Yine bir seçim geldi dayandı. Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde dönüm noktası olacak bir seçime koşar adım giderken hayat başka mecralarda da akmaya devam ediyor. Her sabah güneşle hatta ondan da önce dişliler dönmeye başlıyor. Sabahın ilk ışıklarıyla insanlar evlerinden çıkıp ekmek mücadelesine başlıyor. Hayatın en net ve tek ifadesidir: “Ekmek Kavgası.”
Geçen hafta 15 yaşında olan çocukların bir kısmı okuluna giderken bir kısmı ekmek kazanma sorumluluğu ve zorunluluğu ile işe gittiler. İçlerinden bir tanesi babasıyla çalıştığı inşaata gitti. O inşaatta babasıyla birlikte geçirdiği kazada hayatını kaybetti. Yine 15 yaşında bir başka çocuk çalıştığı inşaattan düşerek öldü. Hayat bu yazıyı okuyan herkesten daha ağırdı onlar için. Ama bu ülkeyi yönetenlerinkinden daha ağır olmamalıydı.
15 yaşındaki çocukları inşaatlarda ölüme mecbur bırakanlar, seçime giderken OHAL’in grevleri engellemesiyle övünülmemeliydi. Çok küçük yaşlarda çalışma hayatının en ağır, en acımasız şartları altında çalışmak zorunda bırakılan çocuklar büyüdüklerinde anayasanın kendilerine tanıdığı örgütlenme hakkını kullandıkları için kapının önüne konuluyor. Eğer işten atılmaz bir de toplu iş sözleşmesi imzalama şansı bulurlarsa bu defa da grev hakları ellerinden alınıyor. Anayasal hak mı dediniz? Peki anayasa nedir? Devlet ana değil midir? Bu devlet ana, “ben anayasayı OHAL’le atlıyorum, senin de grev hakkını yok sayıyorum” der mi? Bunu bu devletin başı olan cumhurbaşkanı söylerse ne olur? Hele de seçime giderken; hele de yeniden adaysa. Bir de üstüne işverenler, “Grev anayasal bir haktır” derlerse.
Sendikalı olmak yasalarca güvence altına alınmış bir haktır. Bu hakkın nasıl kullanılacağı da yine yasalarca belirlenmiştir. Bunu en iyi devletin başı bilir. 15 yaşında inşaatta ölen çocuk işçiler eğer ölmeselerdi, sendikalı bir işe girselerdi, bu sadece anayasal bir hakkın kullanılması olmayacaktı. Aynı zamanda iş güvenliği de olacaktı. İstisnalar vardır tabii ama genel olarak iş güvenliğinin de önemli yaptırımcılarındandır sendikal düzen. Sendikalı olarak çalışma şansları olsaydı eğer, küçük bile olsa ekmeklerini evlerine götürme güvenceleri olacaktı. Sendikalı olabilselerdi eğer, ekmeklerini büyütmek için işverenleriyle pazarlık masasına oturduklarında anlaşamazlarsa greve çıkacaklardı. Ekmek büyümeliydi çünkü çocuklar büyüyor. Ekmek büyümezse 15 yaşına gelmeden okuldan alıp işe vermek zorunda kalabilirlerdi.
İşte cumhurbaşkanının işverenlerin oyu için işçilerin ve çocuklarının ellerinden almakla övündüğü “Grev” hakkı bu işe yarıyor. Ama cumhurbaşkanlığı için sadece işverenler oy kullanmıyor. Cumhurbaşkanı üzgünüm ki, yine yanlış taşı oynadı. Kiralık işçilik düzenlemesiyle, simsarlara teslim edilen, arabuluculukla hakları budanan, yetmedi bir de kıdem tazminatına göz dikilen, taşeron işçisi yapılıp ayrımcılığa maruz bırakılan işçi sınıfı da oy kullanıyor, hatırlatayım dedim.
Hazır her yerde seçim konuşmaları yapılıyorken ben de tercihimi yazayım istedim. Benim cumhurbaşkanı adayım, insanı en başa yazan, emeği en kutsal değer sayan, bilime, aydınlığa, bağımsızlığa, Atatürk ilke ve devrimlerine, hukukun üstünlüğüne inanan; emperyalizme karşı, FETÖ ve PKK ile mücadelede kararlı, vatansever olmalı. Komşularının başına bomba yağdıran, ABD ve diğer emperyalist ülkeler dururken komşularına terörist diyen değil. Bir de üretim ekonomisini savunması olmazsa olmazım…