TÜRK-İŞ’TE KIRILMA: SOSYAL DEMOKRAT SENDİKACILARIN AYRILIŞI
Türk-İş içinde 1971-1976 döneminde CHP’li sendikacıların “sosyal demokrat sendikacılar” adı altında bir iktidar kavgası yaşandı.
TEKGIDA-İŞ SENDİKA AKADEMİSİ
Türk-İş içinde bu anlaşmazlık ve saflaşma yaşanırken, gerek Türkiye işçi sınıfının geniş kesimlerinde, gerekse Türk-İş’e bağlı sendikaların üye tabanında, yaşanan sorunlar nedeniyle farklı siyasal arayışlar ve yönelişler yoktu. Sendikacıların üye tabanlarının siyasi tercihlerini etkileyebilmesi de söz konusu değildi; böyle bir yetkileri de yoktu, güçleri de. Sendikacılar arasındaki anlaşmazlık ve saflaşma sendikacılar arasında kaldı; sendikaların üye tabanlarına ve genel olarak işçi sınıfında bir etki yaratmadı.
Bu yıllarda 12 Mart 1971 askeri darbesi, 1973 yılındaki milletvekili genel seçimleri, 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sonrasında ABD’nin Türkiye’ye ambargo uygulaması ve Türkiye’nin bu girişime ABD üslerine el koyarak yanıt vermesi, 1975 yılında DİSK’te yaşanan yönetim değişikliği ve 1976 yılından itibaren Türkiye’de adım adım bir iç savaşa doğru sürükleniş, Türk-İş içindeki kamplaşmayı da etkiledi.
Bu süreçte ön plana çıkan kişi, Genel İş Sendikası Genel Başkanı Abdullah Baştürk’tü. Abdullah Baştürk, Genel-İş Genel Başkanlığının yanı sıra, 1969-1973 döneminde CHP listesinden Yozgat milletvekili ve 1973-1977 döneminde CHP listesinden İstanbul milletvekiliydi.
CHP Yozgat Milletvekili, Genel-İş Sendikası Genel Başkanı ve Sosyal Demokrat Sendikacılar Konseyi Başkanı Abdullah Baştürk, Türk-İş’in 9. Genel Kurulu öncesinde Türk-İş yönetimini şöyle eleştirdi:
“Sermaye tarafı siyasal iktidarı daima kendi elinde bulundurmak için bütün imkanlarını kullanırken, işçilerin en tabii ve demokratik mücadele yapma hakkını kendi elleriyle kapatmak gibi ters bir sonuç doğmuştur. Bu sonucu doğuran partilerüstü politikadır. Bu yüzden geçen 25 yıllık süre içinde işçiler çoğu kez siyasal iktidar sahipleriyle iyi geçinmek şartiyle kendi haklarına kavuşabilecekleri inancı içine düşmüşlerdir. Sendikacılığın son 10 yılı içinde Türk-İş’in yönetimini ellerinde bulunduranlar ise, ‘siyasal iktidar sahipleriyle iyi geçinmek suretiyle işleri yürütmek’ ve daha da ileri giderek ‘gelene ağam, gidene paşam’ demek suretiyle kendi mevkilerinden başka, mevkilerini korumak kaygısından başka bir deş düşünmemişlerdir.” (Yeni Ortam, 1 Nisan 1973)
Türk-İş’in 9. Genel Kurulu 28 Mayıs 1973 günü Ankara’da toplandı. CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit, Türk-İş’in izlediği çizgiyi protesto ederek, davetli olmasına karşın, genel kurula katılmadı. Bülent Ecevit yaptığı açıklamada şunları söyledi:
“Ülkemizin demokrasi ve sosyal adalet içinde gelişmesine ve ilerlemesine katkıda bulunabilecek güçte ve bilinç düzeyinde olan Türk işçilerine güvenim sonsuzdur.
“Demokrasiyi yozlaştıran, demokratik işçi haklarının kullanılmasını zorlaştıran ve tüm halkımızın adaletli bir toplum düzeni içinde refaha ulaşmasını güçleştirip geciktiren tertipler ve girişimler bugüne kadar önlenememiştir. Bazı kuruluşlar bu bakımdan üzerlerine düşeni yapmamışlardır. Fakat böyle tertipleri ve girişimleri demokrasi kuralları içinde etkisiz bırakmanın yolunu, Türk işçileri, bütün engellemelere rağmen bulacaklardır.
“Türk işçilerinin bu konudaki kararlılığının Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu Genel Kurulu toplantısına da kesin yön verebilmesi içten dileğimdir.
“Değerli işçi ve sendikacı arkadaşlarıma saygılar sunarım.” (Yeni Ortam, 29.5.1973)
Bülent Ecevit, 29 Mayıs 1973 günü yaptığı açıklamada da Türk-İş yöneticilerini, uygulanan partilerüstü politika nedeniyle eleştirdi. Ecevit’in açıklamalarının bazı bölümleri aşağıda sunulmaktadır:
“Türk-İş’in partilerüstü politikası, bazı Türk-İş yöneticilerinin iddialarının tersine Türk demokrasisine de hizmet etmek olmamaktadır. Çünkü bu politika yüzünden siyasal dengenin büyük sermaye çevreleri lehine gitgide bozulması, rejimi hızla sağa doğru kaydırarak Türk demokrasisini ciddi ölçüde tehlikeye sokmaktadır. (…)
“Türkiye’nin en büyük işçi üst kuruluşu olan Türk-İş, siyasete ağırlığını koymaktan kaçındıkça, işçi haklarını engellemeye çalışanların ağırlığı haliyle artmış olmaktadır. Türk-İş, açıkça demokratik hak ve özgürlükleri ve işçi haklarını kısmaya çalışan ve sosyal adaleti reddeden partiler karşısında bile tarafsız olduğunu ve tarafsız kalacağını ilan ettikçe, o partiler, kendi açılarından çok haklı olarak, işçiyi ezici bir tutum izlemekte herhangi bir sakınca görmez olmaktadırlar.
“Türk-İş’in partilerüstü politikasını çok beğenen ve destekleyen büyük sermaye ve işveren çevreleri maddi-manevi bütün güçleriyle ve ağırlıklarıyla bugün siyasetin tam içindedirler ve partiler arasında tercihlerini açıkça belli etmektedirler. Türk-İş’in partilerüstü politikası da, sonuç olarak, siyasette, büyük sermaye ve iş çevrelerinin ağırlığını artırmaya yaramaktadır. Türk-İş’in siyasal güçler karşısında tarafsızlık anlamına gelen partilerüstü politikasını beğenenlerin, öğenlerin, destekleyenlerin, büyük sermaye ve işveren çevreleriyle onların yandaşı tutucu siyasal güçlerden ibaret bulunması bile, bu politikanın ne kadar işçiler aleyhine olduğunu bazı sendika yöneticilerine anlatmaya hâlâ yetmemiştir.
“Türk-İş’in ‘partilerüstü politikası’, bazı Türk-İş yöneticilerinin iddialarının tersine, Türk demokrasisine de hizmet etmiş olmamaktadır. Çünkü bu politika yüzünden siyasal dengenin büyük sermaye çevreleri lehine gitgide bozulması, rejimi hızla sağa doğru kaydırarak Türk demokrasisini ciddi ölçüde tehlikeye sokmaktadır.
“Bazı Türk-İş yöneticilerinin mazeret diye, işçinin siyasal eğitiminin ve bilinçlenmesinin yetersiz olduğunu ileri sürmeleri ciddiye alınamaz.
“Eğer işçiler yeterince eğitimden geçirilmediyse bunun da baş sorumlusu Türk-İş’tir. Çünkü, sendikalar kanununun açık hükmüne rağmen, Türk-İş ve ona bağlı bazı sendikalar, işçi eğitimini büyük ölçüde ihmal etmişlerdir. Dar bir yönetici kadroya yüzeysel bir eğitim vermekle yetinmişlerdir.
“Fakat buna rağmen, toplumdaki gelişmenin, haberleşmedeki ve eğitimdeki yaygınlaşmanın doğal sonucu olarak, Türk işçilerinin siyasal bilinçlenme düzeyi çok yükselmiştir. Türk-İş’in hiçbir katkısı bulunmadığı halde, hatta bazı sendikaların köstekleme çabalarına rağmen yükselmiştir.
“İşçiler bu kadar güçlenir ve bilinçlenirken, en büyük işçi üst kuruluşunun siyasete bu kadar pasif ve etkisiz kalması ve siyasal güçler dengesini işçiler lehine değiştirmek için gerekenleri yapmaktan kaçınması böyle sürüp gidemez. Eğer Türk-İş, geçersizliği, işçiye ve işçi haklarının güvencesi olan demokrasiye yararsızlığı açıkça görülmüş olan tutumunu süratle değiştirmezse, işçiler, zaten geride bıraktıkları Türk-İş’e büsbütün yabancılaşacaklardır. Böylelikle Türk-İş, siyasette etkinliğini yitirdiği gibi işçiler üzerinde de etkinliğini tüm yitirecektir. Böyle bir sonucun, hiç değişse başlangıçta bazı olumsuz gelişmelere de yol açabileceğinden kaygı duyduğum içindir ki bu iyi niyetli uyarıda bulunmayı kaçınılmaz bir ödev saydım.” (Cumhuriyet, 30.5.1973)
Sosyal Demokrat Sendikacılar Konseyi’nin önder isimlerinden ve Yol-İş Federasyonu Genel Sekreteri Rafet Altun’un “Türk-İş Kongresi ve Sosyal Demokrat Sendikacılar” başlıklı yazısı, 29 Mayıs 1973 günlü Yeni Ortam Gazetesi’nde yayımlandı. Rafet Altun’un vurguladığı bazı noktalar aşağıda sunulmaktadır:
“Türkiye’nin şartlarına ve toplumumuzun ihtiyaçlarına cevap vereceğine inandığımız ‘Sosyal Demokrat’ düzen değişikliği; Atatürk’ün başlattığı devrimlerin yeni boyutlar kazanması; eşraf ağırlığının, yerini işçi, köylü gibi çoğunluk kesimine terk ederek devrimlerin devamının sağlanması, Anayasamızın öngördüğü ‘Milli Demokratik Sosyal Hukuk Devleti’nin tüm kurumlarının çalıştırılmasıdır. Bunun gereğini yerine getirebilmek ve ekonomiye yön verebilmek için siyaset çarkının işçiler ve diğer kesimlerde çalışanlar lehine işleyebilmesini sağlamak amaçlanmıştır. (…)
“Uyanmış Türk İşçisinin temsilcileri Konfederasyonun Genel Kurulunda meseleleri oluruna bırakmayıp, koordine bir güç olarak sahip çıkacaklar ve bir takım perde arkası oyunların oynanmasına müsaade etmeyeceklerdir. Zaman, Sosyal Demokrat Sendikacıları haklı çıkaracak, hariçten bu hareketi izleyen samimi dostlarımızın yüzü tüm işçi kardeşlerimizle birlikte gülecektir.”(Rafet Altun, “Türk-İş Kongresi ve Sosyal Demokrat Sendikacılar,” Yeni Ortam, 29.5.1973)
Türk-İş’in 9. Genel Kurulu 28 Mayıs – 5 Haziran 1973 günleri Ankara’da toplandı. 1971 yılından itibaren Türk-İş içinde ortaya çıkan sosyal demokrat sendikacılar grubu, genel kurulda, Türk-İş yönetimini sert biçimde eleştirdi ve seçimlere ayrı bir listeyle girdi.
Genel kuruldaki ilginç tartışmalardan biri, Türk-İş’in genel kurula sunduğu çalışma raporunda “demokratik sosyalizmi savunduğu” görüşüydü.
Genel Kurul Raporu’nda, bu dönemde Anayasada yapılmak istenen bazı kısıtlayıcı düzenlemeler eleştiriliyor ve sosyalizm konusunda şu ifadeler yer alıyordu:
“Sosyalizm, liberal kapitalist düzenin mülkiyet ve çalışma müesseselerini ‘yetersiz’ ve ‘adaletsiz’ bulduğu için, onu değiştirmek ve yerine geçmek isteyen bir düzenin adıdır. Günümüzde ‘sosyalizm’ yok, ‘sosyalizmler’ vardır. Hangi rejimle kapitalizmden komünist topluma geçilebileceği konusundaki görüş ayrılığı, ‘sosyalizmler’in doğmasına yol açmıştır. Komünist topluma, proletarya diktatörlüğü denen ihtilalle ve yalnız bu yoldan varılabileceğini savunan Sovyet Komünizmi ya da Marksizm-Leninizm ve bunun yanında Maoist görüş Anayasamızca zaten benimsenmediğine göre, değişiklik teklifinin hedefi, ‘demokratik yollardan sosyalizmin gerçekleştirilebileceğini’ savunan, her çeşidiyle totaliterliği, faşizmi ve komünizmi reddeden ‘batı sosyalizmi’ ya da ‘demokratik sosyalizm’dir. Diğer bir deyişle, kapitalist sınıf, egemen çevreler, Anayasanın ‘sadece’ kapitalizme ‘açık’ olduğunu saptamayı hedef almışlardır. Bu açıdan Anayasa egemen çevrelerin yani kapitalist sınıfın, işçi sınıfı üzerindeki tahakkümünü ‘artırmak ve sonuçta onu ve onun dayandığı çağdaş hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmak için’ kullanılacak bir baskı aracı haline getirilmek istenmiştir. Bu istek ve bunu izleyen, ‘Anayasadaki hak ve hürriyetlere dayanarak sınıf mücadelesi yapılamayacağı’ yolundaki öneri, egemen çevrelerin Anayasayı kendi sınıfsal özellikleri açısından değiştirme arzusunda olduklarını kesinlikle saptayan bir diğer örnektir.”(Türk-İş, 9uncu Genel Kurul Çalışma Raporu, Ankara, 28 Mayıs 1973, Yay.No.77, Ankara, 1973, s.166)
Çalışma Raporu’nda yer alan bu bölüm, sosyal demokrat sendikacılar tarafından gündeme getirildi.
Genel-İş Sendikası Genel Başkan Yardımcısı Ertan Andaş, 29 Mayıs 1973 günü genel kurulda yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“Bir kısım basına göre eğer bu kongre bünyesinde yer almış bulunan Sosyal Demokrat Sendikacılar kongrede isteklerini kabul ettiremezlerse Türk-İş’ten ayrılıp ayrı bir konfederasyon kuracaklardır şeklinde beyanlara rastlanmaktadır. (…) Neydi basında tartışılan konu; sosyal demokratlar kongrede başarı elde edemezlerse ayrı bir konfederasyon kuracaklar mı? Nerden çıktı bu teklif, kim yumurtladı bunu. Kimin ve hangi teşkilatın düşüncesidir. Bir kongre yapılır ve bu kongrede fikirler ortaya konulur. Mutlak bir fikir diğer fikire galebe çalacaktır. Bundan bozulmamak gerekir. Arkadaşlarım, şu hususu peşinen kabul etmek mecburiyetindeyiz. Ne zaman olursa olsun, ister bu kongrede, isterse bundan sonraki kongrelerde Sosyal Demokrat Sendikacılar başarıya ulaşmasalar dahi ayrı bir konfederasyon kurmak, bu konfederasyon bünyesinden ayrılmak düşüncesinde katiyen değillerdir. Kamuoyunda bazı çıkarcı çevreler bizi birbirimize sokmak için ellerinden gelen bütün gayreti sarf ediyorlar; adeta kundakçılık yapıyorlar. Beyler, şunu bilmelisiniz ki, arzularınız kursaklarınızda kalacaktır; avucunuzu yalayın da hikayeniz şişmesin.” (Türk-İş, 9. Genel Kurul Çalışmaları, Yay.No.82, Ankara, 1974, s.65)
“Bu rapordaki ibare açıkça göstermektedir ki, Konfederasyon yöneticileri sosyal demokratların daha ilerisinde demokratik sosyalizmi savunmaktadırlar.” (Türk-İş,1974;67)
“Bu kongrenin çözüme götürmek mecburiyetinde olduğu sorunlardan birisi de partilerüstü politika konusudur. (…) Maalesef benim yine anladığım tabirle, partilerüstü politika Çarşamba günü başka türlü konuşmak, Perşembe günü de bunu nakşeden bir konuşma yapmak değildir. (…)
“Dün bir siyasi partinin genel başkanı da ifade etti; sosyal demokrat hareket ve demokratik sosyalizm. Dedi ki, sizin asıl amacınız demokratik sosyalizm olmalıdır. Bir ölçüde partilerüstü politika ne kadar tutucu ise, sosyal demokrat hareket de tutucudur dedi. Demin de ifade ettim, sayın Türk-İş İcra Heyetimiz sosyal demokrat sendikacıları aşarak demokratik sosyalizmi bu raporda benimsemiş. Tebrik etmek lazım. Bizi aşmışlar. Şimdi Türk-İş’in savunduğu bu demokratik sosyalizmi nasıl gerçekleştireceğiz? Bunu müzakere ve münakaşa etmek gerekir. Partilerüstü politikayla mı, demokratik sosyalizmi gerçekleştireceğiz? Yoksa bizden yana olan bir siyasi partiyi mi destekleyeceğiz. Yoksa partilerüstü politikayı bir kenara itip, mevcut bir siyasi partiyi destekleme yoluna mı gideceğiz? Yoksa bugüne kadar mevcut siyasi partiler bir kene gibi sırtımızı kanımızı emmiştir, deyip, Türk İşçi Hareketini bir siyasi parti etrafında toplama çağrısında mı bulunacağız.” (Türk-İş,1974;69,70)
Harb-İş Sendikası Genel Başkanı Kenan Durukan da bu konuda şu görüşü belirtti: “Aslında Türk-İş çalışma raporunda demokrat sosyalizmin gereği savunulmuştur, savunulacaktır. Fikir kimin olursa olsun, nereden gelirse gelsin, biz ihtiyacımızı aramaya ve bulmaya mecburuz.” (Türk-İş,1974;98)
Metal-İş Federasyonu Genel Sekreteri Fehmi Işıklar da şunları söyledi: “Öyle sosyal demokrat, demokratik sol, demokratik sosyalizm, Halil Abi’nin tasvip ettiği Batılı anlamda sosyalizm, bunların temelde ne kadar üretim aracının kimin elinde toplanacağını kesinkes koymalı ve bunun ismini de ister Mehmet, ister Ahmet koyalım.” (Türk-İş,1974;107)
CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit, 2 Haziran 1973 günü yaptığı açıklamada da Türk-İş’in partilerüstü politika anlayışını sert biçimde eleştirdi. Bülent Ecevit’in açıklamasının bazı bölümleri aşağıda sunulmaktadır:
“Türkiye’de en ileri demokratik işçi haklarının gerçekleşmesini sağlamış parti olarak, Cumhuriyet Halk Partisi, işçilerin siyasete ve yönetime ağırlıklarını koymalarını isterken, bir sınıf egemenliğini önermiş olmuyor. Tam tersine, CHP, böyle bir tehlikeyi önlemeye çalışmaktadır. Çünkü Türkiye’de bugün ekonomik bakımdan güçlü çevrelerin sınıf egemenliğinin kurulması ciddi bir tehlike haline gelmiştir. Ve ancak işçilerin siyasete ağırlıklarını koymalarıyla meydana gelecek sıhhatli dengedir ki, Türkiye’yi bir azınlığın sınıf egemenliğinden koruyabilir. İşçilerin, demokratik kurallar içinde siyasete ağırlıklarını koymalarını, her şeyden önce bu nedenle zorunlu görüyoruz. (…)
“İşçilerin istemediği bütün yasa değişikliklerini gerçekleştiren, işçilerin istediği bütün yasaları ve reformları ise engelleyen ve özgür sendikacılığın hayat kaynağı saydığımız demokrasiyi kurutmak üzere uğraşan ne kadar tutucu parti varsa, Türk-İş’in bugüne kadar izlediği etkisiz tutumu savunup övüyorlar. Türk-İş’in daha etkin bir tutum izlemesini istediğimiz için de bize çatıyorlar. (…) Türk-İş’in programına aldığı bütün reformları savsaklayanlar, yozlaştıranlar da bu partilerdir. Türk-İş bu partiler karşısında tarafsız tutumunu sürdürdüğü sürece, hele bizim iyiniyetli uyarılarımız karşısında bu partilerin desteğinden ve alkışlarından yardım umduğu sürece, kendi ekonomik ve sosyal ilkelerini ve programını hiçe sayan partilerle Meclis içinde ve dışında işbirliği yapan, resmen şikayet ettiği yasalara oy veren bazı sendika yöneticilerine karşı bile herhangi bir müeyyide uygulamaktan kaçındığı sürece, toplumdaki ve işçiler arasındaki gücünü bütün bütün yitirecektir.
“İşçiler uyanıktır. İşçiler her şeyin farkındadır. Bilinçli Türk işçileri, Türk sendikacılığına er geç istedikleri yönü vermeyi başaracaklardır. Türk sendikacılığına bu yönün Türk-İş içinde yıllardır kağıt üzerinde kalmasına yol açan bir tutumun yararsızlığını, etkisizliğini artık kabul ederek daha etkin bir tutum izlemeğe başladığı gün, bütün partilerden daha güçlü olduğunu görecektir. Sosyal adaleti engelleyenlere, sömürüyü sürdürmek isteyenlere, geniş halk topluluklarının yoksulluğu pahasına bir avuç varlıklıyı gözetenlere ve demokratik hak ve özgürlükleri kısmağa kalkışanlara karşı, Türk-İş kesin vaziyet aldığı gün, Türk toplumunun çehresi değişecektir. Türk halkının yüzü gülecektir. Türkiye sosyal ve siyasal bunalımlardan kurtulacaktır.” (Cumhuriyet, 3.6.1973)
CHP Yozgat Milletvekili, Genel-İş Sendikası Genel Başkanı ve “Sosyal Demokrat Sendikacılar Konseyi Başkanı” Abdullah Baştürk, 7 Haziran 1973 günü, Türk-İş’in 28 Mayıs-5 Haziran 1973 günleri gerçekleştirilen 9. Genel Kurulu’na ilişkin şu değerlendirmeyi yaptı:
“Türk-İş yönetimini önümüzdeki yıllarda, işçi sınıfının gerçek temsilcileri olarak dikkatle izleyecek ve denetleyeceğiz. Sermayenin kanatları altına girmeyen özgür sendikacılar, emeğin haklarına ve bağımsızlığına sahip çıkacaktır. İnancımız odur ki, Türk işçi hareketinin tabanına doğru hızla inmekte olan sosyal demokrat sendikacılık akımı, sınıflarından kopmuş, bir çeşit sendika aristokrasisi kurmuş bulunan kadroları tasfiye edecektir.
“Sosyal demokrat sendikacılık, önümüzdeki süre içinde tabandaki işçilerle bütünleşecek, köylülerimizin, küçük esnaf ve sanatkarlarımızın, dar gelirli kamu görevlilerinin sorunlarına çözüm yolları arama ödevine, halkımızı ve işçilerimizi bilinçlendirmeye devam edecektir. Bunun için de, işçiden aldığı paraları, işçinin eğitimine, refah ve mutluluğuna harcayarak, işçiye döndürme yolundaki dürüst uygulamasına devam edecektir. Sermaye sınıfı temsilcilerinin yığıştığı siyasal partilerden emir almayacak, işçinin, köylünün, ezilenlerin, varlıksız kılınmış halk kesimlerinin kaderlerini değiştirmeyi kendine program yapmış bir siyasal ağırlığın merkezi olacak, işçiden yana olan siyasi partileri cesaretle desteklerken, işçiyi sermayenin emrine vermeyi amaçlayan, onu tekrar ricacı sendikacılık çemberinin içine iterek, özgürlüğünü kısıtlayan, haklarını sınırlayan siyasal oyuncuların karşısına yürekli olarak çıkacaktır.
“Türk-İş, son genel kurulunda, yalnız yönetici kadrolarını seçmemiş, aynı zamanda, sendikalarımızın ve işçilerimizin başına geçmiş bulunan yıllanmış yöneticilerin siyasal ipoteği altına alınmış bulunmaktadır. Tıpkı Odalar Birliği, tıpkı işveren sendikaları gibi Türk-İş, sermayenin yönettiği bir kuruluş görüntüsüne itilmiştir. Türk işçisi böyle haksız bir siyasi tercihe teslim edilmeyi kabullenmeyecektir. Dünyada her gün gelişen ve başarılar kazanan sosyal demokrasi, Türk işçilerinin bilinçli uyanışlarının teminatı altındadır.” (Cumhuriyet, 8.6.1973)
Abdullah Baştürk, Özgür İnsan Dergisi’nde (No.13, Haziran 1973) yayımlanan “Türk-İş’te Dönüşüm” başlıklı yazısında da şunları söylüyordu:
“Türk-İş’in şu günlerde en önemli sorunu, ‘politika-dışı sendikacılık’ sloganı ile, işçilerin kendi ekonomik, sosyal ve siyasal amaçlarına en uygun düşen amaç ve ilkelerin yeniden saptanması konusunun karara bağlanması olacaktır. (…)
“Türk-İş’i demokratik bir siyasal ağırlık merkezi durumuna getirmek, gerçekleştirilecek önemli dönüşümlerden birisi olacaktır. Bunun için de, Tüzükte bazı değişmeler öngörülmüştür. Kanımızca, Türk-İş, şimdiye kadar izlediği ‘partilerüstü politika’ çizgisini terk edecektir. Bu arada hemen belirtmek gerekir ki, şu anda, Türk-İş’i bir siyasal parti ile organik bir bağ içine sokmak mümkün değildir. Ancak, Türk-İş yönetimini ‘gelen ağam, giden paşam’ politikasından kurtarmak bakımından, belirli sosyal ve ekonomik bir temel politika ile bağlamak ve bu bağlayıcı politika ile gelişen siyasal kuruluşların Türk işçi hareketi içindeki etkilerini önleyici bir çizgi çekmek mümkündür. (…)
“Şu anda, Türk Sendikacılığı ‘politika-dışı sendikacılık’ kararı nedeniyle kendi üyelerinin yurt sorunları ve temel ekonomik tercihlerle ilgili bilgileri edinmelerine bir ölçüde engel olmuştur. (…)
“Bu düşüncelerle, bu kongrede Türk-İş tüzüğünden ‘partilerüstü politika izlemek’ gibi uygulanma yeteneği olmamış, üstelik geçerliği de bulunmamış bir hükmün çıkarılmasına özel önem verilecektir. Bu demek olacaktır ki, Türk-İş, yakın bir gelecekte bilinçlendirilmiş işçi örgütlerinin elindeki sendikalar yoluyla ülkemizde, yalnız işçilerin hak ve çıkarlarını en üst düzeyde koruyan bir örgüt değil, aynı zamanda, tüm sorunların çözümü üzerinde söz ağırlığı olan bir sosyal-siyasal güç haline gelebilecektir. (…)
“Türk-İş içindeki Sosyal Demokrat sendikacıların ortak inancı odur ki, bir işçi, bir sendikacı, hem emeğin, çalışan insanın hakkını korumakla görevli olmak, hem de sermaye partilerini güçlendirmek için siyasal eylemde bulunmak gibi tersliklerinden, çelişkilerinden kurtarılmalıdır. (…) Kendi ilkelerimizi benimseyen, destekleyen, muhalefette iken bunları savunan, iktidardayken de bunları uygulayan siyasal partiler, Türk İşçi Hareketince açıkça ve kesin biçimde oy desteğine sahip olacaktır. Hatta, bu partilerin seçim kazanabilmeleri için, yalnız oy vermek değil de, başka biçim ve usullerle güçlendirilmeleri gerekiyorsa, o biçim ve usuller içinde maddi ve manevi destek sağlanmalıdır. (…)
“Türk-İş şimdiye kadar, kendisi ve sınırlı sendikal çıkarların korunması için çalıştı. Bu amaçla örgütlendi. Bu amaçla kendi üyelerini şartlandırdı. Bundan sonraki dönemde, ücret artırıcı sendikacılığı aşmak zorundadır. (…)
“Artık yalnız sendikalı 800 bin işçinin ücretlerini artırmak, mesken kredilerini artırmak, öğle yemeklerinin bedelini birkaç kuruş artırmakla, hiçbir temel sorunun çözüme kavuşturulamadığını görmüş bulunmaktayız. Toplumun temel ekonomik sorunları çözülmeden, diğer çalışan insanların, özellikle köylülerin ekonomik kalkınmalarını sağlayıcı örgütlenmesi tamamlanmadan, çalışan sınıf ve zümreler arasında kader birliğinin gerektirdiği işbirliği yapılmadan, Türk işçisinin daha mutlu, daha müreffeh olması mümkün değildir.”
“Türk-İş, ilk kez gerçek ve demokratik batı ülkelerindeki örneklerine benzer bir sendikal kuruluş olmanın adımını bu kongre ile atmalıdır. Böyle bir aşamanın ilk şartı, sendikacılığın da ilk şartıdır; yani, Sosyal Demokrat cephedeki yerini açıkça belli etmektir. Türk-İş bu tarihi yerini almada, emeğe saygı cephesini kurmada tereddüt gösterirse önümüzdeki üç yıla, hatta bugünkü görüntüsü ve gücünden çok şeyler kaybetmiş olarak çıkacaktır. Türk-İş’e inananlar, güvenenler, ona bel bağlayanlar, bu aşamasında onu desteklemek bilinciyle hareket edeceklerdir.” (Abdullah Baştürk, “Türk-İş’te Dönüşüm,” Özgür İnsan, No.13, Haziran 1973, s.12-16)
12’ler Raporu ve ardından oluşturulan Sosyal Demokrat Sendikacılar Konseyi konusu bu yıllarda gündemden düşmedi. Türk-İş Genel Sekreteri Halil Tunç, Türk-İş’in 1973 yılında toplanan 9. Genel Kurulu kapanış konuşmasında bu konuda şu değerlendirmeyi yaptı:
“Arkadaşlarım, gelelim partilerüstü politikası tartışmasının başlangıcına; bunu iki bölümde mütalaa etmek mümkün. Birinci bölüm, bence, Türk sendikacılık hareketinin eğilimlerini, görüşlerini yansıtan ve yüzde yüz samimi olduklarına inandığım dörtler raporu. Dörtler raporunda sivri kelimeler pek çok, bir rapor adabına uymayan ithamlar, tabirler pek çok; fakat buram buram sendika yöneticilerinin eleştirileri, felsefeleri ve tenkitlerinin izleri var. Bu bakımdan bu rapora saygı duyuyorum, dedim. Ondan sonra verilen rapor bence, arkadaşlarımızın istedikleri kadar kabul ettiklerini iddia etsinler, bir rapor niteliği olmaktan uzak, muhteva bakımından demiyorum, çünkü bir kişi bu rapor için aynen şöyle söylüyor. Sayın Şükrü Koç, Özgür İnsan’da yazdığı bir makalenin altına şöyle bir dipnotu iliştirmiş. ‘Şükrü Koç 1946 yılından bu yana çeşitli dergi ve gazetelerde yazılar yayınlamıştır. Yazarın eğitimle ilgili üç eseri, Sosyal Demokrat Düzen adında, sendikalarla ilgili bir eseri vardır.’
“Dörtler Raporunun iyi niyetinden zerre kadar şüphe etmediğimi söyledim, fakat tartışmalar giderek sanki yön değiştirdi; sanki Türk sendikacılık hareketinin diğer bölümü sosyal demokrat arkadaşlarımızın önerdikleri tamamen ekonomik, sosyal ve eğitim konularında karşıymış gibi bir fikir ortaya atıldı. Arkadaşlar, sosyal demokrat arkadaşlarımızın önerileri içinde ekonomik, sosyal, kültürel konular yanında bir de politik yönü vardı ilk Dörtler Raporu’nun. Çünkü arkadaşlarımız diyorlar ki, Türk işçi hareketi artık politikaya ağırlığını koymalı. Siyasete ağırlık nasıl konulur, ya bir siyasi parti kurarsınız, ya da bir siyasi partiyi desteklemek suretiyle politikaya ağırlığınızı koyarsınız. Nitekim raporun birçok bölümlerinde siyasi partilerimiz eleştiriliyor ve Türk Sendikacılık Hareketinin hangi siyasi partiye ilişki kurabileceği konusunda kanaat ve görüş ortaya konuyor. Bütün siyasi partilerimizi eleştirdikten sonra, onlar da Türk sendikacılık hareketinin işbirliği yapmasının olanağı olmadığı, gayet nezih, gayet doğru bir görüşle, ve o görüşlere katılıyorum, saptanıyor. Geliyor işçi partisine. İşçi Partisi de diyor, Türk Sendikacılık Hareketinin işbirliği yapacağı bir parti değildir. (…) Dedik ki, beyler, partilerüstü bir politikamız var. Bu politika değişmediği sürece, bu kabil önerilere, bu kabil eleştirilere her zaman karşı çıkmak bir yöneticinin görevidir. Yalnız biz mi karşı çıktık? Hayır. Türk sendikacılık hareketinin prensiplerine ve ilkelerine bağlı birçok sendikalarımız da karşı çıktı. Örneğin Petrol-İş. Partilerüstü politika bir kısım çevrelerde yanlış anlaşılmakta ve değişik biçimde tanımlanmaktadır. Petrol-İş’in anlayışı odur ki, partilerüstü politika yurt sorunları üzerinde köklü, tarafsız, milliyetçi ve hiçbir siyasi pati patenti altına girmeyen bir politika izlemektir. Petrol-İş bu politikayı yıllardan beri içtenlikle uygulamaktadır. Yöneticileri, körü körüne siyasi parti saplantılarından ve milletvekili olma duygularından her zaman uzak kalmıştır. Bu nedenledir ki gerek işçi sorunları ve gerekse yurt sorunları üzerinde iktidar ve muhalefetin her davranışını tarafsızca eleştirme fırsatı bulmuştur. Hürmet duyuyoruz.” (Türk-İş, Türk-İş 9. Genel Kurul Çalışmaları, 28 Mayıs – 5 Haziran 1973, Ankara, Türk-İş Yayınları No.82, Ankara, 1973, s.406-408)
Türk-İş’in 1973 yılı Mayıs ayında yapılan 9. Genel Kurulu’nda partilerüstü politika konusundaki Tüzük hükmü aşağıdaki şekilde değiştirildi:
“Türk-İş, siyasi partiler karşısında mutlak bağımsızlığını korur. Siyasi partilerle organik bağ kuramaz. Genel kurul kararı olmadıkça herhangi bir partiyi destekleyemez.” (Türk-İş, Türk-İş Anatüzüğü, 1973, Madde 4/18, s.5)
TÜRK-İŞ’in 28 Mayıs – 5 Haziran 1973 günleri toplanan 9. Genel Kurulu’nda yapılan seçimlerde kendilerini “sosyal demokrat” olarak niteleyen ve isimlendiren sendikacılar ayrı bir liste olarak çıktılar ve büyük bir yenilgi yaşadılar. Genel başkanlıkta, Seyfi Demirsoy’un karşısına Yol-İş Federasyonu Genel Başkanı Halit Mısırlıoğlu aday oldu. Demirsoy 186, Mısırlıoğlu 70 oy aldı. Genel sekreterlikte Halil Tunç’un karşısına Petrol-İş’ten Özkal Yici aday oldu. Tunç 187, Yici 64 oy aldı. Genel mali sekreterlikte Ömer Ergün’ün karşısına Teksif’ten Bilal Şişman aday oldu. Ergün 231, Şişman ise 30 oy aldı. Genel eğitim sekreterliğinde Kaya Özdemir’in karşısına Mehmet Şişmanoğlu aday oldu. Özdemir 169, Şişmanoğlu 66 oy aldı. Genel teşkilatlandırma sekreterliğinde Ethem Ezgü’nün karşısına Harb-İş Genel Başkanı Kenan Durukan aday oldu. Ezgü 137, Durukan 77 oy aldı. Genel eğitim sekreterliği ve genel teşkilatlandırma sekreterliği için ikinci tur oylama yapıldı. İkinci turda, genel eğitim sekreterliğinde Özdemir 193, Şişmanoğlu 6; genel teşkilatlandırma sekreterliğinde ise Ezgü 177, Durukan 16 oy aldı.
Yönetim Kurulu üyeliklerine ise Ömer Deniz, Sadık Şide, Orhan Erçelik, İbrahim Denizcier, Ahmet Kurt, İbrahim Çapan, Necati Cansever, Ahmet Karahan, Binali Yağışan, İsmail Özkan, Şevket Yılmaz, İhsan Sücülü, Mehmet İnhanlı, Kemal Özer, Mehmet Tezer, Orhan Sorguç, Enver Kaya, Aslan Sivri, Hasan Türkay, Mustafa Başoğlu, Erdoğan Balcı, Yılmaz Gümüşbaş, Mustafa Şahin ve Adnan Başaran getirildiler.
CHP VE 14 EKİM 1973 MİLLETVEKİLİ GENEL SEÇİMLERİ
CHP, Bülent Ecevit’in 1972 yılında genel başkanlığa getirilmesi sonrasında işçi ve sendika konularıyla daha yakından ilgilenmeye ve Türk-İş içinde güç ve etkisini artırmaya çalıştı. CHP İşçi Büroları Genel Kurulu 10 Temmuz 1973 günü Ankara’da çalışmalarına başladı. Genel Başkan Bülent Ecevit, yaptığı konuşmanın sonunda şunları söyledi:
“İşçi kesimi önderlik ödevini yerine getirmekten kaçınamaz. İşçi kesiminde şu anda ‘saklı’ olan güç o kadar büyüktür ki, bu tam manasıyla işlediği takdirde devlet yönetimine demokratik yoldan ağırlığını koyabilir. Türk-İş 12 Mart’tan bu yana bu saklı gücü kullanmamıştır. Eğer Anayasa sınırları içinde bu hakkını kullansa idi, birçok anti-demokratik kanunlar meclislerden geçmezdi. Türk-İş bunu yeterince kullanmamıştır. İnce oyunlarla köylü, işçi birbirinden ayrılmak istenmektedir. Ve bu yüzden devlet yönetimine ağırlık konamamıştır. İş çevreleri küçük olmasına rağmen gücünü kullanmaktadır. Bunu o kadar yapmaktadır ki, eskiden gelenek haline gelen ve politik hayatta en son basamak olan Başbakanlık, ilk basamak haline dönüşmüştür. İstediklerini Başbakan yapmaktadırlar. Misafir için hazırlanan pasta ve şekerleri çocukların yememesi için anneleri, ‘o pasta kaka, pis’ diye kandırırlar. İşte bu egemen çevreler de işçileri ‘politika çirkin, kaka’ diye kandırmaktadırlar.” (Cumhuriyet, 11.7.1973)
14 Ekim 1973 tarihindeki milletvekili genel seçiminde toplam 16,8 milyon seçmenin 11,2 milyonu oy kullandı ve geçerli oyların sayısı 10,7 milyon düzeyinde kaldı. Bülent Ecevit’in başkanlığındaki CHP oyların yüzde 33,30’unu alarak 450 üyeli Millet Meclisi’nde 185 milletvekili elde etti. Süleyman Demirel’in başkanlığındaki Adalet Partisi ise oyların yüzde 29,82’sini alarak 149 milletvekiline ulaştı. Ferruh Bozbeyli’nin başkanlığındaki Demokratik Parti 45 milletvekili, Süleyman Arif Emre’nin başkanlığındaki Milli Selamet Partisi ise 48 milletvekili kazandı. Turhan Feyzioğlu’nun başkanlığındaki Cumhuriyetçi Güven Partisi 13 ve Alparslan Türkeş’in başkanlığındaki Milliyetçi Hareket Partisi ise 3 milletvekili alabildi.
1973 yılı Ekim ayında Türk-İş I. Bölge Temsilcisi (İstanbul) Ziya Hepbir, düzenlediği basın toplantısında şu talepleri dile getirdi: “Kurulacak hükümetler aracılar, tefeciler, istifçileri ve vurguncuları ortadan kaldırmasını, Türk parasının iştira gücünü artırmasını, Türk işçilerinin yurt dışında biriktirdikleri dövizleri yurdun kalkınması için sanayi dalına yatırmasını ve işçilere genel grev hakkının verilmesini istiyoruz.” Ziya Hepbir, daha sonra, “Çalışanları temsil edecek bir partinin kurulması için çalışıyoruz,” dedi. (Gündem, 27 Ekim 1973)
GENEL KURUL SONRASINDA TÜRK-İŞ’TEN AYRILANLAR
Türk-İş’in 9. Genel Kurulu’ndan sonra “sosyal demokrat sendikacılar” grubundan bir kişi, “TÜRK-İŞ’in tümüyle sağa kaydığını ve AP’nin kontrolü altına girdiğini,” söyledi. (Yeni Ortam, 7.6.1973) Böylece, DİSK’in kurulması öncesinde TÜRK-İŞ’in 1966 Genel Kurulu’nda olduğu gibi, “sosyal demokratlar” dışlandılar ve bu genel kuruldan sonra TÜRK-İŞ’ten ikinci kopuş dalgası yaşandı.
Genel Kurul’dan sonra ilk kopuş, Metal-İş Federasyonu’nda yaşandı. Metal-İş Federasyonu’nun TÜRK-İŞ’in 9. Genel Kurul delegelerinden olan Fehmi Işıklar ve Ali Kaya’nın önderliğindeki bir grup sendikacı, 27 Aralık 1973 tarihinde Türkiye Çağdaş Metal İşçileri Sendikası (Çağdaş Metal-İş) adıyla yeni bir örgütlenmeye gitti. Metal-İş Federasyonu üyesi 9 sendika da 1974 yılı içinde yaptıkları genel kurullarda kendilerini feshetti ve Çağdaş Metal-İş’e katıldı. (Çağdaş Metal-İş, 1. Genel Kurul Çalışma Raporu, Ankara, 1974, s.27–28. Katılan sendikalar şunlardı: Balıkesir Metal-İş, Muğla Metal-İş, Bolu Metal-İş, Antalya Metal-İş, Trabzon Metal-İş, Doğu Karadeniz Bölgesi Metal-İş, İç Anadolu Bölgesi Metal-İş, Samsun Metal-İş, Mersin Metal-İş)
Çağdaş Metal-İş, “çağdaş sendikacılık” anlayışı etrafında bir hareket örgütlemeye çalıştı. “Çağdaş sendikacılık” hakkında şu değerlendirme yapılıyordu: “Bütün baskılara, gerici ve tutucu bütün akımların hışmına karşı koyarak, işçiden yana, toplumdan yana yapılan sendikacılıktır. Ülkemizde bu tür sendikacılığın özlemi çekilmektedir. (…) Sendikamız, işçi sınıfının yararına olacak bütün ekonomik ve politik mücadelelerin içinde, emekçi sınıflar saflarında yer almayı, etkin bir rol oynamayı görev sayar.” (Çağdaş Metal-İş, 1. Genel Kurul Çalışma Raporu, s.35, 36)
5 Haziran 1975 tarihinde ise Çağdaş Gıda-İş Sendikası kuruldu.
Bu örgütlenmeler, kendi başlarına etkili olamayınca, DİSK’e yöneldi. Çağdaş Gıda-İş 3 Aralık 1975 tarihinde DİSK üyesi oldu. Çağdaş Metal-İş ise, 1976 yılında DİSK’e bağlı Maden-İş’e katıldı. Çağdaş Metal-İş Genel Başkanı Fehmi Işıklar, Maden-İş Genel Başkan Yardımcısı, Ali Kaya ise Maden-İş Ankara Merkez Temsilcisi oldu. 1980 yılında Fehmi Işıklar, DİSK Genel Sekreteri, Ali Kaya ise DİSK Ankara Bölge Temsilcisi idi.
Genel-İş Sendikası’nın Türk-İş’ten ayrılması ise 1975 yılında gerçekleşti.