Tam da Davutoğlu yeni istihdam paketini açıklıyordu canlı yayında. “Toplum yararına çalışanların sayısı artırılacak, bu alanda 120 bin yeni istihdam alanı oluşturulacak” diyordu ki; yanlışlıkla dokundum kumandanın tuşuna. Bir yerel televizyonun haber bültenine denk geldim, “Parkların melekleri” diye bir haber… “Kadın işçiler şehrin park ve bahçelerini güzelleştirmek için kolları sıvadı. Toplum Yararına Çalışma Programı kapsamında 7 ay önce işe başlayan 34 kadın işçi park ve bahçelerde gün boyu temizlik yapıyor, kenti güzelleştirirken aldıkları ücretle de aile bütçelerine katkı sağlıyor. Aynı zamanda görev yaptıkları parklarda bulunan araç gereçlere zarar vermeye çalışanlara karşı da mücadele veriyor. Hem de güzel bir görsellik oluşturuyorlar” diyor dış ses.
Kadınlardan birine mikrofon uzatılıyor. Utana sıkıla “2 ayımız daha var, sonra yine işsizlik. Keşke sürekli olsa bu iş” diyor. Diğeri daha cevval anlatıyor derdini; “Biz iş güç peşindeyiz, kimi adamlar hakaret taciz derdinde. Yalnız kalmamak için üçer beşer dolaşıyoruz. Korkuyoruz.”
Dış ses araya giriyor hemen; “Artık kent onlarla daha güzel…”
Hem bahçıvan, hem çöpçü, hem güvenlik görevlisi, hem aile hizmetçisi, hem kentin kenar süsü…
Ekonominin can damarı, toplumun kölesi… Önce yardımlara muhtaç edilen, sonra “Madem bu yardımı istiyorsunuz, o zaman hak edeceksiniz” diye neredeyse kölelik koşullarında “Toplum yararına” çalıştırılan kadınlar park bahçe işlerinden, kamu binalarının boya badana temizlik işlerine kadar her işe koşturuluyor.
Daha geçen yıl ekonomi sayfalarının boy boy “büyüme” haberlerinin altında ezilen iki küçük haberi hatırlayalım: Kaymakamlıktan çocuklarının okul masrafları için yardım talebinde bulunan bir kadın, aldığı yardım karşılığında okulun temizliğini “toplum yararına” yaparken okulun penceresinden düşerek ölür. 12 yaşındaki oğlu, cenazede “Keşke hiç okuma yazma öğrenemeseydim anne, sen de o pencereye çıkmazdın” diye ağlar…
“Toplum yararına” refüjlere çiçek eken bir başka kadın grubu, freni patlayan bir kamyonun altında kalır. Bir kadın oracıkta can verir. Diğer kadınlar ambulansa bindirilirken birinin ağlayan sesi duyulur; “N’olur hastaneye götürmeyin, sigortam yok, ödeyemem”…
İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu eserinde Engels sokakları süpüren, hayvan pisliklerini temizleyen, ortalığa akan lağım sularını kovalarla taşıyan yoksulları betimler. Hastalıktan ve açlıktan bitap düşen kadınlar ve çocuklardır bu yoksulların çoğunluğu. Kiliseden aldıkları yardımlar karşılığında bu işleri yaparlar. Yıl 1845’tir, ve onların yaptıkları bu işlere de “toplum yararına çalışma” denir. “Toplum” her kimse bu kadınların ona yararının çok olduğu, ancak o “toplum yararından” toplumun bir gıdım faydalanamadığı çok aşikar.
İlk defa 2004’te yoksulların “aldıkları yardımlar karşılığında” kaymakamlıklarca çalıştırılmasıyla başlıyor “Toplum Yararına Çalışma Programı”. 2008’in sonuna kadar yasal bir dayanağı olmaksızın uygulanıyor, sonra yasal alt yapı tamamlanıyor, bugün teşvik paketlerinin yaldızı haline getiriliyor. “Kadın istihdamının arttıracağız” iddiasıyla AKP iktidarı, işsizliğin en önemli nedeninin “eğitimsizlik” olduğu savıyla kadınları “toplum yararına çalışma programı” ile eğiteceklerini söyleyerek kılıf da uyduruyor. Oysa program ağırlıkla kapsamlı bir eğitim gerektirmeyen, kadınların her daim yaptıkları varsayılan düşük vasıflı işleri kapsıyor. TYÇP kapsamında işe alınanlar öncelikle sosyal yardım verilen kişilerden, yani kadınlardan seçiliyor. En kötü çalışma koşullarına katlanabilen, muhtaçlaştırılmış yoksul ve işsiz kadınlar çok kötü koşullarda düşük ücretlerde de olsa bir iş sahibi olmayı işsiz olmaya tercih ediyorlar.
İşsizliğin tüm yükü işçinin “beceriksizliğine” yüklenir, esasen kadrolu işçilerce yapılması gereken işler angarya olarak yardım karşılığında güvencesiz, geleceksiz çalıştırılan işçilere yaptırılırken “iş” kavramı da değişiyor, olan biten “bir işim var” diyeni de tehdit ediyor.
“Toplum yararına çalışanların sayısı artırılacak” demek, köle haline getirilecek kadınlar artacak demek. Bu da her türlü angaryayı üstlenmek zorunda bırakılan yığınların kendilerini işçi olarak bile göremeden, iktidarın “inayetine”, sermayenin “iyi niyetine” mahkum bir biçimde güvencesiz, geleceksiz çalışması, buna da ses çıkaramaması demek. İnsanca çalışmak ve insanca yaşamaksa derdimiz, işi olanın da olmayanın da “bu toplum yararı bizim yararımıza değil” demesi şart.