Basına yansıyan haberlere bakılırsa, Ekonomi Yönetimi yapısal reform demeye devam edecekmiş. Galiba herkesin gerçek niyeti sorgulamadan, söylemi ciddiye alacağı ve desteklemek için elinden geleni yapacağı sanılıyor. Durum böyle olunca söz konusu amaç ile dış koşullar arasındaki ilişkiyi sorgulamak gerekiyor. Küresel düzeyde olumsuzluklar artar ve riskten kaçınma eğilimi güçlenir iken, yapısal reformlar yönündeki çabaların başarı şansı artar mı, yoksa azalır mı?
DIŞ KOŞULLAR
Ekonomi yönetiminin yapısal reformlar olarak nitelendirdiği ana başlıklar ile, en azından beklenti düzeyinde ulaşmak istediği bir hedef var: Tasarruf açığını küçülterek makul bir oranda büyümeyi başarmak. Amaca ulaşılabilmesi için öncelikle faaliyet gelirlerinin yeterli oranda artırılabilmesi gerekiyor. Konuya bu açıdan baktığımızda, dış koşulların olumsuzlaşmaması hayati önem taşıyan bir değişken haline geliyor. Durum böyle olunca sormak gerekiyor: Yapısal reformlar konusunda ısrarlı olmak için neden küresel koşulların kötüleşmesini beklediniz? Bir devrin geride kaldığını, kuru sıkı beklentilerle risk alma isteğinin geri döndürülemeyeceğini göremiyor musunuz?
İstisnai gelişmelere konu olan bazı yıllar dışında, 2003-2013 arasındaki 11 yıllık dönemde küresel düzeydeki risk alma isteği genelde çok yüksekti; ne yapacağınızdan bağımsız olarak bol keseden kredi bulmak sorun değildi. Bugünkü küresel düzenin oluştuğu 1946 yılı sonrasında benzeri bir dönem daha önce hiç yaşanmamıştı; muhtemelen bundan sonra da yaşanmayacak. Sonuçta niyet ve söylem değil, belki sadece somut başarıların ödüllendirilmesi mümkün olabilecek; bizim yetkililer ise böyle olmayacağını umarak, yapısal reform söylemi ile kredi bulmaya çalışıyor!
DENİZ BİTTİ
IMF akıl veriyor, yapısal reform söylemi ile riskten kaçınma eğiliminin güçlenmesini önleme veya geciktirme amacı ile büyüklere yeni masallar üretiliyor. Bu adım kritik ve kesinlikle yanlış anlaşılmaması gerekiyor: Risk alma isteğinin daha fazla artırılamayacağı ve sorunların ağırlaşmaması adına arttırılması için çaba harcanmaması gerektiği kabulleniliyor; riskten kaçınma eğiliminin yıkıcı olmaması veya bu olasılığın geciktirilmesi için bir şeyler yapılması tavsiye ediliyor. Özetle söylemek gerekir ise öncelikle daha önce risk almış olanların sakinleştirilmesi ve bir süre daha beklemeye devam ettirilmesi konusuna odaklanılıyor. Küresel ekonominin kontrollü bir şekilde durgunlaşmaya devam etmesinin, olumsuz seçenekler arasında en iyisi olduğu düşüncesinden hareket ediliyor.
FAİZ VE ENFLASYON ARTIŞI
IMF tarafından gelişmekte olan ekonomiler için biçilen söylem, Türkiye gibi aşırı kırılgan olanlara pek uymuyor. Evdeki hesap bir şekilde çarşıya uydurulabilse bile, mevcut durumun korunması adına ihtiyaçların karşılanabilmesi pek mümkün görünmüyor. Küresel ekonomi düzelmeyecek ve yeterli düzeyde taze dış kaynak gelmeyecekse, Türk lirasının daha fazla değer kaybetmesi yanı sıra enflasyon ve faizlerin yükselmesi nasıl önlenecek? Yapısal reform söylemi bu tür olumsuzlukların yaşanmasını engelleyebilir mi? Yeterli ve gerekli düzeyde dış kaynak gelmemesi, Türkiye ekonomisini kırılganlaştırır. Küresel düzeydeki durgunlaşma ekonomideki yapısal sorunları ağırlaştırır; bu gerçeklerin kısa vadeden öteye yapısal reform söyleminin gölgesinde kalması mümkün olmaz.
ENFLASYONİST BASKILAR
Denenen yaklaşım sorunları çözme amaçlı değildir; risklerini azaltmak isteyenleri sakinleştirerek krizi ötelemek hedeflenmiş gibi görünmektedir. Dış koşulların olumsuzlaşması, zaten aşırı kırılgan olan ekonomik yapımız sebebiyle çok ciddi bir tehlikedir. İçeride tüketim ve yatırım eğiliminin gerilemesine, enflasyonist baskılarda veya faizlerde artışa tahammül şansı yok denecek kadar azdır.
Yapısal reform demeye devam etmek, Ağustos Böceğinin davranış biçimini özümsemiş olanların derdine deva olamaz. Aksini iddia edenlere sormak gerekir: Bugüne kadar aklınız neredeydi? Dış finansman imkanları daralıp Türk lirası değer kaybetmese ve jeopolitik gelişmeler hareket yeteneğimizi daraltmasa, bu arayışlar gündeme gelir miydi?
Kusura bakmayın, çok geç kaldınız!