Türk-İş Başkanı Ergün Atalay’ın geçen hafta Türkiye Maden-İş Sendikası Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmayı ilgiyle dinledim. Dinlerken eski başkanların hükümete yaptığı sert eleştirileri düşündüm. O kadar sert olmasa da iyi bir konuşmaydı. Bir sendikacı olarak, bir konfederasyon başkanı olarak önemli ve anlamlı bir konuşma yaptı. Hükümetin karnesini ilk defa böylesine net bir şekilde ortaya koydu. Türk-İş’te Genel MALİ Sekreterliğinden bu yana yaptığı en anlamlı ve net konuşmaydı. Canı yanan bir sendikacının feryadını dinledim ve gerçekten samimi buldum Ergün Atalayı.
Seçime giderken işçi sınıfına hükümetin tablosunu gösterdi. AKP’nin kurulmasına verdiği ciddi destekle adı anılan Ergün Atalay, hükümetin işçiye attığı kazıkları bir bir sıraladı. Çocuk işçilerden, madenlerde diri diri toprağa gömülen işçilere, taşeron işçilerinin kadro aldatmacasına, kıdem tazminatından, işsizlik sigortası fonundan, hükümet yandaşı Hak-İş’e kadar tüm konulara değindi. Hatta seçimler için bile mesajını verdi.
KİT’lerde taşeron işçilerinin kadroya geçirileceği söylendi ancak asıl işi yapanlar yani gerçekten kazma kürek çalışan, fabrikalarda üretim yapan, yolları arşınlayan taşeron işçileri, kadroya alınmadı. Hükümetin aldatmacası bu kadarla da kalmadı. Kadroya geçirilenler de umduklarını bulamadı. Atalay, kadroya geçen sınırlı işçiye yapılan yüzde 4’lük komik artışı da dillendirdi. Enflasyona dikkat çekti ve “Bu zam, zam mı?” diye sordu. Bu meselenin çözülmesi gerektiğini söyledi.
“Kıdem Tazminatı bizim son kalemiz” diyen Atalay, bu konuda yapılacak değişikliklere karşı olduklarını belirtirken, bir milim bile kıpırdamayacaklarının altını çizdi. Ama en vurucu yeri hükümetin işçi lehine bir adım atacağına inanmadığını söylemesi oldu. Atalay, İşsizlik Sigortası Fonu’nda biriken paranın harcanması konusunda kendilerine danışılmadan karar verildiğini ve bunun ahlaki olmadığını söyledi.
İstihdam elbetteki desteklenmeli ama işçilerin cebinden alıp işverene vererek yapılamaz. Ahlaki olmayan sadece konfederasyonlara danışılmamış olması değil. Bu fonda biriken paranın işverenlere teşvik için kullandırılması da, başlı başına hukuksuz ve etik dışı. İşveren örgütlerinin kasalarında biriken, işsizlik fonunu katlayan parayı kullandırsın hükümet. Cumhurbaşkanı bu konuda bir yasal düzenleme yapsın ve konkordato ilan edene de, istihdama katkı sağlayacak olana da bu paralardan destek verilsin. Hiç değilse işverenin parası yine işverene gider. Üstelik hukuk ve etiğe de aykırı olmaz. Ne olacak o derneklerin, işveren sendikalarının kasalarında biriken paralar? Madem memleketin selameti için kullanılmayacak! Herkes elini taşın altına koysun. Ama işçinin alınterinden, ekmeğinden kesilen 3 kuruşa dokunmayı hak saymasın.
Atalay’ın biraz şaşırarak dinlediğim konuşmasında önemli mesajlar vardı. Kendisini “Hükümetin sendikası” olarak ifade eden Hak-İş’e de çattı. AKP iktidarından bugüne özellikle Türk-İş’e bağlı sendikaların örgütlü olduğu işyerlerine müdahale eden Hak-İş’in bu meydanı boş bulmuşçasına pervasız ve sendikal ahlaka yakışmayan girişimlerini de anlattı. Atalay, son dönemde hükümete verdiği mesajlarla hem hükümetin oklarını kendisine yöneltmesine sebep oldu, hem de daha önce kendisine hükümet yanlısı diye bakanların kafalarında soru işaretine. Kendisi bu durumu bulunduğu yerin gereği diye açıklıyor. Doğrudur, o koltuk başka bir koltuk! Ama keşke o yerin gereğini başkan olduktan sonra yapılan özelleştirmelerde, çıkartılan yasalarda da hissetseydi. Yine de olumlu bu değişim. Zararın neresinden dönülse kârdır. Ve isterim ki, Türk-İş hızla eski gücüne kavuşsun, alınacak her kararda danışılan olduğu günlerine dönsün. Sokaklar, fabrikalar işçinin gür sesini yeniden duysun. Çünkü bunu yapabilecek başka bir yapı yok. Bu söyledikleri artık kayıt altındadır ve Türk-İş Başkanını aynı zamanda Türk-İş’e bağlı tüm sendikaları bağlar.