ZAM VE ZULÜM… HER ŞEY ‘İSTİKRAR’ İÇİN
Türkiye, 2015 yılını aynı ligde olduğu riskli ve kırılgan ülkelere göre nispeten daha kötü bir tabloyla kapadı. Küresel konjonktürde -ki muhtemelen Obama´nın gerçek gözyaşlarının nedeni olabilir- bir türlü aşılamayan kriz dinamikleri, son gelişmeler olarak Çin´deki nükseden devalüasyon fısıltıları.
Türkiye, 2015 yılını aynı ligde olduğu riskli ve kırılgan ülkelere göre nispeten daha kötü bir tabloyla kapadı. Küresel konjonktürde -ki muhtemelen Obama’nın gerçek gözyaşlarının nedeni olabilir- bir türlü aşılamayan kriz dinamikleri, son gelişmeler olarak Çin’deki nükseden devalüasyon fısıltıları. Kuzey Kore’nin artan Çin dayatmalarına hidrojen bombası denemeli yanıtı, iran ile Suudi Arabistan arasındaki büyüyen kriz ile birlikte yeni denge arayışları eşliğinde devam ediyor.
AKP yönetimi ise etnik-gerici temelde bir iç savaşı da içine alan stratejilerle birlikte bu her gün yenilenen dengeler arasında pozisyon edinmeye çalışırken, bir yandan da ekonomideki ‘istikrarı’ sürdürmeye çabalıyor. Buradaki istikrar elbette sayısal olarak bir takım göstergelerin korunmasından ibaret. Nedir bu göstergeler? Bütçe, dış açık, kabul edilebilir bir büyüme ve yatırımlar için düşük maliyet ortamı. Yani diğer bir ifade ile klasik IMF reçetesi diye bilinen, neoliberal dünyanın ahenginin bozulmaması, küresel sermayenin huzurunun kaçmaması için olmazsa olmazlar. Olası bir kriz anında küresel sermayenin kayıplarını telafi edebilecek güçlü bir devlet kasası (bütçe), kriz fitilini ateşleyecek borçların sürdürülebilirliği için kontrollü bir açık (döviz açığı) ve elbette yüksek kar oranları için düşük emek maliyetleri. Nitekim bu maddeler sağlanabildiği ölçüde AKP, ekonomide biriken kriz dinamiklerini de kontrol altında tutabiliyor.
Her yılbaşı artık rutinleşen zamlar bir yandan yüksek enflasyon ortamında emeğiyle geçinen ve tam anlamıyla üç kuruş parayla yaşamını sürdürmeye çalışan geniş kitlelere "yeter" dedirtirken, diğer bir yandan devletin bu zamlar sayesinde kasasına 3.6 milyar liranın gelir olarak gireceği belirtiliyor. Kısaca, bir yandan hayatı cehenneme çeviren içerde ve dışarıda savaşa harcamalar artarak devam ederken, diğer bir taraftan bütçeyi sağlam göstermek için vergi kırbacı yine emekçilerin sırtına indiriliyor.
Burada bütçe ile doğrudan bir bağı olmasa da elektriğe ve dolayısıyla doğalgaza yapılan zam önemli. Zira tüm dünyada petrol ve doğalgaz fiyatlarının rekor düzeyde düştüğü bir dönemde fiyat indirimi yerine zam yapılması, esasında bu işin sadece ekonomi ile açıklanması imkansız bir hamle olduğunu ortaya koyuyor. Zamların özelleştirme geri ödemelerinin başladığı döneme denk gelmesi de ayrı bir hatır gönül ilişkisini sergiliyor.
Bir diğer taraftan dolar/TL kurunda kısa vadeli yatışmaları saymazsak yukarı yönlü bir eğilimin devam ettiği ortada. Her ne kadar dolar/TL kuru için 3 seviyesi psikolojik sınır olarak ifade edilse de, sıradan vatandaşın dahi 3 seviyelerine artık alıştığını söylemek mümkün. MB verilerine göre döviz açığımız 174 milyon doların üzerinde ve finansal kesim dışındaki firmaların kısa vadeli döviz borcu 77 milyon dolara yakın. Bu denli yüksek bir kur riskinin olduğu ortamda ise MB rezervlerinin eridiği, "nereden geldiği belli olmayan" meblağların bile yeterli olmadığı açık. Son bir ayda devlet tahvillerinden 763 milyon dolar, hisse senetlerinden ise 1 milyar 166 milyon dolarlık çıkış gerçekleşmiş olması, bu riskin artan eğilimine işaret ediyor. AKP’nin kuşkusuz en fazla sıkıştığı alanlardan birisi kur ve döviz açığı riski. Nitekim petrol fiyatlarındaki düşüşler bile onu bu sıkışmadan kurtaramıyor. Dolar fiyatının yükselmesinin önüne geçmesinin tek bir yolu ufukta gözüküyor, o da faiz artışı. Bu konu da malum Saray ve MB arasında hassas bir alan haline geldi, neredeyse faiz diyeni Saray aforoz eder halde. Faiz sıkıntısının kaynağı ise şurası: AKP küresel sermayeye karşı "yıkılmıyorum" mesajını büyüme rakamları üzerinden veriyor. Konut satışları, kent ve enerji rantları vb birçok talan politikasını da içeren borçla finanse edilmiş tüketim harcamaları üzerinden işletilen bir büyüme modeline sarılıyor. Gelirine göre en fazla borç oranına sahip kesim ise ücretli çalışanlar. Faiz artışında krize sürüklenecek emekçiler elbette Saray’ın meselesi değil, böyle olsa en azından ücretler insanca yaşam seviyesine çekilirdi. Mesele borçların ödenebilmesi ve daha çok tüketim için borçlanmanın sürdürülmesi.
Özetle 2016 yılının başında görünen tablo, önceki yıllardan birikerek gelen kriz dinamiklerinin artık küresel konjonktürün de etkisiyle AKP üzerinde ciddi bir baskıya dönüştüğü. Fakat açık olan başka bir tablo ise şu, bu baskının toplumun emekçilerinden elde edilen artığın, transferlerin artırılarak savuşturulmaya çalışılması, iktidar tarafında artan bu iştahın toplumun emekçi sınıflarında biriken direniş eğilimlerini zora dayalı bastırma çabalarını da artıracağı unutulmamalı.