlü bir güç olan iktidar güçlerinin ellerindeki bütün olanakları kullanarak kurduğu egemenliğini yasalarla, sansür uygulamalarıyla, hukuki ve fiili baskılar üzerinden devam ettirmeleri kaçınılmaz görünüyor. Ancak ülkenin 2014 başı itibariyle içinde bulunduğu koşullar ve özellikle ekonomik tablonun giderek bozulması, bugüne kadar başarıyla uygulanan politikaların artık eskisi kadar işe yaramayacağını gösteriyor.
Sistemin iç çelişkileri ve yaşanan olumsuzluklar nedeniyle normal koşullarda daha güçlü ve etkili olması gereken güçlerin yaşananlar karşısında hükümet yandaşları kadar bile cesaretli davranamamaları dikkat çekici. Yerel seçimler, mevcut gelişmelerden rahatsız olan ve kendisini alternatif olarak sunan herkese, halkın önce şehirlerine, sonra geleceklerine sahip çıkmaları ve daha örgütlü hareket etmeleri açısından sayısız olanaklar sunuyor.