MENÜDE ‘HAYAT’ VAR, İSTER MİSİNİZ?
Cumartesi gece yarısı Alihan, banliyö tren yoluna gitmiş bir başına… Ayakkabısı ve ceketini elli metre ötede bulmuşlar, o raylara yatmış ne kadar öyle beklemiş kimse bilmiyor. Aliağa seferini yapan trenin makinisti kör karanlıkta 500 metre öteden raylara uzanan Alihan´ı fark etmiş fren yapmış ama….
Cumartesi gece yarısı Alihan, banliyö tren yoluna gitmiş bir başına… Ayakkabısı ve ceketini elli metre ötede bulmuşlar, o raylara yatmış ne kadar öyle beklemiş kimse bilmiyor. Aliağa seferini yapan trenin makinisti kör karanlıkta 500 metre öteden raylara uzanan Alihan’ı fark etmiş fren yapmış ama….
Sonra bir fotoğraf var, 18 yaşındaki Alihan’ın üzerine gök mavi bir çarşaf örtülü… Birazdan İzmir Adli Tıp Morguna götürecekler… 18 yaşındaki Alihan’ın bu ülkede arayıp bulamadığı, altına sığınamadığı gökyüzü de acaba bu renk miydi? Alihan, pidecide garsonmuş bir gün önce Facebook hesabına "Garson bey menüde ne var? Hayat var efendim… Al senin olsun bu hayat, ben yokum.. Alihan" yazmış.
Bu ifadeler onun onurunu yaralayan, varlığını inkâr eden dünyaya bırakılan " küçücük bir manifesto metin" şimdi, her köşede çocukların yüzüne doğru uçuşan ölümün Alihan’ın yüzüne yerleşmesinden önce yazılan… Öyle değil mi adına yaşamak dediğimiz bu çirkin bulvara çıkan pusu yuvası sokakların birinden kolunu tuta tuta kırmızı montlu Ali İsmail çıkıyor, ilerde yol ağzına varamayan Berkin yere yıkılıyor, biraz ötede Alihan "alın sizin olsun bu hayat" deyip arkasına bakmadan uzakl aşıyordu.. Tabağında, sofrasında,menüsünde başkalarının"hayatını" talep eden "yamyam düzene" siz yetişebiliyor muydunuz? Haklıydı Alihan !..
Menüdeki sırada "onun hayatı" vardı. Sopalılar yarasa gölgeleriyle Ali İsmail’i çevirmiş, havayı yırtan gaz kapsülü Berkin’in arkasından vurmuş, Alihan çalınan "özdeğer" duygusunu kazanmak için tren raylarına uzanmış oluyordu… Caddeleri basan insan kanının taşeron işçiler tarafından deterjanlı sularla temizlendiği, karınca incitmez çünkü karıncası bile kalmayan Türkiyede "hayat" paralı müşterilere her şey dahil hizmet veren bir sektördü. Alihan sanki kullan-at naylon bir poşet gibi Yeni Türkiye’nin bu stratejik sektörüne dahil edildiğini sezmiş.
Pidecideki "geçici" işiyle geçindiği hayatında sabah akşam "bakın nasıl büyüdük"" diye ona nispet gibi seyrettirilen "rezidance tip ifrat yaşamın" doyurulamaz açgözlülüğünü, sınırsız arsızlığını görmüş olmalıydı. Belli ki Alihan "çaresizdi, umutsuzdu" ama insani ve ahlaki ölçüleri yitmiş bunalım geçiren Türkiye’den daha fazla "bunalımda" değildi.. Kolektif dayanışmanın bütün bağlarının kopartıldığı ve üç kişinin sokakta yanyana gelmesinin "yasaklandığı" ülkesinden yalnızlığıyla ayrılmıştı. Ayrıca milyonlarca çocuğun adını ve geleceğini daha doğarken silen "piyasa diktasını" kim inkâr edebilirdi ki? Değil mi ya; dünya lezzetleri ve baştan çıkarıcı tadları, "bütün süreçleri" titizlikle tasarlanmış biçimde kusursuz bir ambiyansla müşterilerine servis eden "yaşama mekânlarımızda" bu yazın "gözdesi" bir Duck-Waffle tabağı için Alihan 10 yıl sonra bile eğer işsiz değilse 16 saat "güvencesiz işçi" olarak çalışacaktı. Çünkü gastrofesad tüketme hırsını "demokrasi" sanan veya AVM vitrinlerini ağzı sulanarak dolaşmayı "özgürlük" sayanların cemaat rezervasyonları çoktan kapanmıştı.
Asgari ücretin bir-iki simitle ölçüldüğü Türkiye’de her gün bir kuru ekmek peşine yirmi milyon yoksul "rakibiyle" düşerken ona "En büyük değer sensin, senin hayatındır Alihan" diyememiştik…