İstanbul’da gerçekleştirilen ve Uluslararası Çalışma Örgütü tarihinin en büyük boykotuyla başlayan 10. Avrupa Bölge Toplantısı tamamlandı. Toplantı, boykot rüzgârı atanda başladı. İlk gün 51 ülkeden sadece 7’si bakan düzeyinde katılım gösterirken, işçi kanadında genel başkan düzeyinde katılımı yalnızca Türkiye’den Memur-Sen, Türkiye Kamu-Sen, Türk-İş ve Hak-İş gösterdi. Yine 51 ülkeden sadece Azerbaycan, Belarus, Kazakistan ve Rusya’dan çeşidi sendika temsilcileri katıldı. Bu toplantıdan doğal olarak, herhangi bir sonuç deklarasyonu çıkmadı.
Başbakan Binali Yıldırım, toplantının açılış töreninde bir konuşma yaptı. Burada "Şimdi işyeri, işin devamı, işverenin ne kadar sorumluluğundaysa, çalışanların, çalışanları temsil eden sendikaların da o kadar sorumluluğundadır" diyerek, klasik ‘aynı gemideyiz’ söylemine başvurdu. Sermaye ile emek ya da gündelik dilde ifade edersek; işçi ile patron aynı gemide değildir. Türkiye’de patronlar her geçen gün zenginleşirken, işçiler yoksullaşmaya devam ediyor. Türk-İş dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırını 4 bin 960 TL olduğunu açıkladı ve bu ülkede asgari ücret 1404 TL. Yani yoksulluk sının asgari ücretin 3,5 katı. Bu paralar zenginlerin bir gece verdikleri yemek masrafı kadar neredeyse. Peki, nasıl aynı sorumluluğa sahibiz Sayın Başbakan?
Yine Başbakan hem sendikalaşmayı savundu hem de kamudan atılmaların hepsinin meşru olduğunu ifade etti. Oysa sendikalaştığı için işten atılan binlerce işçi var. Atanan kayyımlar tarafından atılan işçiler, örgütlenme faaliyeti yürüttüğü için hapse atılan TÜMTİS’liler varken, işlerine iade edilmek için açlık grevinde olan Nuriye ve Semih’e karşı yapılan hukuksuzluklar sürerken, ardı ardına grevler yasaklanırken ve iş cinayetleri katliam boyutuna varmışken, bu konuşmada söylenenler aklımızla alay etmektir, gördüklerimizle alay ermektir…
Diğer yandan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Jülide Sarıeroğlu da ‘İş Sağlığı ve Güvenliğinin Geliştirilmesi Projesi’nin bir oteldeki kapanış konferansına katıldı. Burada iş kazaları ve meslek hastalıklarıyla ilgili istatistiklere ulaşılamadığı yönündeki iddialara ilişkin olarak, "Bu istatistiklerin güvenilirliği anlamında ufak bir kuşku ve boş bir nokta söz konusu değil. Bakanlık olarak istatistik anlamında herhangi bir sıkıntı olmadığını, Türkiye’nin geleceğine dair bütün politikaları istatistiksel verilerle ortaya koyduğumuzu belirtmek istiyorum" dedi. İyi de Sayın Bakan, dört ay süren ‘sıfır kaza Projesi’nde en az 753 iş cinayeti tespit ettik ve bu ölümlerin en az 167’si de kampanyanın ekseninde yer alan inşaatlarda gerçekleşti. Size somut sorular yönelttik fakat hala cevabını alamadık. Hatırlatalım:
Bir: Eski Bakan Müezzinoğlu’nun başlattığı ‘Sıfır Kaza Deklarasyonu’ndan haberiniz var mı? Haberiniz var ve kampanyaya devam ediyorsanız bu konuda neden açıklama yapmıyorsunuz ya da yapacak mısınız? İki: Kampanya sürecinde (13 Mayıs-12 Eylül) hem genel olarak hem de kampanyanın ekseni ilan edilen inşaat işkolunda, kaç işçi yaşamını yitirmiştir? Üç: Bu kampanya çerçevesinde işçi ölümlerinde geçmiş yıllara göre bir azalma meydana gelmiş inidir? Dört: Bu kampanya için ayrılan bütçe ne kadardır? Ne kadarı hangi işler için kullanılmıştır? Beş: Bu dönemde inşaatlarda ne gibi önlemler alınmış ve hangi şehirlerde kaç denetim yapılmıştır? Sonuçlan nelerdir?
Türkiye’de sendikal mücadeleye baskı, 12 Eylül süreci ile yarışmaktadır. Taşeron çalıştırma, ücretler, işçi eylemlerine müdahale, sendikal örgütlenmeyi engelleme, üç kuruşluk işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerini almama, çocuk işçilik, göçmen işçilerin yaşam soruman, kadın işçilere dönük her alanda sömürü… onlarca örnek verilebilir. Ancak diğer yandan da sendikal direnişlerden tutun da çocuk ve göçmenleri de içine alan saya işçilerinin eylemleri ülkemiz geleceğine dair önemli deneyimler olarak yaşanmakta ve birçok şehirde adım bilmediğimiz işçi kardeşlerimizin ışık tutan eylemleri sürmektedir…