SOSYAL DEMOKRAT SENDİKACILAR KONSEYİ
Türk-İş içindeki bazı sendikaların 1971 yılı Ocak ayında hazırladığı 4’ler Raporu (1971 Türkiyesinde İşçi Hareketi ve Sendikalarımız, Ortak Reform Yolları Üzerine Eleştiriler ve Araştırmalar) ve ardından 12 sendikanın 1971 yılı Temmuz ayında hazırladığı Sosyal Demokrat Düzen, İlkeler, Amaçlar, Yöntem raporu sonrasında “Sosyal Demokrat Sendikacılar Konseyi” adıyla bir yapılanma ortaya çıktı.
TEKGIDA-İŞ SENDİKA AKADEMİSİ
1976 yılında, Genel-İş’in Türk-İş’ten ayrılmasından sonra, “Türk-İş Üyesi Sosyal Demokrat Sendikalar” adıyla bir süre faaliyet gösteren işbirliği platformu, Sosyal Demokrat Sendikacılar Konseyi’nden farklıdır.
Bu konuda ilk açıklama, Sosyal Demokrat Sendikacıların Bildirisi (17 Kasım 1971) adıyla ve “Sosyal Demokrat Sendikacılar Adına Abdullah Baştürk” imzalı bir bildiriydi. Bildiri aşağıda sunulmaktadır:
“Sosyal Demokrat bir toplum düzeni kurulmasını öngören ve Türk İşçi Hareketi’nin bu çabalara öncülük etmesini isteyen 12’ler Raporu’nun müzakeresinden sonra, Türk-İş tarafından yayınlanan bildiri ile mutabık bulunmamaktayız. Bildiri gerçekleri yansıtmamaktadır.
“Bildiri’de ‘partilerüstü politikanın’ bir ilke olmadığı, ancak bunun değiştirilmesine de lüzum olmadığı ifade edilmiştir.
“Oysa, Yönetim Kurulunda, yöneticilerin çoğunluğunca, ithal malı bir deyimle ‘partilerüstü’ denilen bu politikanın, aslında, Türk İşçi Hareketini siyasal partiler arasında parselleme ortamı hazırlamaktan başka bir şey olmadığı noktasına değinilmiş, bundan bir an önce vaz geçilerek, siyasal bir güç haline dönüşülmesi için harekete geçme gereği belirtilmiştir. Hatta, yakın zamana kadar, 12’ler Raporu’na, basın bültenleriyle, sendika toplantılarındaki konuşmalarıyla karşı çıkan, sendikacılığın görevinin, üyelerine zam koparmak olduğunu, ülkenin temel sorunlarının çözümlenmesinin sendikaları fazlaca ilgilendirmediğini söyleyen bir kısım yöneticiler bile, yanıldıklarını belirterek, bu yeni görüşe katıldıklarını dile getirmişlerdir. Fakat, yayınladıkları bildiride bu genel eğilimlere ve müzakere havasına uymayan sonuçlar alınmış gibi ifadeler kullanılmıştır.
“Türk İşçi Hareketi, artık, gerçek ve doğru yörüngesine oturtulacaktır. Bu da, ülkemizin ekonomik, sosyal, siyasal tüm sorunlarının çözümlenmesinde, işçi sınıfının kendine düşeni yapacak şekilde bilinçlendirilmesidir. Halkımızın mutluluğu için tek umut olan Sosyal Demokrat Düzen kurulacak, her türlü bunalımlardan ancak, böylece kurtulmak mümkün olacaktır.
“Çağdaş dünya sendikacılığının karşısına alın akıyla çıkabilmek için, Türk Sendikacılığının, tutucu, çıkarca ekonomik ve siyasal çevrelerin etkisinden korunması, Türk-İş’in partilerin ayakları arasında dolaşan bir futbol toplu olmaktan çıkarılması şarttır. Lider kadrosundakilerin de iki yüzlü, muvazaacı kişiler olduğu görüntüsünden kurtulması gerekir.
“Bu inançta olan sendikaların gittikçe artan oranlarda Sosyal Demokrat Düzen’den yana olan cephede toplanmaları, tabanın bazı yöneticilerden çok daha bilinçli olduğunun işaretidir. Bildiriciler, kamuoyunun ve işçilerimizin, 12’ler hareketine verdikleri dikkati başka yönlere çeviremeyecek, Sosyal Demokrat uyanışı engelleyemeyeceklerdir.
“Cam işkolunda Kristal-İş Sendikamızca sürdürülen haklı greve, ücret adaletsizliğinin getirdiği sefalet e sürtüşmelere sahip çıkmak yerine, idareyi maslahatçılıkla geçiştirmeyi itiyat edinenlerle, mücadelemiz devam edecektir.” (1 sayfalık çoğaltma metin)
Bu iki rapor sürecinde kendilerini “sosyal demokrat” olarak nitelendiren ve isimlendiren sendikalar, 1971 yılından itibaren TÜRK-İŞ’in 1973 günleri toplanacak olan 9. Genel Kurulu’na dönük çalışmalarını hızlandırdılar ve 4–5 Aralık 1971 günleri Sapanca’da yaptıkları bir toplantıda “Sosyal Demokrat Sendikacılar Konseyi” adıyla bir yapılanmaya gittiler.
Sosyal Demokrat Sendikacılar Konseyi tarafından yapılan açıklamada, TÜRK-İŞ içindeki 12’ler hareketine ek olarak 8’i TÜRK-İŞ üyesi ve 4’ü bağımsız toplam 12 sendikanın daha bu sürece katıldığı belirtildi. Konsey’in çalışmaları, bir Yürütme Kurulu tarafından yönetilecekti. Sosyal Demokrat Sendikacılar Konseyi Yürütme Kurulu, Genel-İş Genel Başkanı Abdullah Baştürk, Oleyis Genel Başkanı Mukbil Zırtıloğlu, TGS Genel Sekreteri Mücahit Beşer, Türk Deniz Ulaş-İş Federasyonu Genel Başkanı Feridun Şakir Öğünç ve YOL-İŞ Federasyonu Genel Sekreteri Rafet Altun’dan oluştu. 4-5 Aralık 1971 toplantısı sonrasında, “Sosyal Demokrat Sendikacılar Konseyi Yürütme Kurulu adına Abdullah Baştürk” imzasıyla aşağıdaki bildiri yayımlandı:
“Sosyal Demokrat Sendikacılar, 4–5 Aralık 1971 tarihlerinde yaptıkları toplantıda, ‘Sosyal Demokrat Sendikacılar Konseyi’nin kurulmasına oy birliğiyle karar vermişlerdir. Konsey’e önceki 12 kuruluş yöneticilerinden başka, yine Türk-İş üyesi olan 8 sendika ile henüz Türk-İş üyesi olmayan 4 sendika yöneticileri de katılmıştır.
“Türk sosyal demokrat işçi hareketini, Konsey adına yürütmek üzere, Genel-İş Sendikası Genel Başkanı Abdullah Baştürk, Oleyis Sendikası Genel Başkanı Mukbil Zırtıloğlu, Türkiye Gazeteciler Sendikası Genel Sekreteri Mücahit Beşer, Türk Deniz Ulaş-İş Federasyonu Genel Başkanı Feridun Şakir Öğünç ve Yol-İş Federasyonu Genel Sekreteri Rafet Altun’dan oluşan bir kurul da görevlendirilmiştir.
“Türk işçi hareketini, toplumumuzda layık olduğu ağırlıkla temsil etmekte ve benimsediği ’24 temel ilke’sini uygulamakta acze düşen Türk-İş’i gerçek tabanına ve hedeflerine oturtmak amacında olan Sosyal Demokrat Sendikacılar Konseyi, bu toplantısında, Türk Halkının tümünün mutluluğunu, ülkemizin ekonomik ve sosyal kalkınmasını ve demokratik düzenin gerçek rayına oturtulmasını, ancak işçi sınıfının öncülüğünde, tüm çalışan insanların siyasal bir güç haline gelmesinde gördüğünü bir kez daha tesbit etmiştir.
“Ayrıca, Konsey, işçi, köylü, esnaf, sanatkâr ve kamu görevlilerinin siyasal bir eylem içinde etkin biçimde yer almalarının, ancak, Anayasal hak ve özgürlüklerini tastamam kullanabilmeleri ile mümkün olabileceğini belirterek, Türkiye’nin sorunlarının, sosyal demokrat nitelikli bir iktidar eliyle çözüme kavuşabileceğini kamuoyuna bir kez daha açıklamaya karar vermiştir. İşçi hareketinin öncülüğünde geliştirilecek olan bu siyasal eylemin, temel, siyasal, sosyal ve ekonomik görüşleri şöyle özetlenmiştir:
“1. Türk işçi hareketinin savunacağı tek yöntem, kaynağını halkın özgür iradesinden ve genel oy mekanizmasından alan demokratik toplum düzenidir. Bu düzen, işçilerle, kaderleri işçilerden farklı olmayan diğer çalışan sınıf ve sosyal tabakalar tarafından gerçekleştirilecektir. Bu düzen, bir tek sınıfın egemenliği ve çıkarı için çalışmayacaktır. Ancak, şimdiye kadar emeklerinin karşılığı verilmeyen, sosyal hak ve güvenliklerine kavuşamamış insanlarımız bu haklarına kavuşuncaya kadar, ülkemizin imkânlarını yeniden dağıtıma tabi tutmaya önem verecektir. Bu iktidar halkoyuna dayalı ve Anayasa ile sınırlı bulunacak, hiçbir sınıfın dikta ve sömürü heveslerine imkân tanımayacaktır.
“2. Çalışan insanların siyasal eylem ve örgütlenmesi sonunda kurulacak olan bu iktidar, üretimi ve milli gelir bölüşümünü yeniden düzenleyecek ekonomik görev ve yetkilerle donatılmış olacaktır. Özellikle, artık değerin belirli ellerde yoğunlaşmasıyla, bir kısım kişilerin, zümrelerin sermayeyi bir çeşit sosyal ve siyasal tahakküm aracı olarak kullanmalarına son verecek bir politika izlenecektir. Bu amaçla, devlete, kalkınmada, sanayileşmede önemli hedefleri gerçekleştirebilmek için üretim araçlarına daha geniş şekilde sahip olma ve bu araçları toplumun tümünün çıkarına çalıştırma görevi verilecektir. Devlet, KİT’ler ve özel teşebbüs eliyle üretilen ve elde olunan tüm ekonomik sonuçlar, halkın mutluluğunun bir aracı olarak kullanılacaktır.
“3. Sosyal demokrat düzende, tüm haklar ve yetkiler çalışmaya, işe ve üretime katkıya saygı temeline oturacaktır. Bunun dışındaki her türlü sosyal ve ekonomik üstünlük ve tahakküm statüleri meşru ve haklı sayılmayacaktır. Kaynağını, çalışan kitlelerin siyasal eyleminden almakla birlikte, sosyal demokrat düzen, toplumun öteki sınıf ve tabakalarının Anayasal hak ve özgürlüklerine saygılı olacak, kamu hizmet ve imkânlarının dağılımında adalet ölçüsünden ayrılmayacaktır.
“Sosyal Demokrat Konsey, bundan sonraki çalışmalarına ışık tutacak bu görüşleri bir kez daha belirttikten sonra, tüm işçilerimizi, sendikalarımız yöneticilerini kapsayan bir örgüt ve eğitim planı üzerine görüşmeler yapmış ve hazırlanan programları kabul etmiştir.
“Konsey, ayrıca, Türkiye Şişe Cam Fabrikaları İşvereni tarafından çıkarılan toplu iş sözleşmesi ihtilafı sonunda greve girmek zorunda bırakılan Kristal-İş Sendikamızın bu haklı ve yasal direnişini sonuna kadar maddeten ve manen destekleme kararı almıştır.
“Öte yandan, halen çeşitli mevzuat çatışmaları nedeni ile Türk-İş’te temsil edilmeyen bağımsız sendikaların ülkemizin en büyük üst işçi örgütünde yer almaları yolunda yürütme kurulunun çaba sarf etmesi de oy birliğiyle saptanmıştır.” (7.12.1971 tarihli iki sayfalık çoğaltma metin)
Türk-İş Genel Başkanı Seyfi Demirsoy, 9 Aralık 1971 tarihinde, Sosyal Demokrat Sendikacılar Konseyi’nin bildirisine yanıt verdi. Bu açıklama aşağıda sunulmaktadır :
“Türk İşçi Hareketi, sendikaların güçlenmeğe başladığı günden bu yana, belirli siyasi kanaat taşıyan kişi ya da kuruluşların dikkatlerini üzerine çekmiştir. Zaman zaman da, bazı sendika yöneticileri aracılığı ile, Türk Sendikacılık Hareketi üzerinde siyasi emellerine ulaşma gayreti içine girmişlerdir. Ancak, Türk-İş ve Türk-İş’e bağlı kuruluşlar, bugüne kadarki tutumlarıyla, olaylara doğru teşhis koymasını bilmiş ve siyasi partilere karşı bağımsızlıklarını korumayı başarmışlardır.
“Bir kısım politikacılar, ekonomik ve politik bir buhran içinde bulunan yurdumuzun, bugünkü ortama gelmesinin nedenlerini çabuk unutmuşa benzemekte, ideolojik tartışma ve çalışmalara yol açarak, kavram ve sloganlar kargaşasını bu defa de İşçi Hareketi bünyesinde sürdürmek istemektedirler. Bu çeşit kavram kargaşalıklarının, yurdu nerelere getirdiği tesbit olunmuştur. Bizans oyunlarından vazgeçmenin, millet hayrına ve yurt çıkarlarına olduğunun bilinmesi zamanı gelmiştir.
“Türk İşçi Hareketinin, bünyesi dışından telkin edilecek yeni modellere ihtiyacı yoktur. Türk Sendikacılığı, Atatürkçülüğü bir metod olarak benimsemiş ve bu yolda hareketle 24 ilkesini gerçekleştirmeyi kendisine hedef almıştır. Bunun dışındaki her türlü davranış, İşçi Hareketinin bütünlüğüne aykırı düşecektir.
“Türk İşçi Hareketinin, bünyesi dışında kimsenin yol göstericiliğine de ihtiyacı yoktur. Yolunu kendisi çizecek, yönetimini kendisi tayin edecek bilinçtedir.
“Sosyal Demokrat Sendikacılar Konseyi bildirisine gelince:
“Bildiride önerilen görüşleri ortaya atanlar, bunu yalnız kendi görüşleri olduğunu söylemek durumundadırlar. Zira sendikaların politikalarının demokratik birer teşekkül olan sendikalarımızda yetkili organlar görüşüp karara bağlar. Bildiride önerilen görüşlerin, adı geçen bütün teşkilatın yetkili organlarında görüşülüp karara bağlandığını kabul etmek mümkün değildir. Aksine, bildiride ismi geçen teşkilatlardan birçoğu, bu görüşlerin, teşkilatlarını bağlamadığını hiçbir tefsire mahal bırakmayacak şekilde Türk-İş’e bildirmişlerdir.
“Konu, daha yirmi gün önce Türk-İş Yönetim Kurulunda ele alınmış, ve çoğunlukla Sosyal Demokrat Sendikacılar Konseyi bildirisinde su yüzüne çıkan görüşler reddedilmiştir. Yönetim Kurulunun yürürlükte olan bu kararı karşısında tartışmayı sürdürmek, sendika içi demokrasiye aykırı düşmekte, sendikacılık prensipleri ve disiplini ile de çelişmektedir.
“Türk-İş Yönetim Kurulunun 15 Kasım 1971 tarihinde kamuoyuna duyurduğu görüşünün konu ile ilgili bölümü aynen şöyledir:
“ ‘Türk-İş’in uyguladığı partilerüstü politikanın bir ilke olmayıp sadece İşçi Hareketinin bütünlüğünü korumayı sağlayan gerçekçi bir tutum olduğuna inanan Yönetim Kurulu bugüne kadar partilerüstü politika uygulamasını benimsemiş olması sonuna kadar aynı uygulama içinde bulunacağı anlamı taşımamakla beraber bugün içinde bulunulan koşulları en gerçekçi şekilde tesbit etmenin Türk İşçi Hareketinin bütünlük ve çıkarlarını korumanın ön şartı olduğunu da bir kere daha tesbit etmiştir.
“ ‘Ülkemizin karşılaştığı buhranlarda partilerimizin içine sürüklendiği kısır çekişmelerin oynadığı rolü bugüne kadar defalarca kamuoyuna duyurarak gerekli uyarmaları da yapmış bulunan Yönetim Kurulu bu çekişmelerden uzak kalmış olan Türk İşçi Hareketini çekişmelerin ortasına itmenin bugün her şeyden önce yurt çıkarları ile bağdaşmayacağı görüşünden hareketle, raporun siyasal bölümünde ‘bir siyasi parti kurmağa,’ ‘bir siyasi partiyi destekleme’ ya da ‘partilerüstü politikadan vazgeçilmesi’ önerilerini onaylamamış, bugüne kadar sürdürülen politikanın bundan sonra da izlenmesi kararına vardır.’
“Türk-İş’in, bugüne kadarki tutumu ile, yurt sorunlarına doğru teşhis koyduğu, gerçekli çözüm yollarını önerdiği meydanda iken, hâlâ arkadaşlarımızın inkâr kalesine sığınmak istedikleri tesbit edilmiştir. Türk İşçi Hareketi, bu tutum ve davranışı ile bir milyon işçinin olduğu kadar, tüm vatandaşların da itimadını kazanmış bir topluluktur. Vatanseverlik şuuru onun davranışlarına rehber olmuştur. Böyle bir topluluğun tümünü, atisi belli olmayan siyasi bir harekete sokmak, kimsenin erişemeyeceği bir davranış olacaktır.
“Sosyal Demokrat Sendikacılar Konseyi bildirisinde belirtilen siyasi güç olma yolunda Konsey mensuplarını hiç kimse engellememektedir. Mevzuatımız ve Türk-İş Ana Tüzüğü buna mani değildir. Uygulama alanına koyarak önerdikleri siyasi partiyi kurabilirler. İşte o zaman ne dereceye kadar yanıldıklarını öğrenmiş olacaklardır. Bunun yakın misali ortadadır. Ne var ki, hedeflerine ulaşmak için yetkili organlarca alınan kararların karşısına dikilmek, suçlamalarda bulunmak, mevcut olan tesanütü bozar, hizipçiliğe yol açar, bölücülüğü daha da teşvik eder. Bu şekilde de, İtalya ve Fransa sendikacılığının perişan durumuna düşeriz.
“Sendikacılıkta disiplin esastır, kararlara saygılı olmak şarttır. Aksi takdirde tedbir almak durumuna girilecektir.
“Öteden beri ülkemizde gelenin gideni uluorta suçladığı vakıadır. Hedeflerine ulaşmayı arzulayan kişilerin, müessese ve temsilcilerini insaf hududu tanımadan tahrip metodları kullanarak giriştikleri mücadeleye, bu defa da bir kısım arkadaşlarımızın katılmış olması hazindir. Bir yıla yıkan süre içerisindeki tutumlarını ibretle takip ettim. Kamuoyunda tartışmayı istemedim. Ümit etmiştim ki, yetkili organlar konuyu kararlaştırdıktan sonra suçlamalar bitmiş olacaktı. Fakat gördüm ki, aksine, daha değişik şekilde ve üslupta suçlamalar devam ediyor.
“Türk-İş’in 11 yıldır idaresini elinde bulunduran kişilerin bu defa Türk-İş’i acze düşürdükleri ithamı karşısında susmak istemedim. Bu iddialarını reddediyorum. Kanaatlerinde ısrarlı iseler Türk-İş Tüzüğüne göre hareket etmelerini bekliyorum.” (9 Aralık 1971 tarihli 4 sayfalık çoğaltma metin)
Seyfi Demirsoy’un bu açıklaması üzerine, “Sosyal Demokrat Sendikacılar Konseyi Yürütme Kurulu, Abdullah Baştürk, Feridun Şakir Öğünç, Rafet Altun ve Mukbil Zırtıloğlu” imzasıyla bir bildiri yayımlandı. Bildiri metni aşağıda sunulmaktadır:
“Sayın Seyfi Demirsoy
“Türk-İş Genel Başkanı
“Ankara
“Gazetelerde, 9 Aralık 1971 tarihli demecinizi okuduk. Bu demeçle, Türk-İş üyesi 20 sendika ve federasyon yöneticisi tarafından, ‘Türk-İş’i içinde bulunduğu ataletten kurtarmak ve 24 ilkesinin gereklerini yerine getirmek üzere yeni bir yönteme kavuşturmak’ amacıyla girişilen bir teşebbüsü suçlamaktasınız. Yalnız suçlamakla da yetinmemekte, aynı zamanda, kamuoyu önünde ve basın aracılığıyla tehditler savurmaktasınız.
“Sanırız ki, şimdiye kadar, sizinle, gerek Türk-İş’in iç politikası üzerine, gerekse, Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasal, sosyal ve ekonomik bunalımlar karşısında Türk İşçi Hareketinin yöneticisi olarak izlemeniz gereken hareket hattınıza dair, basın yoluyla açıktan açığa bir polemiğe girişmedik. Bundan dikkatle kaçındığımızın siz de farkında bulunmaktasınızdır.
“Oysa, Türk İşçi Hareketinin, ülkemizin artık kronikleşen bir bunalımdan kurtulması için, kendi sesini duyurması, önerilerini yansıtması, gücünü, ülkemizi yönetme iddiasında bulunanların karşısına dikmesi gerekirdi.
“Türk-İş, böyle bir varlık olarak ortaya çıkamamışsa, kendini etkin ve aktif bir güç olarak kamuoyunu oluşturan kuvvetlere kabul ettirmemişse, hiç şüphesiz bunun sorumluluğu, bu bilince erişememiş bir Türk-İş yönetimindedir. Ya da, Türk İşçi Hareketini, böyle bir ağırlık içinde nasıl temsil etmek gerektiği hakkında belirli bir görüşe sahip olamayanlardadır.
“Bizler, işte bu boşluğu, bu zaafı, bu görüntüyü gidermek için, daha açık bir deyimle, Türk İşçi Hareketini, ülkemizin bunalımlarına çözüm bulacak ehliyette ve güçte olduğunu göstermek amacıyla, Türk-İş üyesi 20 kuruluşun yöneticileri olarak birleştik. Sosyal Demokrat Sendikacılar Konseyi, böyle bir ihtiyacın cevabıdır.
“Bu sendikacı arkadaşlarımız, kendi düşüncelerini, ilkelerini, uygulayacakları yöntemleri çok açık bir biçimde tesbit ettiler ve bir karar sureti haline getirdiler. Bildirimizde bunların bir özeti kamuoyuna duyurulmuştur. Ayrıca, bu sendikacı arkadaşlar, tesbit edilen hedefe ulaşabilmek için, üyelerimizin nasıl bir sendikal ve genel eğitime ihtiyacı olduğunu da belirtmişler, bunu somutlaştırmak için, bir de eğitim programı kabul etmişlerdir. Aslında bu eğitim çalışmalarının 24 ilkenin uygulanması çerçevesi içinde Türk-İş tarafından, şimdiye kadar çoktan ele alınması gerekirdi. Ama, atalet, ama, adamsendecilik, ama, kişisel endişeler ve nihayet, ithal malı bir terminoloji ile ifadesini bulan ‘Partilerüstü Politika’ hastalığı, bu sorunlara eğilmek imkanını sizlere vermemiştir.
“Sosyal Demokrat Sendikacılar Konseyi’nin almış bulunduğu ve cidden, Türk İşçi Hareketinin tarihinde önemli bir dönemeç noktası olarak değer kazanacağına emin bulunduğumuz bu karar suretlerinin birer nüshasını size gönderiyoruz.
“Bunları dikkatle, okuyup incelediğinizde, görülecektir ki, söylenenler ve yapılmak istenenler, sizin uygulamakla görevli bulunduğunuz hususların, tabandan gelen taleplerinden başka bir şey değildir.
“Burada, Sosyal Demokrat Sendikacılar Konseyi tarafından benimsenen ve izlenmesi için karar verilen konuları birkaç cümle ile özetlemekte yarar vardır:
“ ‘Türk İşçi Hareketi ülkemizin sağlam bir demokratik temele oturtulabilmesi ve bunalımlardan kurtarılabilmesi için, yönetimin genel oya, özgür seçime dayalı ve toplumumuzun tüm çalışanlarının taban teşkil ettikleri bir kaynaktan güç almasını savunmalıdır. Bu kaynaktan beslenen bir düzenin iktidarı, sınıfsal diktaların her çeşidinin heveslerini kursaklarında bırakacak kadar güçlü ve sağlam olacaktır. Bu düzende, emeğe ve çalışmaya dayanmayan hiçbir üstünlük iddiasına yer yoktur. Bu düzende, ekonominin üretim biçimini ve yarattığı değerleri, inanlara tahakküm etmek amacıyla kullanan egemen güçler olmayacaktır.’
“Türk-İş Yönetim Kurulunda reddedildiğini açıkladığınız, Sosyal Demokrat Düzen isimli raporun amacı da budur. Bu amacı gerçekleştirmek için, Türk İşçi Hareketinin öncülüğünde, henüz Anayasamızın verdiği hak ve özgürlükleri tastamam kullanamayan tüm çalışan sınıf e sosyal grupların birleşmesi ve siyasal bir güç haline gelmesi önerilmektedir.
“Şimdi bu açıklamalarımızın ve ilişikte sunduğumuz belgelerin ışığında, 9 Aralık 1971 tarihli demecinizde ileri sürdüğünüz suçlamaları bir kez daha değerlendirmeniz gerekmektedir. Tehditlerinizi geriye almanızı teklif etmiyoruz. Çünkü, onlara soğukkanlı bir yargılamanın mahsulü olarak bakmak mümkün olamamıştır.
“Demecinizde belli başlı iddialarınız ve suçlamalarınız şunlardır:
(1) Türk İşçi Hareketi içine, bazı politikacılar sızmakta ve kendi emellerine kavuşmak için, sendikalarımızı kullanmak istemektedirler.
(2) Sosyal Demokrat Sendikacılar Konseyi, ideolojik bir tartışma ve kavga yaratmak amacındadır.
(3) Türk İşçi Hareketine, dışarıdan, Türk işçisinin ve ulusumuzun genel çıkarlarına aykırı yeni modeller empoze edilmek istenmektedir.
(4) Sosyal Demokrat Düzen kurmak, âtisi belli olmayan bir siyasi harekettir.
“Bu arada, vicdanınızda ciddi bir muhasebe yapmanıza yardım etmek amacıyla bir iki noktayı size tekrar hatırlatmamızda yarar vardır kanısındayız:
“Sosyal Demokrasi, hür ve demokratik Batı ülkelerindeki işçi sınıfı hareketlerinin tam 100 yıllık bir çaba ile kurdukları bir toplum düzeninin adıdır. Bu düzende, emeğin, çalışanların da toplum yönetimine katılma, ağırlıklarınca temsil edilme haklarının uygulanması esası vardır.
“Eğer bu gerçeği, böylesine bir kesinlik ve açıklıkla anlamıyorsanız, bir işçi lideri olarak, önemli bir eksiklik içinde bulunduğunuzu kabul etmek gerekmektedir. Ama, bu gerçeği böylesine bildiğiniz halde, ‘âtisi belli olmayan bir siyasi hareket’ olarak nitelemekte israr ederseniz, bu takdirde, sizi işçinin haklarını savunan bir sendika lideri olarak nitelemekte güçlük çekeceğiz.
“İkinci husus şudur:
“Çağdaş sendikacılık, artık, sadece, toplu sözleşme düzenini kapsayan, işçiye ücret zamları saylamak ve bir takım sosyal haklar kazandırmak için çırpınan bir çerçeveyi çoktan aşmıştır. İşçiler artık bilmektedirler ki, kapitalist bir üretim biçiminde, işçinin yönetime, siyasal ve ekonomik anlamda katılmadığı yerlerde, toplu sözleşme düzeniyle kazanılan ücret zamları ve sosyal haklar, egemen çevrelerin ellerinde bulundurdukları iktidar manivelalarıyla kısa zamanda ve kolayca geriye alınmaktadır. Bu nedenledir ki, gerçek işçi liderleri, dünyanın her tarafında, üretimin biçimi ve elde edilen değerlerin adaletli bölüşümünü sağlamak için, siyasal ve ekonomik iktidarı paylaşmaktan başka çare kalmadığını çoktan görmüşlerdir. Bunun için de siyasal bilinçlenme ve güç haline dönüşme ihtiyaçlarına, kendi koşulları içinde çareler bulmuşlardır.
“Şimdi, sizi, açıkça ve kısaca şu sorularımıza cevap vermeye davet ediyoruz:
(1) Sosyal Demokrat Sendikacılar Konseyi’nin karar sureti ve eğitim programının hangi noktasına karşısınız?
(2) Türk İşçi Hareketinin kabullendiği 24 ilke ile bu karar suretleri ve programlarının hangi noktada çelişki içinde bulunduğu iddiasındasınız?
(3) Sosyal Demokrat Sendikacılar, Türk-İş üyesi sendikal kuruluşların yöneticileri olduğuna göre, bunlara, dışarıdan hangi politikacılar, ne gibi emellerini empoze etmektedirler?
“Bu sorularımıza cevap vermenizi, bunu yerine getirmediğiniz takdirde, izleyeceğimiz hareket hattını tayinde serbest bulunduğumuzu bilgilerinize sunarız. Saygılarımızla.” (3 sayfalık çoğaltma metin)
Sosyal Demokrat Sendikacılar Konseyi kamuoyunda da tartışıldı. Engin Ünsal’a göre, “sosyal demokrat sendikacılar,” TÜRK-İŞ’in içinde bulunduğunu düşündükleri “kısır döngü”den kurtulmasını, tutucu olmamasını ve Türkiye’nin gerçeklerine uygun düşen bir politika izlemesini istiyorlardı. (Engin Ünsal, Sosyal Demokrat Sendikacı Konseyi, Milliyet, 16.12.1971) Ayrıca, “Sosyal Demokrat Sendikacılar”ın TÜRK-İŞ genel kurulunun olağanüstü olarak toplanması için çalışma yaptıkları ve partileşme eğiliminde olmadıkları belirtiliyordu. (Cumhuriyet, 18.12.1971)
Sosyal Demokrat Sendikacılar Konseyi’nin tavrını onaylayan bazı sendika şubeleri de Seyfi Demirsoy’un açıklamalarına tepki gösterdi. Örneğin, Türk Harb-İş Sendikası Ege Bölgesi Şubesi (İzmir) başkanı Kemal Öz ve Genel Sekreteri Necati Devrim, 18 Aralık 1971 günü Seyfi Demirsoy’a aşağıdaki yazıyı gönderdi:
“Sayın Seyfi Demirsoy,
“Türk-İş Genel Başkanı,
“İlgi: Türk-İş Genel Başkanı Sayın Seyfi Demirsoy’un 9 Aralık 1971 günlü demeci.
“Demecinizi ve demecinizle ilgili basında çıkan yazıları okuduk ve cevap ermek lüzumunu hissettik.
“Sayın Demirsoy,
“Görevinizin ve görevlerimizin bir gereği olan SOSYAL SİYASET VE SENDİKAL SİYASETİ, diğer taraftan 24 ilkemizin gerçekleşmesini engelleyen, her kesin başka türlü yorumladığı, yerine ve zamanına göre kalkan olarak kullanıldığı, ekonomik güçlerin sömürü düzeninin devamına yardımcı olduğu, siyasi iktidarların görüşleri doğrultusunda ve tek taraflı hareket etme olanağını sağladığı, özellikle dışarıdan getirilmiş ve empoze edilmiş bir model ve Türk işçisinin uyutulmasında bir afyon gibi kullanılan, ters yönde uygulama nedeniyle etkisiz ve yetersiz olan, sözle ‘PARTİLER ÜSTÜ POLİTİKA,’ başka bir anlamda ‘PARTİLER İÇİ POLİTİKA’ ve aslında EYYAMCILIK olan bu politikanızda ısrarlı olmanız yetmiyormuş gibi, aksi görüşü benimseyen ve savunanları, eyyamcılık politikanıza karşı çıkanları, Türk işçisini uyandıran, memleket ve Türk Ulusunun çıkarları doğrultusunda önerilerde bulunanları, ‘İDEOLOJİK TARTIŞMA VE ÇATIŞMA,’ ‘BİZANS OYUNLARI,’ ‘PARTİ KURMA’ ve benzeri sözlerle, köhnemiş ve tutarsız görüşlerle suçlamanız, bugüne kadar size ve Türk-İş’e saygı duyanların azalmasına sebep olmuştur.
“Bugüne kadar parmak hesaplarına dayanarak verdiğiniz tavizlerden, bundan böyle ise, sizinle aynı görüşme olmayanları suçlamaktan vazgeçmeniz, Türk işçisinin ve Türk Ulusunun yararına olacaktır.
“Bilgilerinize arz eder, saygılar sunarız.” (18.12.1971 tarihli bir sayfalık çoğaltma metin)
Sosyal Demokrat Sendikacılar Konseyi 1971 yılının son günlerinde çeşitli etkinlikler üzerinde çalışmaya başladı.
“Sosyal Demokrat Sendikacılar Konseyi adına Başkan Abdullah Baştürk ve Genel Sekreter Rafet Altun” imzasıyla 27 Aralık 1971 tarihinde sendikalara gönderilen yazı aşağıda sunulmaktadır:
“Bildiğiniz gibi Aralık ayı başlarında Sapanca’da toplanan Türk İşçi Hareketinin dinamik ve tabana yakın Sendika yöneticileri, Sosyal Demokrat Sendikacılar Konseyi’nde birleşmişlerdir. Konsey’in hedefi, bir yandan, Türk İşçilerinin en büyük örgütü olan Türk-İş’i, halen içinde bulunduğu ataletten ve çağdaş sendikalizmden uzak ve ona ters düşen davranışlarından kurtarılması ve 24 ilkesinin kapsadığı bir yönteme kavuşturulması; öte yandan, ülkemizin ve ulusumuzun içinde bulunduğu sosyal, ekonomik ve siyasal bunalımlardan çıkışını kolaylaştırmada, Türkiye’nin çalışan sınıflarının görevlerini belirli bir bakış açısından yeniden gözden geçirmektir. Ülkemizin gerçekten hızlı kalkınan bir toplum düzenine kavuşabilmesi, öncelikle, çalışan sınıfların, bilinçli ve örgütlü bir biçimde siyaset yapma hakkını kullanmasına bağlı bulunmaktadır.
“Son 10 yılda iki kez rejim bunalımına giren, bir türlü ekonomik kalkınmamızı ve hızlı sanayileşmemizi gerçekleştiremeyen siyasal düzene, işçilerin ve köylülerin ağırlıklarını koyma zamanı gelmiştir.
“Bu düşüncede olan yirmi kadar sendikal kuruluşun yöneticileri, kendi aralarında toplanıp, hem Türk-İş’in, hem de ülkemizin sorunlarına çözüm buymayı kararlaştırdılar.
“Bunun için, öncelikle, Sosyal Demokrat Sendikacılar’ın kendi aralarında belirli kavramlar metodlar ve ilkeler üzerinde anlayış beraberliğine varması gerekmekteydi. Bu amaçla, Konsey tarafından bir eğitim planının hazırlanıp uygulamaya konulması karara bağlanmıştır.
“Konsey Yürütme Kurulunca teşkil olunan bir uzmanlar komitesi, DSD Konseyi için eğitim planlamasını tamamlamış bulunmaktadır. Plan ve bağlı programlar kesinleştirilip, uygulamaya hazır hale getirilmiştir.
“Planın ana ilkeleri, bir süre önce, Sosyal Demokrat Düzen isimli raporun eğitim bölümüne dayandırılmıştır. Ayrıca, Konseyce onaylanan Eğitim Komitesi Raporu da, uygulama metodu olarak esas alınmıştır.
“Hazırlanan Planda, SDS Konseyine bağlı sendikal kuruluşların katılacağı ve finanse edeceği bir dizi seminer uygulaması öngörülmüştür.
“Bunun için, Türk-İş’in bölge temsilciliklerinin bulunduğu merkezler esas alınarak, 3-5 gün süreli ve bölgede bulunan tüm kuruluşların yönetici kadrolarının katılacağı bir yöneltme eğitimi uygulanacaktır.
“Uygulamada şu usuller izlenecektir.
(1) SDS Konseyine dahil, tüm sendika ve federasyonların Eğitim ve Araştırma Müdürleri ya da uzmanları, önce, 6 Ocak 1972 tarihinde, Ankara’da toplanacaklardır. Bu toplantıda, hazırlanan eğitim planları ve program taslakları müzakere edilip, kesinleştirilecektir. Ertesi gün, eğitimciler, Ankara’da Genel-İş tarafından uygulanmakta bulunan seminer dizisinin 4.cüsünde hazır bulunacaklardır. Buradaki tatbikattan sonra, tekrar toplanıp, değerlendirme yapacak olan eğitimciler, kendi kuruluşlarının tam yetkisiyle katıldıkları toplantıda kesin plan üzerinde anlaşacaklardır.
(2) Bölge seminerlerinin ilki Türk-İş 3. Bölge Merkezi olan İzmir’de 31 Ocak/3 Şubat tarihleri arasında yapılacaktır. Bu seminere, Türk-İş Bölgesinde şubesi bulunan tüm kuruluşların yöneticileri katılacaktır. Örneğin, bir sendika veya federasyonun bu bölgede birden fazla şubesi veya sendikası varsa, bu kuruluşların hepsinin yöneticileri seminere katılma hakkına sahip olacaktır. Bu seminere katılacak olan sendika şube yöneticilerinin yollukları, harçlıkları, işyerinden alınacak izinleri, ilgili sendikalarca yerine getirilecektir.
(3) Bölge seminerine katılacak kursiyer sayısı, iştirak edecek sendika şubesi miktarına bağlı bulunmaktadır. Bu nedenle, Sendika ve Federasyonlar ilişik plan taslağındaki seminerlerin hangisine kaç kişiyle katılabileceğini, Eğitim Müdürleri toplantısına kadar bildireceklerdir. Bölge seminerlerinin düzenlenmesi ve uygulanmasının sorumluluğu kardeş kuruluşlar arasında görev bölümü yapılarak yerine getirilecektir. Örneğin, İzmir seminerini o bölgede teşkilatı bulunan üç kuruluşumuz organize edecektir. Bu kuruluşların görevlendireceği birer üye, 3 kişilik bir Organizasyon Komitesi olarak görevi yüklenecektir. Bu komite, seminer yerinin bulunması, masrafının karşılanması, idari ve askeri mercilerden gerekli iznin alınması gibi hizmetleri görecektir. Bununla ilgili masraflar, organizatör kuruluşlarca karşılanacaktır. Eşitlik ve adalet ilkelerine uyulmak için, her bölge semineri, denk sayıda ve güçte sendikalarımız asında paylaştırılmıştır.
(4) Seminerlerde görev alacak öğretim üyelerinin bulunması, görevlendirilmesi, gerekli ders malzemesi ve aracının sağlanması işleri, Konsey Yürütme Kurulunca, merkezden yönetilecektir. Bu konuda yapılacak masraflar, seminere katılan kuruluşlar arasında, adaletli ve güçlerine uygun oranlar içinde paylaştırılacaktır. Ancak, öğretim üyelerinin bulunup görevlendirilmesi, ders araç ve malzemelerinin hazırlanması tek elden yürütülmeyi gerektiren bir iş olduğundan, bunlarla ilgili harcamaları karşılamak üzere, her kuruluş, Merkez tarafından gösterilen bir banka hesabına kendi payına düşen miktarda para yatıracaktır.
“Böylece, seminerlerin düzenlenmesi, plan ve programa bağlanması ortak uzmanlar kurulunca kesinliğe kavuşturulmuş olacağı gibi, üyelerin seminere çağrılması ve katılmasının sağlanması, sendikalarız tarafından yerine getirilecektir. Organizasyon, nöbetle üçer kuruluş tarafından yüklenilecek, öğretim üyesi ve malzeme Merkezce sağlanmış olacaktır.
“Türk İşçi Hareketinin çeyrek yüzyıla yaklaşan tarihinde, ilk kez düzenlenen bu çeşittin dinamik ve tekin bir eğitim programının uygulama başarısı, Konseyi üyesi kuruluşlarımızın, bu soruna verecekleri dikkat ve önem ölçüsünde olacaktır.
“İlgilerinizin, bu başarıyı artıracağı inancımızı tekrarlayarak, saygılar sunarız.” (27.12.1971 tarihli 3 sayfalık çoğaltma metin)
“Sosyal Demokrat Sendikacılar Konseyi Başkanı Abdullah Baştürk” 15 Ocak 1972 tarihinde de aşağıdaki açıklamayı yaptı:
“Son bir yılda, Türk İşçi Hareketinin en yüksek kademe örgütü olan Türk-İş içinde olup bitenlere dair pek çok şey söylenmiş ve yazılmıştır. Gazete ve dergilerde, radyoda, çeşitli vesilelerle yayınlanmış bildirilerde, Türk-İş yöneticileri tarafından, kendilerine karşı olan sendikacılara ve örgütlere, ya da bunlar tarafından Türk-İş Yöneticilerine yöneltilen eleştirileri, soğukkanlılıkla incelemek ve dikkatle izlemek zamanı gelmiştir.
“Bilindiği gibi, Türk ekonomisinin tarım kesiminde çalışanlar, henüz hiçbir sendikal hak ve özgürlüklerini kullanamamakta, toplu sözleşme düzeninin verdiği imkanlardan faydalanamamaktadır. Onun dışında, sanayi ve hizmetler kesiminde çalışan 1,3 milyon sigortalı işçinin hemen hemen 800 bin kadarı, sendikal örgütlerde birleşmiş bulunmaktadır. Bunların büyük çoğunluğu Türk-İş camiasında toplanmıştır.
“Özellikle, 1963’de yürürlüğe giren 274 ve 275 sayılı kanunlarla, işçilerimiz toplu sözleşme ve grev haklarına kavuştuktan sonra, Türk İşçi Hareketinin başlıca dinamik gücü ve lokomotifi Türk-İş olmuştur.
“Bütün Dünya’daki örneklerine uygun olarak, Türk İşçi Hareketinin ilk hedefi, belirli işkollarında çalışan işçilerimizin, kendi ücret düzeni ve haklarını korumak ve savunmak olmuştur. Daha sonra da, işçilerin, sendikal dayanışma içinde sosyal haklarını elde etmek ve bu hakları ülkenin imkan ve şartları oranında genişletmek amacı için çalışılmıştır.
“Son yedi yıl içinde, bu iki önemli amaca, kanunların ve Anayasanın çerçevesi içinde kısmen ulaşılmıştır. İşte bu noktadan sonra, Türk-İş’in bazı yöneticileri derin bir rehavete dalmış, kendimize yeni hedefler aramanın anlamını kavrayamamış, etki gücünü artıracak yerde, yerinde saymaya başlamış ve un öğütmeyen bir değirmene dönmüştür. Bu durgunluğa ve kısırlığa son vermek üzere, 1968 ve 1970 Kongrelerinde kabul edilen ilkeler dizisini uygulaması gereği sık sık ortaya atılmıştır. 24 maddeden ibaret olan bu temel ilkeler, aynı zamanda, Türk İşçi Hareketinin, yalnız kendi meseleleriyle değil, ülkemizin ve tüm halkımızın belli başlı sorunlarıyla da uğraşması gereğinin kabulünden doğmuştu.
“Bu 24 ilkenin kitap sayfalarından çıkarılıp, uygulama alanına konulması için, işçilerin bilinçlendirilmesi ve diğer gerekli tedbirlerin alınması Türk-İş icracılarına verilmiş asli görevlerdendi. Bu görev, şimdiye kadar yapılmamıştır. Üstelik, bu konularda, herhangi bir çabada da bulunulmamıştır.
“Bahis konusu yöneticiler, Türk-İş’e, Genel Kurulca verilen bu görevin hatırlatılmasından gocunmuşlar, bu teşebbüs sahiplerini, Türk-İş’i politikaya bulaştırmak niyetleriyle suçlamışlardır. Üç yıldır, için için işleyen bu ihmal ve vurdumduymazlık, gerçekten işçinin tabanıyla bütünleşmiş, halkımızın ve ülkemizin sorunlarına yürekten bağlı sendika yöneticileri tarafından bir raporla, Kızılcahamam’da yapılan bir Yönetim Kurulu toplantısına getirilmiştir. Ancak, buradaki tartışmalarda, bazı icracılar, ‘İstediklerinizi ve önerilerinizi getirin tartışalım’ demişlerdir. Bunun üzerine, bu ilk dört sendikacı arkadaşımızın önerileri, geçen yaz aylarında yapılan yoğun çalışmalarla 380 sayfalık bir raporla özetlenmiştir. SOSYAL DEMOKRAT DÜZEN adını alan bu rapor, aslında, Türk-İş’in 24 ilkesini, ülkemizin hangi sorunlarının nasıl ele alınması gerektiğini, nasıl çözüme kavuşturacağını tartışan, aydınlık getirici önerilerle dolu bir belgedir. Ancak, bu rapor da, aylarca, yönetim kurulunun gündeminde bekletilmiş, daha raporun içinde ne bulunduğu bilinmeden, başka Genel Sekreter Halil Tunç olmak üzere, yöneticilerin bir çoğunda tedirginlik ve asabiyet yaratmıştır. Bunun belirtileri olarak, hem Halil Tunç, hem de daha sonra, örneği ilişikte gönderilen demeçlerle Seyfi Demirsoy, kendilerini uyarmaktan başka bir şey düşünmeyen sendikacıları ‘ideolojik çatışmaya işçileri itmek’ ve ‘sapık politikayla uğraşmak’ ithamına kadar varan bir çirkin kampanya açmışlardır. Türk-İş Genel Sekreteri, zaman zaman, basında ve sendikaların kongrelerinde kürsüye çıkarak, Türkiye’nin meseleleriyle uğraşmanın kendilerinin görevi olmadığını söyleyecek kadar, işçi ve sendikacı niteliğine ters düşen beyanlarda bulunmuştur.
“Nihayet, Türk-İş üyesi sendikaların 20 yöneticisi, kendi aralarında bir toplantı yaparak, yeni bir dayanışmaya karar vermişlerdir. Türk-İş’i içinde bulunduğu derin uykudan uyandırmak, işçilerin sorunlarına eğilip, Türk İşçi Hareketini kendi doğru rotasına getirmekle birlikte, Türkiye’nin içinde bulunduğu bunalım karşısında, işçilerin sesini etkili ve gür bir biçimde duyurmak gibi doğru ve ilkelerimizle uyuşan bir politika izlenmesini istemişlerdir.
“Sosyal Demokrat Sendikacılar, kendi aralarında yaptıkları güçbirliğiyle, hem işçilerin, hem de ülkenin meselelerine sahip çıkmanın çeşitli çabalarına girişmişlerdir. Bu arada, geniş çapta ve yaygın bir eğitim faaliyetine başlayarak bölge bölge, tüm sendikaların mahalli yöneticilerine, Türk İşçi Hareketinin ve Türkiye’nin sorunlarının ortaklaşa tartışıldığı seminer programları düzenlemişlerdir.
“Görülüyor ki, buraya kadar özetlediğimiz ve çok kısa olarak ana çizgilerini verdiğimiz hareket, tamamen, Türk-İş tarafından yapılması gerektiği halde, ihmal edilmiş görevleri yerine getirmenin gayretinden başka bir şey değildir. Öte yandan, şimdiye kadar, partilerüstü politika adı altında yürütülen ve işçileri, ülkenin hakim ekonomik ve siyasi çevrelerinin çıkarları içinde şartlandırmaktan başka bir şey olmayan uyutucu politikanın terk edilmesi zamanı da gelmiştir. Türk işçisi, artık kendisini ve tüm çalışanları kurtaracak bir siyasal bilince uygun olarak, siyasal bir güç olma hakkını da kullanmalıdır. Şimdiye kadar çeşitli siyasal partilerin ve değişik hükümetlerin uyguladıkları politikalara ‘HINK’ deyicilikten başka bir şey olmayan partilerüstü politika artık bırakılmalıdır. Bu politikanın zebunu olan yöneticiler, zaman gelmiş, bir iktidarın başını; ‘siz bizi en iyi anlayan Başbakansınız!’ diye göklere çıkarmışlar, kısa bir zaman sonra, kendisi işbaşından, 12 Mart’ta uzaklaştırılınca, aynı Başbakan’a; ‘memleketi bu duruma düşüren senin!’ diyerek, yeni kurulan ve siyasi partilere dayanmayan Hükümeti desteklediklerini belirten bildiriler yayınlamaktan çekinmemişlerdir. Bu örnek, partilerüstü politikanın nasıl bir komedi olduğunu göstermeye yeterlidir.
“Türk İşçi Hareketi, beğendiklerini de beğenmediklerini de, o andaki hissi ve sun’i şartlara göre değil, onların eylemlerinin Türk İşçi Hareketi ve tüm Halkımızın sorunlarıyla çatışıp çatışmadığı, ya da yararına olup olmadığı açısından bakarak hükme varmalıdır.
“Ancak, hemen belirtelim ki, bugünkü yöneticiler böyle bir ehliyetli değerlendirme gücünden yoksun bulunmaktadırlar. Kendi rahatlıkları ve özel ilişkileri içinde, Türk İşçi Hareketine yön ve mana vermeye çalışmışlardır.
“Çeşitli uyarılar, kendilerini doğru ve gerçek çizgiye getirmeye yetmemiştir. Sosyal Demokrat Sendikacılar Konseyi adı altında faaliyet gösteren bu hareket, Türk-İş’in yöneticilerini tüzük ve 24 ilkesinin içinde çalışmaya sevk etmek için atılmış kararlı ve geniş kapsamlı bir adımdır. Bu teşebbüsün amaçları, düşündüğü yöntem, ülkemizin sorunlarını nasıl çözüme kavuşturacaklarına dair bütün niyetleri, ilişikteki belgelerde bir kez daha özetlenmiştir.
“Şimdi sizlerden dileğimiz, Türk-İş Yönetimini dikkatle izlemenizdir. Yeni kongreye kadar, bu yöneticilerin, Türk-İş ilkelerinden hangisini uyguladıkları ya da uygulama teşebbüsünde bulunduklarını takip ediniz. Göreceksiniz ki, şimdiye kadar yaptıklarından başka, hiçbir şey yapmayacaklardır. Zira, bu yöneticilerin çoğu, artık, Türk İşçi Hareketi içindeki dinamizmlerini yitirmişlerdir. Tükenmiş ve zayıflamış kadrolar ise, 800 bin kişilik bir camiaya yön vermek sorumluluğunu yüklenemez. İhmal ve gafletlerini örtbas etmek için, kendilerini uyaranlara bühtanda bulunmak, onları suçlamak ise çirkin bir zaaftır.
“Güçsüz, tükenmiş ve artık yönetme vasıflarını kaybetmiş olan bu kadro, şimdilik, birkaç sendikanın yöneticileriyle kurmuş oldukları kişisel ilişkiden destek görmektedir. Amma, Türk İşçisi, ‘ahbap çavuşlar yönetimi’ değil, etkili, cesur, bilinçli, hak ve özgürlüklerinden taviz vermeyecek kadar sağlam iradeli bir idareye layıktır. Önümüzdeki günlerde, grev ve toplu sözleşme haklarımız üzerinde oynanacak oyunlar karşısında, asgari ücretlerimiz konusunda, işveren ve çıkar çevrelerinin çevirecekleri dolaplar sonunda, haklarımızın yeteri kadar savunulmamasından ötürü telafisi zor kayıplara uğrarsak, bunun tabii bir sonuç değil, ehliyetsiz ve kötü yönetimin sonucu olduğuna şüphe etmemeliyiz.
“İlişikte sunduğumuz belgeleri dikkatle okuduktan sonra, kendi vicdan muhasebenizi yapınız. Önümüzdeki dar geçitlerden çıkmak için daha güçlü olma çabalarınızı artırmanız dileğiyle, saygılarımı sunarım.” (15 Ocak 1971 günlü 5 sayfalık çoğaltma metin)
Yazının ekindeki belgeler de şunlardı: Sosyal Demokrat Sendikacılar Konseyi Bildirisi; Türk-İş Başkanı Seyfi Demirsoy’un Akşam Gazetesinde çıkan mukabil bildirisi; Sosyal Demokrat Sendikacılar Yürütme Kurulu’nun, Demirsoy’a verdiği muhtıra.
Sosyal Demokrat Sendikacılar Konseyi 1972 yılında İzmir ve İstanbul’da eğitim seminerleri programladı. İzmir’de 1972 yılı Ocak ayı sonlarında düzenlenen seminer, ilk gününde, İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından durduruldu ve seminer, Manisa’da İsmet İnönü Kız Enstitüsü salonunda devam etti.
Sosyal Demokrat Sendikacılar Konseyi 1972 yılında önemli bir etkinlik yapmadı. Bu arada asgari ücret konusunda bir rapor yayımladı: Sosyal Demokrat Konsey Tarafından Hazırlanan Asgari Ücret Raporu, Ankara, 1972, çoğaltma, 113 s.
Cumhuriyet Halk Partisi genel başkanlığına 14 Mayıs 1972 tarihinde Bülent Ecevit seçildi. Bülent Ecevit’in genel başkanlığındaki CHP, çok geniş bir sol kitle tarafından desteklenen coşkulu bir hareket başlattı. CHP’nin “Ak Günlere” (CHP, Ak Günlere, CHP 1973 Seçim Bildirgesi, Ankara, 1973, 234 s.) adıyla yayımlanan Seçim Bildirgesi’nde halka önemli vaatler yer aldı.
1972 yılının son günlerinde Türkiye’nin maden kaynaklarının yabancılara verilmesine yol açabilecek bir kanun tasarısı gündeme gelince, “Sosyal Demokrat Sendikacılar Konseyi Başkanı Abdullah Baştürk bu girişimi eleştirdi:
“Ekonomimizin atar damarlarını önce millileştirip, yabancı kumpanyaları kovan, sonra da bunların işletilmesini devlete bırakan Atatürk milliyetçiliği, Atatürkçülük edebiyatıyla ömürlerini uzatmaya çalışanların boğazına sarılacaktır. (…) Bundan 85 yıl önce Hazineye 60 bin altın bulabilmek için dünyanın en büyük bor kaynaklarının imtiyazını İngilizlere satan Osmanlı Maden Dairesi Reisi Bedros Efendi ne kadar milliyetçi bir politika izlemişse, bugünkü tasarıyı yabancıların çıkarlarına göre tezgahlayanlar da o kadar milliyetçidirler. (…) Sömürgeciliğin klasikleşmeye başlayan metodları ülkemizde işletilmek istenmektedir. Maden Kanunu Tasarısı bu biçimiyle çıkarsa, madenlerimizin tümü ile dünyanın en zengin bor yataklarımız yabancı ve yerli işbirlikçilerinin ruhsatlarına bağlanacak, rezervlerimiz yabancılar adına kapatılacak, sanayileşmemizin temeli olan maden ve ham madde kaynaklarımız yabancı kumpanyaların tekelleri altına verilmiş olacaktır.” (Cumhuriyet, 17.12.1972)
1973 yılında TÜRK-İŞ’in genel kurulu öncesinde Sosyal Demokrat Sendikacılar Konseyi yeniden gündeme gelmeye başladı. Örneğin, Toplum Dergisi’nde “Sosyal Demokrat Sendikacılar Konseyi Başkanı Abdullah Baştürk” ile üç sayfalık bir görüşme yayımlandı. (Toplum, Sayı 51, 6 Nisan 1973, s.20-22) Abdullah Baştürk, bu görüşmede, TÜRK-İŞ’in kuruluşundan beri sürmekte olan bazı eksikliklerinin ve politikasızlığının bulunduğunu ileri sürdü ve şunları söyledi:
“Geçen yirmi beş yıl içinde işçiler, çoğu kez, siyasal iktidar sahipleriyle iyi geçinmek şartiyle kendi haklarına kavuşabilecekleri inancı içine düşürülmüştür. Daha açık deyimiyle işçiler, sendikalar, verilen kadarını alabilmişler, hak ettikleri için ise gerektiğinde siyasal iktidarı kendi ellerine almak, ya da onun üzerinde kendi ağırlıklarını hissettirmek ihtiyacını duymamışlardır. (…) Türk-İş’in yönetimini ellerinde bulunduranlar ise, ‘siyasal iktidar sahipleriyle iyi geçinmek suretiyle işleri yürütmek’ ve daha da ileri giderek söyleyeyim ki, ‘gelene ağam, gidene paşam’ demek suretiyle kendi mevkilerini korumak kaygısından başka bir şey düşünmemişlerdir.”
Abdullah Baştürk, “isteklerinizi gerçekleştirebilecek bir siyasal parti mevcut mudur?” sorusuna da şu yanıtı veriyordu:
“Şu anda ülkemizde böyle bir siyasal parti vücut bulmuştur. Bu da, CHP’dir. Ancak, biz, sendikalarımızı CHP’nin emrine vermek, onun yedeğine girmek gibi bir şeyi düşünmedik, düşünmüyoruz. Kendi amaçlarımızı gerçekleştireceğine inandığımız siyasal kuruluşlarla, iktidar ortaklığı yapmayı düşünürüz. Batı’daki sendikalar, bu amaçla çeşitli biçimler bulmuştur. Biz de kendimize en uygun olanını buluruz. (…)
“Başımızı ne kuma sokup siyaset yapma hakkımızı yok farz edebiliriz, ne de Türk işçi sınıfının siyasal partiler arasında parsellenip, birer oy aracı gibi kullanılmasına, iktidarın işçi sınıfı aleyhine kullanılıp gitmesine göz yumabiliriz artık. Türk-İş kongresine bu düşüncelerle, bu görüşlerle gideceğiz.”
Abdullah Baştürk, Yeni Ortam Gazetesi’nin 1973 Nisan’ının ilk günlerinde kendisiyle yaptığı görüşmede de, Türk-İş’in tüzüğüne şöyle bir madde konulmasını öneriyordu: “Tüzüğümüzün ilke ve amaçlarına, Atatürk devrimlerine ve Anayasa doğrultusunda kurulacak sosyal demokrat bir düzene karşı olan her çeşit kuruluş ve siyasi partiler karşısında bağımsızız. Ve çıkarlarımız doğrultusunda eylemlerde bulunmayan siyasal partilerin karşısına da en büyük gücümüz olan oy gücümüzle karşı çıkacağız, çıkmalıyız.” (Yeni Ortam, 7.4.1973)
Abdullah Baştürk, bu süreçte, DİSK’in ve DİSK’ten önce Türk-İş’in dışında oluşan diğer alternatif oluşumların çoğunun gündeme getirdiği eleştirilere değinmedi. Örneğin, Türk-İş 1972 yılında CIA’nın (ABD’nin Merkezi İstihbarat Örgütü) denetimindeki Asya Amerika Hür Çalışma Enstitüsü (AAFLI) ile bir işbirliği anlaşması imzalamıştı. ABD, Erim Hükümeti’ne yaptığı baskılar sonucunda, Türkiye’de haşhaş ekimini yasaklatmıştı. Türkiye’deki ABD üslerinin çalışmaları devam ediyordu. Türk-İş, ABD’den kaynak almayı sürdürüyordu. Abdullah Baştürk’ün eleştirileri işçilerin politikaya çekilmesi ve ücretler dışındaki diğer konularla da ilgilenmesi noktalarında yoğunlaşıyordu.
Bu süreçte Sosyal Demokrat Sendikacılar Konseyi etkisini yitirdi ve söndü.
1976 yılında “Türk-İş Üyesi Sosyal Demokrat Sendikalar” adıyla bir süre faaliyet gösteren işbirliği platformu, Sosyal Demokrat Sendikacılar Konseyi’nden farklıdır.