Emeğin Gücü, Emekçinin Yanındayız...
TEKGIDA-İŞ SENDİKASI
TEKGIDA-İŞ SENDİKASI
ATAKEY
FELDA IFFCO
PERFETTİ VAN MELLE
KRAFT HEİNZ
SAFE SPİCE
SAGRA
İZTARIM
DOĞANAY
KESKİNOĞLU
BARRY CALLEBAUT
BEL KARPER
Cargill
Doğadan
Tarım Kredi Birlik
Bolez Piliç
Badem Su
İzmir Su
Elmacık Atasu
Sek_Süt
Yudum_Yag
ORYANTAL TÜTÜN PAKETLEME
Olin_Yag
NuhunAnkaraMakarnasi
Nestle_Su
Pinar
Savola
Pepsi
Tuborg_Bira
Nestle cereals
Yepaş Ekmek
Yesaş
Mey
Nestle
Mauri_Maya
Lipton_Dosan
Mondelez
TtlTutun
TrakyaBirlik
Tat
Tamek
Sırma Su
Sunel
KristalYag
Knorr_Besan
Kent_Cadbury
Efes
ELİT Cikolata
Erikli_Su
Eti
Evyap
Ferrero
Filiz Makarna
Timtas
Kavaklıdere
ibb kent ekmek
Hayat Su
Haribo
Frito Lay
BAT
Barilla_Makarna
Banvit
Aroma
Ankara Fırınları
Akmina
Alpin Su
Bimbo QSR
Bolca Mantı
BUNGE YAĞ
Chipita Gıda Üretim A.Ş.
Coca Cola
Damla Su
Danone
Dr Oetker
Agthia
ATAKEY
FELDA IFFCO
PERFETTİ VAN MELLE
KRAFT HEİNZ
SAFE SPİCE
SAGRA
İZTARIM
DOĞANAY
KESKİNOĞLU
BARRY CALLEBAUT
BEL KARPER
Cargill
Doğadan
Tarım Kredi Birlik
Bolez Piliç
Badem Su
İzmir Su
Elmacık Atasu
Sek_Süt
Yudum_Yag
ORYANTAL TÜTÜN PAKETLEME
Olin_Yag
NuhunAnkaraMakarnasi
Nestle_Su
Pinar
Savola
Pepsi
Tuborg_Bira
Nestle cereals
Yepaş Ekmek
Yesaş
Mey
Nestle
Mauri_Maya
Lipton_Dosan
Mondelez
TtlTutun
TrakyaBirlik
Tat
Tamek
Sırma Su
Sunel
KristalYag
Knorr_Besan
Kent_Cadbury
Efes
ELİT Cikolata
Erikli_Su
Eti
Evyap
Ferrero
Filiz Makarna
Timtas
Kavaklıdere
ibb kent ekmek
Hayat Su
Haribo
Frito Lay
BAT
Barilla_Makarna
Banvit
Aroma
Ankara Fırınları
Akmina
Alpin Su
Bimbo QSR
Bolca Mantı
BUNGE YAĞ
Chipita Gıda Üretim A.Ş.
Coca Cola
Damla Su
Danone
Dr Oetker
Agthia
02 Mayıs 2023
TÜRK-İŞ’TE İŞÇİ KURULTAYLARI VE PARTİ KURMA TARTIŞMALARI

1971-1980 döneminde Türk-İş’in siyasi partilerle ilişkileri konusunda çok kapsamlı ve geniş katılımlı toplantı ve tartışmalar yapıldı.

TÜRK-İŞ’TE İŞÇİ KURULTAYLARI VE PARTİ KURMA TARTIŞMALARI

TEKGIDA-İŞ SENDİKA AKADEMİSİ

Genel olarak işçiler ve özel olarak da Türk-İş’e bağlı sendikaların üyeleri arasında bir siyasi tercih değişikliği gündemde değilken, sendika yöneticilerinin bu konuya ağırlık vermelerinin çeşitli nedenleri vardır. Bir neden, CHP’nin sendikalarda etkili olma ve bu yolla işçi desteğini artırma çabasıdır. Diğer bir neden, 1975 yılından itibaren Türkiye’de siyasi saflaşmaların sertleşmesi ve 12 Eylül 1980’e kadar fiilen bir iç savaşın yaşanmasıdır. Ayrıca bu yıllarda DİSK içinde yaşanan tartışmalar da sendikaların siyasi örgütlerle ilişkisi konusunun tartışılmasının nedenlerinden biridir. Türk-İş yönetimi, bu süreçte örgütün bütünlüğünü koruyabilmek amacıyla, işçi tabanından bu doğrultuda bir talep ve baskının olmamasına rağmen, önemli toplantılar düzenledi ve genel kurullarda bu konu ayrıntılı olarak tartışıldı.

CHP’YE DESTEK TARTIŞMALARI

1974 yılı Mart ayı başında Türk-İş’e bağlı 17 sendika yetkilisinin İstanbul’da yaptıkları toplantıda bazı sendika başkanları Ecevit hükümetinin desteklenmesini istedi.

Deri-İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Şahin şunları söyledi: “Açıklıkla ifade etmek isterim ki, ezilen zümreyi korumak için, vergi reformunun gerçekleşmesi için, toprak reformunun uygulanması için, dış ticaretin devletleştirilmesi için bugünkü Bülent Ecevit hükümetinin desteklenmesi lazımdır.” Kristal-İş Sendikası Genel Başkanı Mehmet Şişmanoğlu da şu görüşü ileri sürdü: “Türk-İş’i işçiyi temsil eder bir duruma getirmek lazımdır. Bugün sendika temsilcileri tabandan oy aldığı halde, tabandan kopmuş 30-40 kişilik bir sendikacı grubudur. Bugün sanayi işçilerinin oyunu alarak iktidara gelmiş olan Bülent Ecevit sanayi işçisini siz mi, ben mi temsil ediyorum? diye sorarsa ne cevap verilir? Bülent Ecevit nezaket icabı bunları demez ama, sanayi işçilerini temsil ettiklerini ileri sürenlere de güler. Türk-İş tabandan kopmuştur ve kendini sosyal demokrat akım içinde yenilemelidir.” (Yeni Ortam, 3.3.1974)

Petrol-İş Genel Sekreteri Özkal Yici, 14 Mart 1974 günü Milliyet’te yayımlanan yazısında, sosyal demokrat sendikacıların amaçlarını şöyle özetledi:

“Sosyal Demokratlara göre, bozuk ekonomik düzeni etkilemeyen yüzeydeki birtakım yasalarla yetinmek işçi sınıfının çıkarlarına aykırıdır. Süregelen liberal kapitalist ekonomik politika, işçileri ve tüm çalışanları her geçen gün yoksulluğa itmekte, toplu sözleşmelere rağmen reel satın alma güçlerini azaltmakta, hiç değilse artırmamaktadır. Gelir dağılımındaki adaletsizlik sürüp gitmekte, işsizlik çoğalmaktadır. 24 ilke aslında bu gidişin değişmesi için önerilmiş ve Türk-İş Genel Kurullarında oy birliği ile kabul edilmiştir. Sosyal Demokrasiyi benimsememiş siyasal iktidarlardan bu ilkelerin gerçekleşmesini beklemek olanaksızdır.

“Hem ilkelerim var demek, hem de o ilkelerin gerçekleşmesini sağlayıcı siyasal bir yöntemi saptayıp uygulamamak büyük tarihsel çelişkidir. Giderek bilinçlenen ve toplu sözleşmelerin, mutluluğu için yetmediğini gören işçi de yeni bir çıkış yolu aramaktadır. Partilerüstü politika aranılanın cevabı olmamaktadır. Çünkü bu cevap özgür parlamento düzeninde yalnızca siyasette yatmaktadır. İşçi hareketine ortak bir siyasal görüş götürülmedikçe, çalışan yığınlar özlemlerini değişik siyasal görüşlerde ve partilerde aramaktadır. Bu da yığınları yaygın bir fikir parçalanmasına götürmektedir.

“O halde, öncelikle temelde 24 ilkenin özünde yatan Sosyal Demokrat felsefe etrafında birleşmeyi sağlamalı, bu amaçla yaygın eğitime girişilmelidir. Konfederasyon yönetiminde de ilkeler doğrultusundaki siyasal görüş ve davranışlar desteklenmeli, ilkelere ters düşen tutumların ise karşısında olunmalıdır.” (Özkal Yici, “Sosyal Demokrasi ve Türk-İş,” Milliyet, 14.3.1974)

Türk-İş’in parti kurması düşüncesini sürekli olarak savunan kişilerden biri, Tek Gıda-İş Genel Başkanı İbrahim Denizcier’di. Denizcier, 1974 yılı başlarında bu konuda şunları söylüyordu:

“Geçmişte birtakım sıkıntılar oldu. Bazı partililer ve gençlik kolu üyeleri, ‘toplu sözleşmede sizlere iyi haklar temin edemediler,’ diye, işçiler arasında ikilik yaratmaya çalışmaktadırlar. Bu ikilikten kim yararlanacak? Elbette ki kapital, sermayedarlar yararlanacak. Biz bunun için partilerüstü politikayı savunuyoruz. Elbette bir gün işçiler kendi partilerini kuracaktır. Ancak bu zaman meselesidir, eğitim meselesidir.” (Milliyet, 25.4.1974)

Türk-İş Genel Başkanı Halil Tunç, 1974 yılı Haziran ayında Adana’da Türk-İş’e bağlı sendikaların bölgedeki şube yöneticileriyle bir toplantı yaptı. Halil Tunç bu toplantıda CHP’nin işçinin partisi olmadığını belirtti ve “İşçi, gerçek partisini kuracaktır; hatta CHP içinden bazılarını da alıp götürecektir,” dedi. Halil Tunç, “Türkiye’de sermaye sömürüsünün karşısında olduklarını, ama sınıf kavgasına gitmeyeceklerini” belirtti. (Cumhuriyet, 17 Haziran 1974)

TÜRK-İŞ’İN İŞÇİ KURULTAYLARI

Türk-İş’e bağlı örgütlerin başkanları 15-17 Ocak 1975 günleri bir toplantı yaparak, sendikal sorunları değerlendirdiler.

Türk-İş Genel Başkanı Halil Tunç, toplantıyı açarken yaptığı konuşmada partilerüstü politika anlayışını şöyle değerlendirdi: “Türk-İş, şu anda partilerüstü politika izliyor değildir. Türk-İş’in izlediği politika, şimdilik, siyasal partilere karşı bağımsız bir politikadır. Yakında işçi kurultayı toplanacaktır. Şayet kurultay uygun görürse, olağanüstü kongreye gidilir. Türk-İş’in bundan sonra izleyeceği siyasal politikanın esasları da burada tayin edilir.” (Cumhuriyet, 16.1.1975)

Toplantı sonrasında yayımlanan “Türk-İş Teşkilat Başkanları Bildirisi”nde şu değerlendirmeler yer aldı:

“Çağımızda ekonomik ve sosyal sorunları siyasal sorunlardan ayrı düşünme olanağı yoktur. Yurdun, işçilerin ve tüm dar gelirlilerin karşı karşıya bulundukları ekonomik, sosyal sorunların çözümünde siyasal tutum ve davranışlar başlıca etkendir.

“Türk İşçi Hareketi, ulusal ve sınıfsal sorunların çözümünde izlenecek siyasal politikayı şöyle belirlemiştir:

“Türk-İş’in siyasal partilere karşı tutum ve davranışı, kesinlikle, işçi hareketinin belirgin amaç ve ilkeleri doğrultusunda olacaktır.

“Siyasal partilerle ilişkilerin bu ilke çerçevesinde yapılmasını kararlaştıran Türk-İş Teşkilat Başkanları, bu ilkenin geniş tabanlı işçi kurultayında da görüşülerek, Türk-İş Ana Tüzüğünde müesseseleştirilmesine oybirliği ile karar vermiştir.

“Türk-İş Teşkilat Başkanları, işçi hareketinin belirgin amaç ve ilkelerinin, hür sendikacılık hareketinin doğal ve geleneksel politikası gereği, siyasal partilerin herhangi bir biçimde kontrolü altına girmemeyi, partiler karşısında mutlak bağımsızlığın korunması ilkesini de içerdiğini tekrarlamışlardır.” (Türk-İş Haber Bülteni, 18 Ocak 1975)

Türk-İş Genel Başkanı Halil Tunç 1975 yılı Mart ayında Yankı Dergisi’nin sorularını yanıtladı ve şöyle dedi: “Bizim anladığımız anlamda mutabakat olmazsa, parti kurmak bir yoldur. Ancak, bir partinin kurulması, seçime girilmesi demektir. Tabii biz de Donkişotça parti kuracak değiliz. Bu dönemde seçime katılamayacağımızı biliyoruz. Bu durumda karşı tarafa geçiş süresinde destek için mutlaka bazı öneriler yapılacaktır.” (Milliyet, 17.3.1975)

1975 yılında Türk-İş tarafından çeşitli bölgelerde bölge işçi kurultayları düzenlendi. Bu kurultaylarda Türk-İş’in siyasete ağırlığını koyması gerektiği dile getirildi.

BİRİNCİ İŞÇİ KURULTAYI 8-12 MART 1975

Türk-İş’in Birinci İşçi Kurultayı 8-12 Mart 1975 günleri Ankara’da toplandı. Türk-İş Genel Başkanı Halil Tunç, kurultayı açış konuşmasında şunları söyledi:

“Muhterem arkadaşlar, dünyada sendikacılık hareketi politikanın tâ içindedir. Günlük hayatımıza politika o kadar girmiştir ki, her gün radyoyu, televizyonu dinleyen bir insan, politikanın etkisi altındadır, politikaya ilgisiz kalamaz. Şunu kesinlikle reddederiz ki, Türk Sendikacılık Hareketi politikanın dışında kalmamıştır. Her faaliyetinde politika vardır. Ama, Türk Sendikacılık Hareketi politikasını düzenlerken kendi hak ve menfaatlerini daima ön planda tutmuş, işçinin çıkarları istikametinde politikasını yapmıştır. Örneğin, son hükümet buhranları öncesinde, devamlı olarak bir siyasi partiyi değil, bir hükümeti destekleme zorunluğu şuradan doğmuştur. Ülkenin bütünlüğü, ülkenin demokratik rejim içindeki durumu bakımından zaman zaman hükümetler desteklenmiştir. Fakat şu şartla; işçi hareketinin çıkarları istikametinde çalıştığı sürece hükümeti destekleriz. Ama işçi hareketine karşı bir davranış olduğunda o hükümetin karşısında, kesinlikle yer alırız. Nitekim dünya sendikacılık hareketinin de politikası böyledir. Hiçbir sendikacılık hareketi bağımsızlığını ortadan kaldıran siyasi partilerin uydusu olmamıştır. O, kendi desteklediği siyasi parti dahi iktidara geldiğinde daima o partiye muhalefet hakkını saklı tutmuştur. Bu önemli bir kavramdır. Ama, siyasi partilerimiz bizi kendilerine, kuralları konmadan kayıtsız şartsız bir destek istiyorlarsa, elbette bu konuda Türk İşçi Hareketi çok düşünecektir.” (Türk-İş, Birinci İşçi Kurultayı, 8-12 Mart 1975, Ankara, Yay.No.83, Ankara, 1975, s.18)

Tekgıda-İş Sendikası Genel Başkanı İbrahim Denizcier de konuşmasında kendi siyasi deneyimleri özetledi, sendikaların işçilerin siyasi tercihleri üzerindeki etkisi konusundaki kuşkularını belirtti ve  şunları söyledi:

“Arkadaşlar, ben her şeyden evvel gözümü sendikada açtım. 1946 senesinden beri ister tesadüf deyin, ister nasıl derseniz deyin, bulunduğum bir teşkilatta hiçbir partinin dümen suyuna girmeden sadece benim anlayışım sendika felsefesi yönünden işçiye hizmet edebilmek için Sendikada görev aldım. Bugün görüyoruz ki, muhtelif arkadaşlarımız sempati duydukları muhtelif partilerin dümen suyunda görev almaktadırlar. Ben hiçbir partinin, açık olarak söyleyeyim, basın da birkaç defa eleştirdi. Ama burada açık olarak ilan edeyim ki hiçbir partinin müktesebi değilim, hiçbir partide kaydım yoktur. Ben her şeyden evvel meseleleri sendika açısından mütalâa ediyorum. Ve sendikaların Türkiye’de partilerin uydusu değil, partilerin üstünde bir güç olduğunu iddia ediyorum ve buna inanıyorum. Ben 1960 senesinden sonra Türkiye’de kapanmış olan Demokrat Parti’nin reyi vardı, bu ortada kalmıştı ilk defa olarak arkadaşlarımla beraber Türkiye İşçi Partisi’ni kuranlardan bir arkadaşınızım. Ve o tarihlerde kurduğumuz partinin başına getirdiğimiz insanın etrafça tasvip edilmedi ve kendisinin eylemci olduğu söylendi. Dikkat ederseniz, o parti sendikalar tarafından desteklensin istedik, on kişinin kurduğu bu parti, Türkiye’de yaşamaz, dedik, çünkü bizde biraz arkadaşlarımızın diğer arkadaşlarımıza karşı çekemeyen tarafları vardır, on kişi olarak biz bunu kurduğumuz zaman diğer sendikalar bunu benimsemezler, bu doğduğu gibi ölür, dedik. Ve zaman geçti bu parti netice itibariyle seçimlere girdi ve mecliste grup yaptı. Fakat sendikalar, bu partiyi desteklemedi. Bugün görüyoruz ki, tabi bu partinin tarihçesinden bahsedecek değilim, nerden geldi nereye gittiğini, nasıl meydana geldi ve hedefinin ne olduğunu hepiniz benim kadar en az biliyorsunuz. Ve bu parti netice itibariyle bir grup yapabildi ama işçinin iltifatını alamadığı için bu parti netice itibariyle başına geçmiş idarecilerin davranışlarıyla neticede kapanmış oldu. Arkadaşlarımız siyaset yapmak istiyoruz diyorlar, ben her şeyden evvel bu tecrübelerime dayanarak şunu söylemek istiyorum. İngiltere’de de işçi partisi var, ama İngiltere’de işçi partisini yakından murakabe eden ve onu kontrolü altında tutan, onun aidatlarını veren sendikalar var. Benim anlayışıma göre, kendi fikrimi söylüyorum. Eğer siyaset yapacaksak herhangi bir partinin uydusu olarak siyaset yapmayalım, eğer siyaset yapacaksak, şartlar zaten söylendi. Bugünkü mevcut seçim kanunlarıyla zaten siyaset yapamayız. Belli, ön seçimlerin nasıl yapıldığı belli. Hangi parti sana taahhütte bulunursa bulunsun netice itibariyle bir koalisyon hükümeti vardı biliyorsunuz bundan evvel, 30 günlük kıdem tazminatını bir parti istiyordu, diğer parti istemedi. Yarın da böyle olamayacağını kim temin edebilir. Eğer siyaset yapacaksak, eğer siyasete atılmak istiyorsak, kaldı ki, bu bizim en tehlikeli bir tarafımız olabilir, ama tüm olarak isteniyorsa bu bir eğitime tabi tutulmakla mümkündür. Bugün ben aileme istediğim partiye rey kullandıramam. Hiçbiriniz de iddia edemezsiniz kullandırırım diye. Büyük Türk-İş emir verse dahi şu toplumun içerisinde 4-5 partinin müntesipleri insanlar vardı, muhakkak o partiye oy vereceklerdir o zaman bizim gücümüz zayıflayacaktır. Eğer siyaset yapacaksak o zaman bu siyaseti kendimiz sendikacılar olarak bir araya geldiğimiz taktirde bu siyasi örgütü meydana getirirsek ancak Türkiye’de siyaseti en namuslu şekilde emekçilere dayanan ciddi bir tarzda biz yapmış oluruz. Aksi halde siyasi partilerin rey potansiyelinden başka bir şey olamayız.” (Türk-İş,1975;48-49)

Türk-İş Genel Başkanı Halil Tunç, İşçi Kurultayı’nın kapanış konuşmasında tartışmaları özetleyerek Türk-İş’in görüşünü açıkladı:

“Akıllı yöntem, kendi özlemlerimizi, amaçlarımızı gerçekleştirecek bir siyasal iktidarı ele geçirmektir. Türkiye’de henüz sanayileşmemiş bir ülke olarak işçi sınıfının oyları yalnız başımıza bizim iktidar olmamıza yetememektedir. Öyleyse kendimize ittifak arayacağız. Bu ittifakı bir siyasal parti içinde yapabiliriz. Kanımızca bu ittifak o partiyi kayıtsız şartsız desteklemekle değil, başka yöntemlerle güç kazanır. Bize göre böyle bir ittifak daha doğrusu işçilerin siyasal ağırlıklarını koymak için üç önemli unsur olmalıdır. 1- Siyasal partilerin gövdesinde sayısal güç oranında yer alabilme olanaklarının açık tutulmasını sağlamak. Yuvarlak olmakla beraber ben anladım ne demek istediğini. 2- Siyasal partinin seçimle getirdiği mevkilerde etkin biçimde temsil edilme olanağını sağlamak, yani karar organında söz sahibi olmak, belediyelerde, meclislerde söz sahibi olmak. 3- Siyasal partinin icraatında etkin biçimde yer almak, bunlar sağlanmadan kontenjandan milletvekili ya da senatör olunursa, partilerüstü hükümetlerde bakan olunursa bu arkadaşlarımız bir siyasal görüşü bir sınıfsal politikayı değil kendilerini oraya atayan nüfus çevrelerinin temsilcisi olmaktan kendilerini kurtaramazlar. Bu itibarla, önce karar verelim, sendikalar kanununda partilerle organik bağ kurma yasağını kaldıralım, sonra belirli bir parti örgütünde, örgütlerimiz statüsü ile tüzel kişi varlığımızda etkili olacak biçimde siyaset oluşturma çalışmasına katılalım. Böyle yapamazsak oy gücümüzle desteklediğimiz partiler bile bize karşı herhangi bir sorumluluk duymazlar, kararlarında, icraatlarında bizi dikkate almazlar, bize sadece oy sayısı olarak değer verirler. Aynen değilse bile, bugün her sendikacının kafasında en az bu tip sorular yatmaktadır. Elbette, o safhaya geldik. Artık, ekonomik ve sosyal bakımdan bütünleştiğimiz gibi siyasal fikir bakımından da bütünleşelim. Ama, bunun kuralları şartları ne olacak? Bunları araştıralım, tespit edelim, bir de ülkemizin içinde bulunan siyasal şartlara anlam veren siyasal partilere vücut ve hayatiyet veren siyasi partiler kanununu inceleyelim. Seçim kanununu inceleyelim. Arkadaşlarım, bir de işçinin siyasete ağırlığını koymasından ne anlıyoruz? Onu tartışalım onu olgunlaştıralım. Ben işçinin siyasete ağırlığını koymasından, yalnız belirli bir partiye oy verilmesini anlamıyorum. İşçinin hükümete, yönetime ve ekonomik ve sosyal ilkelerimizin kaynağı olan, çıkış yolu olan parlamentoda da ağırlığını koymasından yanayım. Eğer bu sağlanamayacaksa, yalnız siyasi partiler, oyunuzu bize verin, geri kalanına karışmayım, diyeceklerse elbette Türk Sendikacılık Hareketi bu konuyu gayet ciddi olarak düşünecek ve kararını ona göre verecektir.

“Özetlersek beyler, belirli safhalardan geçtik. Birbirimizi ikna ederek birbirimizi kırmadan, bazı siyasilerin yaptığı gibi değil, endişelerimizi fikirle gidererek belirli bir düzeye geldik. Bundan sonra yapacağımız, ilke olarak Türk işçisinin siyasette etkinlik kazanmasının kurallarını koymaktır. Bunun yolları nedir, hiç vakit geçirmeden araştırmasını, eleştirmesini yapıp bilimsel metotlarını koymak zorundayız. Türk Sendikacılık Hareketi siyasal bakımdan da stratejisini böyle tespit etmeğe mecbur olacaktır. Türk-İş yetkili organları, elbette bundan böyle gündeminin belli başlı maddeleri arasında buna da yer verecektir.” (Türk-İş,1975;383-384)

TÜRK-İŞ İLKBAHAR BÖLGE KURULTAYLARI

Türk-İş 3-4 Mayıs 1975 günleri Diyarbakır’da, 10-11 Mayıs 1975 günleri Samsun’da, 31 Mayıs – 1 Haziran 1975 günleri Sivas’ta ve 7-8 Haziran 1975 günleri de Eskişehir’de bölge kurultayları düzenledi. Bu kurultaylarda, Türk-İş’e bağlı bazı sendika ve federasyonların genel başkanlarının yanı sıra, çok sayıda yerel sendika önderi de söz aldı ve görüşlerini açıkladı.

Türk-İş Genel Başkanı Halil Tunç, Diyarbakır Bölge Kurultayı’nda yaptığı konuşmada şu noktalara değindi:

“İşçi hareketi elbette çıkarlarını korumada, sermayeye karşı güçlü davranmada kendisini yalnız mesleki kuruluş olmadan öte bazı siyasi ağırlıklarını hissettirmede, çıkarlarını koruma gereğini duyacaktır. Birbirimizi ikna edeceğiz, fanatik düşünmeyeceğiz, duygusal olmayacağız, şartlanmayacağız. Herhangi bir partinin propagandasını da yapmayacağız. Uygulamayı, programını tutum ve davranışı inceleyeceğiz. Hele bir arkadaşımızın söylediği gibi bugün bir siyasi partiyi destekleme kararı alalım, şuna inanıyorum ki bugünkü seçim sistemi içinde parlamentoya adam gönderemezsiniz, yerler sizi. Çünkü zamanımız yok, işyerimizde çalışıyoruz. Partilerde faal bir yer alamayız. Faal bir görev alamadığımız sürece de yoklamalarda bugünkü sistem içerisinde kazanmanıza imkan yok. Demek ki Türk İşçi Hareketinin siyasete ağırlığını koymasında önündeki engelleri de kaldırmak zorunluğuyla karşı karşıya. Bunun da ötesinde, son zamanlarda bütün siyasi partiler geniş çapta üye kaydetmede işçilere karşı soğuk davranıyorlar. İşçinin partilere girip yönetimi ele geçirmesini istemiyorlar. Böyle bir ortamda işçinin siyasete ağırlığını koyması söz konusu olabilir mi? İşte bunların kurallarını bu kurultaylarda tartışacağız, fikirleri hürmetle karşılayacağız, birbirimizi inandıracağız, ikna edeceğiz. Yine gidersek yek vücut olarak, yoksa bu belirli bir grubun kararıyla başarılacak, üstesinden gelinecek kadar basit bir konu değildir. Çok hassas konudur. Birbirimizi inandırıp ortak bir görüşte birleşirsek Türk Sendikacılık Hareketi bu dar boğazdan kurtulacaktır. Arkadaşlar bu münakaşa sürüp gidemez.” (Türk-İş, İlkbahar Bölge Kurultayları, Diyarbakır, Samsun, Sivas, Eskişehir, Yay.No.88, Ankara, 1976, s.119-120)

Halil Tunç, Samsun Bölge Kurultayı’nda yaptığı konuşmada da görüşlerini şu şekilde özetledi:

“Arkadaşlar, her ekonomik olayın içinde siyasi olay vardır. Her sosyal olayın içinde bir siyasi olay vardır. Artık çağımızda ekonomik ve sosyal sorunların çözümü, siyasi tercihlerle mümkündür. Siz istediğiniz kadar 24 ilkeyi koyun. Ekonomik ve sosyal bakımdan sendikacılık hareketi, felsefesi değil, siyasi tercihlerimiz ile bütünleştirilmedikçe başarıya ulaşma şansına sahip değildir. (…) Demiyorum ki, siyasi bakımdan da bütünleşebilmek için bir onbeş sene daha geçsin. En kısa zamanda siyasi bakımdan bütünleşebilelim. İşte bunu da yakın hislerinizden arınmak suretiyle, duygusal değil, şartlanmış olarak değil, bir partinin görüşüne ipotekli değil, işçisinin menfaatine ipotekli, toplumun menfaatine ipotekli bir tutum içine girip, doğru yolu bulacağımıza kaniyim ve bu arayış içindeyiz. Bir gün biz görmesek bile, çocuklarımız bu günü göreceklerdir.” (Türk-İş,1976;250)

TÜRK-İŞ SONBAHAR BÖLGE KURULTAYLARI

Türk-İş içinde siyasi partilerle ilişkiler konusu, 1975 yılı sonbaharında Adana ve İzmir’de yapılan kurultaylarla devam etti. Adana ve İzmir’den sonra İstanbul’da da bir kurultay yapılacaktı. Ancak 8-9 Kasım 1975 günleri için programlanmış olan İstanbul Bölge Kurultayı’nın ertelendiği açıklandı. Bu kurultay daha sonra da yapılmadı.

Türk-İş’in 16 Haziran 1975 tarihinde İzmir’de gerçekleştirdiği genel grevden sonra, 18-19 Ekim 1975 günleri toplanan Adana Bölge Kurultayı’nda Türk-İş’e bağlı örgütlerin genel başkanları önemli değerlendirmeler yaptı.

Türk Harb-İş Sendikası Genel Başkanı Kenan Durukan Adana Kurultayı’nda yaptığı konuşmada bu konuda şunları söyledi:

“Geçtiğimiz döneme kadar Türk-İş sayın genel sekreterinin dün buradan okuduğu ve aslında 1973 kongresinde değişikliğe uğrayan şekliyle bugün partilere karşı mutlak bağımsızlığını korur diye okuduğu madde, 1973 Mayıs’ına kadar Türk-İş partilerüstü politika izler hükmündeydi. Türk-İş tüzüğüne öyle yazılıydı. 1973 Mayıs’ında değişti, bu hale geldi. İster Türk-İş partilerüstü politika icra etsin, ister siyasi partilere karşı bağımsızlığını korur desin, her ikisi de aslında Türk işçi hareketini, ne yaparsanız yapın, ne ederseniz edin ve eskiden beri siz karışmayın, siz susun ayıptır, siz işçisiniz, eliniz nasırlı, pantolonunuz yırtık, ayakkabınız delik, biz ne dersek öyle yapın, ne yaparsınız? Evvel Allah büyükleriniz var düşünürler yaparlar, onların sayesinde geçininiz politikası daha düne kadar devam edip gitmiştir.” (Türk-İş, Sonbahar Bölge Kurultayları, Adana, İzmir, İstanbul, Yay.No.89, Ankara, 1976, s.44-45)

“Politika yapmıyoruz dediler. İşçi temsilcisine fabrikaya git uyuşmazlıkla uğraş, fabrikatörünle iyi geçinmeye bak ki toplu sözleşmeni iyi yapasın, politikayı ustalar yapsın dediler, böyle söylediler, gerçekten böyle söylediler. Türk-İş’te ve Türk sendikacılık hareketi içinde, sendikacılık hareketinin siyasal baskı olması lazım geldiğini kanıtlamaya çalıştık ve 1972 yılında Türk sendikacılık hareketi içinde sosyal demokrat sendikalar vücut buldu, doğdu ve devam etti. Allah selamet versin, yolu açık versin, inşallah altı ay sonra arkasında tek üye kalmaz. Abdullah Baştürk, Genel-İş, Türk-İş’ten ayrılarak sosyal demokrat mücadeleye büyük ihanet etti ve arkasında bir üye kalmayacaktır. İnşallah, çünkü sosyal demokrat kitlenin, tüm işçi hareketinin siyasete ağırlığını koymasına değil. Çünkü Baştürk kendi saltanatını sürdürmenin kaygısıyla Türk-İş’ten kaçmıştır. Sorumsuzdur da ondan kaçmıştır.” (Türk-İş,1976;45)

“Değerli arkadaşlarım, sosyal demokrat hareketi Türk-İş bünyesinde geliştikçe, nüvelendikçe, yaygınlaştıkça sizler bırakın politikayı o büyüklerin işidir, siz ne karışırsınız baldırı çıplaklar diyenler, akıllarını başlarına toplamaya başladılar ve böylece 1973 Türk-İş kongresinde Türk-İş’in partilerüstü lafını sildiler, bıraktılar, yerine çok ulvi bir laf, büyük bir laf, Türk sendikacılık hareketi partilere karşı bağımsızlığını korur. Aaa böyle bağımsızlık lafları da olunca bizim gibi işçiler seviniyor adeta. Özgürlük var içinde, bağımsızlık var falan büyük bir laf aslında. Ne demekmiş bağımsızlık konusu, hangi parti gelecekte, hangi siyaset adamı gelecekte Türk işçilerini koparacak, mümkün müdür? Türk-İş’in veya herhangi bir sendikanın bir siyasi parti ile organik bağ kurması, yasa bunu engellemiştir, engellemesi de gerekir. Onu peşinen belirttim ama bu o demek değildir ki işçiler ve sendikacılar siyaset yapamazlar, siyasetle uğraşmazlar, siyasete ağırlıklarını koymazlar.” (Türk-İş,1976;45-46)

Türk-İş İzmir Bölge Kurultayı 1-2 Kasım 1975 günleri toplandı. Türk Deniz Ulaş-İş Sendikası Genel Başkanı Emin Kul şunları söyledi:

“Kurultayınızın önemli sorunlarından biri olarak Türk-İş’in siyasi hayata ne şekilde ağırlığını koyacağı önem kazandığından, konuşmamı özellikle yalnız bu soruna yönelteceğim. Dar zaman çerçevesi içinde, dile getirebildiğim kadar, bu sorun üzerindeki teşkilatımızın görüşlerini size arz edeceğim. Ankara’da yapılan merkez kurultayında dile getirdiğimiz gibi, teşkilatımızın Türk-İş’in siyasi hayatına ne şekilde ağırlığını koyacağı hakkındaki görüşü şu şekilde belirlenmiştir: ‘Bizce önce yaygın ve örgün bir siyasi eğitimle işçilerimizin, üyelerimizin bilinçlenmelerinin sağlanmasından sonra, bir siyasi parti kurulması, böylesine bir eğitim, böylesine bir siyasi bilinçlenme sağlayana kadar da belli bir siyasi partiyi, çıkarlarımızın doğrultusundaki bir siyasi partiyi desteklemek.’” (Türk-İş,1976;109)

“Niçin bir siyasi parti kurmalıyız? Bunu da şu şekilde basitçe özetlemek gerekir. Devlet, siyasi iktidar, hükümet, parlamento nedir? Mademki bir yapı içinde yaşıyoruz, Cumhuriyet hangi temeller üzerine kurulmuştur? Cumhuriyet Halkın kendi kendisini idaresidir; Milletin kendi kendini idaresidir. O halde biz bu idarenin baş mercii olan, yani devletin yönetimini doğuran, hükümeti seçen parlamentoda söz sahibi miyiz? Bütün siyasi kararları veren, bütün ekonomik kararları veren parlamentonun içinde, yeterince ve etkin bir şekilde yerimiz olmadığını tespit etmiş bulunuyoruz ve görüyoruz.” (Türk-İş,1976;111)

“Çatışkanlığın temel noktasını yakalamak için, çatışan tarafların biri olarak, sermaye grupları Türkiye’de siyasi iktidarı ellerinde tutmaktadırlar. Demek ki gerçek bir demokrasiye sahip olabilmek için biçimsel, yalnız oy kullanılan bir demokrasiden çıkabilmek için, ekonomik haklarımıza kavuşabilmek için, yeterince kavuşabilmek için, siyasi hayatımıza ağırlığımızı koymalı ve ortak olmalıyız. Eğer demokratik rejim içinde yaşayacaksan, işçileri, yani çalışanları ve sermayedarları belli bir dengede parlamentoda temsil etmeliyiz. Yoksa siyasi mekanizma, yalnız sermayedarların, yalnız kapitalistlerin elinde olursa, bu memlekette gerçek demokrasiden bahsetmek mümkün olmaz. Bunun için siyasi hayata ağırlığımızı koymalıyız. Biraz önce söylediğim gibi önce işçi arkadaşlarımızı bilinçlendirmek için geniş bir eğitime başvurmalıyız. Geniş bir eğitimden sonra siyasi partimizi geniş kapsamlı olarak bütün çalışanlara hitap edecek tarzda kurmalıyız. Biz bu işlerimizi, bu görevimizi tarihine karşı belli bir süre içinde yaparken de, mutlak boş durmamalı, çıkarlarımız istikametinde bir siyasi partiyi desteklemede, elbette ki genel başkanımızın dediği gibi, çok kesin şartlarımız olmalıdır. Öncelikle ilkelerimizin bu siyasi partice benimsenmesi ve buna karşı iktidar olduğunda takip edeceği politikanın ne olacağının pazarlığının kesin olarak yapılması ve işçi gücünün parlamentoda ne şekilde bu siyasi parti tarafından kanalize edileceğinin, açık seçik olarak belirlenmesi şarttır. Bazı arkadaşlarımızın görüşleri, başka kurultaylardaki izlenimlerinden edindiğim görüşleri, belli bir siyasi partiyi ele geçirmektir. Yani derler ki sendikalı olursak, bilhassa Genel-İş sendikamızın önerilerinden bazıları böyleydi, belli bir siyasi partinin kadrolarını ele geçirelim. İlçe teşkilatlarına girelim, il teşkilatlarını ele geçirelim. O vesileyle siyasi hayata ağırlığımızı koyalım. Arkadaşlarım, esasen mutlak bir siyasi parti kurmamız gerektiğini savunmamızın nedeninin birisi de budur. Mevcut siyasi partilerin kadroları, siyası partileri bizlere teslim etmezler. Bugünkü ön seçim sistemine göre siyasi partiler kanunundaki ilçe başkanlarına, il idare heyetlerine, haysiyet divanlarına verilen yetkiler böylesine geniş tabanlı hareketi önlemeye yeten hükümler taşımaktadır. Dolayısıyla, biz ancak bir siyasi partiyi, bağımsızlığımızı koruyarak destekleyebiliriz. İlkelerimizi ve şartlarımızı kabul ettirerek destekleyebiliriz. Bunun dışında belirttiğim süresi içinde mutlak siyasi partimizi kurarak, siyasete ağırlığımızı koyabiliriz. Hatta bir benzetme yapmak lazım gelirse, mevcut siyasi partilerin Türkiye’mizde meşruiyet yapısı, yani seçimler yapısı, kurulduğundan beri değişe değişe bugüne yansıdığını görürüz.” (Türk-İş,1976;113-114)

DYF-İŞ Genel Başkanı Şerafettin Akova da, yaptığı konuşmada, Emin Kul’un görüşlerine katıldığını açıkladı: “Kurultayların yapılış nedenleri hakkında Sayın Emin Kul arkadaşım ilgi çekici güzel bir konuşma yaptı. Dyf-İş teşkilatı olarak, Şerafettin Akova olarak, bu görüşlere tamamen katılıyorum.” (Türk-İş,1976;130)

Türk Harb-İş Genel Başkanı Kenan Durukan da önemli tespitlerde bulundu:

“1969’dan sonra, Türk-İş ilkeleri etkinlik kazanmayınca, yahut da söylediğini yerine getirmeyince, Türk-İş siyasi partiler üzerindeki etkinliğini yitirmiştir. Siyasi partiler, artık Türk-İş’i ciddiye almamak istemişlerdir. Çünkü demişlerdir ki, işçiler nasıl olsa bölünmüştür. İşçiler, istedikleri siyasi partiye oy vermektedirler. Türk-İş de işçileri siyasi bilinç noktasında birleştirip, tek istikamete yöneltme gücüne sahip değildir. Onun için, 1960’dan sonra siyasi iktidarlar Türk-İş’i ciddiye almamaya başlamışlardır. 1969’dan sonra Türkiye’nin iktisadi ve siyası hayatında korkunç değişmeler ve gittikçe kötüye giden büyük hamleler olmuştur. 1971 yılı başında, Türk-İş topluluğu içinde, sendika liderleri, işçilerin ekonomik güçlerinin giderek kaybolduğunu, bunun daha kötüsü, rejimin tehlikeyle karşı karşıya olduğunu somut örneklerle ortaya koymuşlardır ve Kızılcahamam toplantısında, 4’ler raporu diye bir rapor verilmiştir. Allah selamet versin, o raporu veren arkadaşlarıma şükran borçluyum. 1971 yılının Şubat ayında, Türk-İş Yönetim Kuruluna, Türk-İş Türkiye’nin iktisadi sosyal hayatından sorumlu olduğu kadar, rejiminden de sorumludur. Türkiye’nin rejimi kötüye gidiyor. Türk-İş ağırlığını koymalıdır, uyarısını yapmıştır. Fakat bu tepkilerle karşılanmıştır. Arkasından biraz zaman geçmiştir ve 12 Mart muhtırası süngüsünü göstererek, demokratik bir idareyi devlet yönetiminden uzaklaştırmıştır. Bunu her zaman iftiharla, her yerde söylüyoruz. Herkes söylüyor. Türkiye’de, Türk Silahlı Kuvvetleri’nden sonra, en büyük güç, en büyük baskı grubu Türk-İş topluluğudur, Türk İşçi Hareketidir. Türk İşçi Hareketinin liderleri, o demokratik olmayan metottan önce, Türk-İş yönetimini ikaz etmek basiretini göstermiştir.” (Türk-İş,1976;193)

“Gelelim kendi siyasi partimizi kendimiz kuralım fikrine. Bu fikri samimi olarak, bütün safiyetiyle, işçinin kendi sınıfsal milliyetçiliği içerisinde düşünelim. Kendi partimizi kendimiz kuralım, saf arzusuna bütün gönlümle huşû ile saygı duyarım. Ama bunu incelemek ve bunun üzerinde hassasiyetle durmak zorundayız. Değerli arkadaşlar, bu arkadaşlarıma saygı duyuyorum. Huşû ile, samimiyetimle söylüyorum. Ancak bilesiniz ki, değerli arkadaşlarım Türkiye’de ordudan sonra, tabii milletvekilleri tamam ne söylediyseniz haklısınız.” (Türk-İş,1976;195)

“Çalışan herkes, her işçinin tezgahına sokakta iki üç kişi talip iken, işçiler bir siyasi parti kurarak ne halletmek istediklerini kamuoyuna anlatmak zorundadır. Ayrıca Türkiye’de işçi kesiminin yoğun olduğu sanayi bölgeleri, Türkiye’de parmakla sayılacak kadar azdır. İstanbul, İzmir, Ankara, Adana, Eskişehir taş çatlasa on il çıkartırsınız. Bu bölgelerde ne dereceye kadar etkili olunabileceği ve Türk-İş’in kuracağı bir siyasi partinin parlamentoya ne götürebileceğini iyi bilmelisiniz. Diyelim ki, yüz milletvekili götürdünüz. Bir partiyi desteklemek suretiyle, Millet Meclisine sunabileceğiniz, samimiyetimle söylüyorum, yirmi tane yürekli adam, TBMM’nin ve siyasi partilerin uykusunu kaçırır ama, bir İşçi Partisinin, bir siyasal partinin parlamentoya sokacağı yüz milletvekili iktidar olamadığı takdirde, bugün yontulmak istenen sendikal haklar ve sözleşme haklarına büyük darbeler getireceğini, artık işçi sınıfının taviz vermek mecburiyetini kendinde hissetmeyen siyasi partiler, iktidar olup işçiden de destek görmediğini anladığı takdirde, işçiyi bir kenara itmek, temsilcilerin temsiline bırakmaktan öte, hiçbir şey yapamayacaktır. Bu, asla işçi sınıfının lehine olmayacaktır.” (Türk-İş,1976;196)

İŞÇİ KURULTAYLARI SONRASINDAKİ GELİŞMELER

Siyasi partilerle ilişkiler, partilerüstü politika, işçilerin bir siyasi parti kurması gibi konular, çeşitli bölgelerde gerçekleştirilen kurultaylar sonrasında da gündemde kaldı.

Türk-İş Genel Başkanı Halil Tunç, 1975 yılı Temmuz ayında, “Türk-İş’in gerektiğinde Genel Kurul kararıyla politikaya ağırlığını koyabileceğini ve bir siyasi partiyi destekleyebileceğini, ancak kendisini kullandırmayacağını” belirtti. (Milliyet, 11.7.1975)

Bu genel eğilim, 12 Ekim 1975 Senato üçte bir yenileme seçimlerinden önce, Türk-İş Genel Sekreteri Sadık Şide’nin Türk-İş’in parti kuracağı yolunda bir açıklama yapmasına yol açtı. (Ayrıntılı Haber, 10.10.1975) Şide şöyle dedi: “12 Ekim seçimlerinden sonra bir siyasi parti kurma yolunda çalışmalar yapıyoruz.”

Ancak aynı Sadık Şide, bu açıklamasından kısa bir süre sonra, parti kurma haberlerini yalanladı; şöyle dedi:

“Bir parti kurmak üzere olduğumuz bir gazete tarafından bildirildi. Bunun gerçekle ilgisi yoktur. Türk-İş’in henüz böyle bir parti kurma teşebbüsü yok. Ancak bir süreden beri devam eden merkez ve bölge kurultaylarında, ki ayın 18’inde bu kurultay çalışmaları başlıyor, sonbahar kurultayları ismini verdiğimiz bu kurultaylarda, işçi kurultaylarında, Türk-İş’in politikaya etkinliği ne olacaktır, olacaksa bunun kuralları ne olacaktır? Bunun cevabı sorulacaktır. Kurultayların maksadı da budur. Bu kurultayların tamamlanmasını müteakip, büyük bir ihtimalle Ankara’da yapılacak merkez kurultayı ve onu takiben Türk-İş’in 10. Genel Kurul bu meseleyi gündem maddesi içinde görüşecektir. Türk-İş yetkili kurulları bir karar almadıkça, tüzük maddemize göre, 274 sayılı Sendikalar Kanunundaki hükümlere göre herhangi bir partiyi desteklememiz de mümkün değildir.” (Gündem, 15.10.1975)

Türk-İş, bu seçimlerden önce bazı senatörler hakkında kara liste yayınlamayı düşündüyse de, bundan vazgeçti. (Cumhuriyet, 3.9.1975 ve 5.10.1975)

Bu dönemdeki sendikacılar arasında görülen eğilimlerden biri, Türk-İş’in siyasal partilerden bağımsızlığını vurguluyor, Türk-İş’in mevcut partilerden birini desteklemesine karşı çıkıyordu. Türk-Metal Genel Sekreteri Mustafa Özbek, Türk Metal’in 8 Kasım 1975 günü yapılan 2. Olağan Genel Kurulunda yaptığı konuşmada bu noktayı vurguladı. Mustafa Özbek, Türk Metal Genel Başkanı olduktan sonra da bu bağımsızlık çizgisini sürdürdü ve 1980’li yıllarda, uzun bir aradan sonra, Türk-İş’in parti kurması tartışmalarını başlattı. M.Özbek’in 1975 yılındaki konuşması şöyleydi:

“Desteklenecek partinin işçi haklarını kısıtlamaya varan kararlarının sorumluluğunu taşımaya Türk İşçi Hareketi hazır değildir. Türk İşçi Hareketini, partilere karşı bağımsızlık ilkesinden ayırdığımız zaman gücümüzün kaynağı olan birlik ve beraberliğimiz ortadan kalkacak, gücümüzü kaybettiğimiz zaman da sermaye çevreleri ve siyasi iktidarlar karşısında işçi haklarını savunmakta büyük güçlüklerle karşılaşacağımız tabiidir.” (Özbek, M., Görüşlerimiz, Türk Metal Yay., Ankara, 1980, s.263. M.Özbek’in bu konudaki diğer konuşmaları için, aynı kitapta bkz. s.179, 273, 281-2)

Konunun giderek güncelleşmesi üzerine, Türk-İş 27-28 Aralık 1975 günleri Ankara’da “İşçi, Politika, Sendika, Parti İlişkileri” konulu bir sempozyum düzenledi. Bu sempozyuma Prof.Dr. İsmet Giritli, Prof.Dr. Cahit Talas, Prof.Dr. Adil İzveren, Prof.Dr. Sabahattin Zaim, Doç.Dr. Alpaslan Işıklı ve Prof.Dr. Nevzat Yalçıntan birer tebliğ sundular. (Türk-İş, İşçi, Politika, Sendika, Parti İlişkileri, Yay.No.92, Ankara, 1976, 211 s)

Daha sonra, Türk-İş hizmete özel bir rapor yayımladı: Türk-İş’in İzleyeceği Politika ve Siyasi Partiler Raporu: I, 21 Temmuz 1976, Türk-İş Yay. (çoğaltma). Türk-İş İcra Kurulu’nun 21 Temmuz 1976 tarihinde Yönetim Kurulu’na sunulan bu raporunun giriş bölümünde şu ifadeler yer alıyordu:

“Bundan üç ay önce yapılan 10. Genel Kurulumuzda Ana Tüzüğümüzün 5’inci maddesinde yapılan değişiklik gereğince; TBMM’de temsil edilen siyasi partilerin genel ekonomik, sosyal görüşleri, çalışma hayatıyla ilgili tutumları ve Türk İşçi Hareketinin temel görüşlerini içeren 24 İlkesi çerçevesinde partilerin değerlendirmesi hazırlanarak incelemelerinize sunulmaktadır.

“Bu çalışmada partiler alfabetik sıraya göre dizilmiş ve ideolojik yapıları ve TBMM’de grubu olan beş parti dahil edilmiştir.

“Yönetim Kurulunun değerli üyelerinin, bu önemli konuda dikkat ve tetkiklerini dağıtmamak amacıyla bu yolu izlediğimize, ancak gerek görüldüğü takdirde istenilen ek çalışmaları yapmaya hazır olduğumuza bilgilerini rica eder, alınacak kararların Türk İşçi Hareketine yararlı olmasını dileriz. Saygılarımızla.”

Bu raporda, siyasi partiler için ayrılan bölümler şu şekildeydi:

Adalet Partisi, 42 s.

Cumhuriyetçi Güven Partisi, 13 s.

Cumhuriyet Halk Partisi, 39 s.

Demokratik Parti, 22 s.

Milli Selamet Partisi, 18 s.

Siyasi partilerin görüşlerinin alıntılarla özetlendiği bölümlerin sonunda, Türk-İş tarafından hazırlanan “24 İlkemiz ve Siyasi Partiler” bölümü yer alıyordu. 25 sayfalık bölümde, Türk-İş’in 24 ilkesinin her birinin altında siyasi partilerin belgelerinden bu konudaki görüşleri verilmişti.

Hizmete özel bu raporun arkasından ikinci bir rapor hazırlandı. Türk-İş İcra Kurulu’nun Yönetim Kurulu’na sunduğu bu ikinci rapor da hizmete özeldi:  Türk-İş’in İzleyeceği Politika ve Türk-İş 24 İlkesinin Açıklaması Raporu: II, Ankara, 1976. 73 sayfalık raporun önsözünde şu değerlendirme yer alıyordu:

“Türk-İş 10. Genel Kurulunda alınan karar ve değiştirilen Ana Tüzük gereğince Türk-İş’in izleyeceği politikayı tespit için bir seri çalışmalara başlanmış bulunulmaktadır.

“Bu cümleden olarak 21-23 Temmuz 1976 tarihlerinde Ankara’da yapılan tek gündem maddeli Olağanüstü Yönetim Kurulu toplantısında bu alandaki çalışmaların birinci bölümü müzakere edilmiş ve ikinci bölümünde yer alacak dokümanlara karar verilmiştir.

“İkinci bölüm çalışmalarına ışık tutacak raporlardan biri elinizdeki hizmete özel teksir yayındır. Bu yayında daha önceki toplantıda alınan karar gereğince Türk-İş 24 İlkesinin sloganlar halinden çıkarılıp iş programı haline getirilmesini kapsamaktadır. Ayrıca Temmuz ayında yapılan olağanüstü yönetim kurulu toplantısında müzakeresi yapılan birinci raporun devamı olan ‘Bunları söylediler de ne yaptılar?’ sorusuna cevap olacak dokümanları ihtiva etmektedir.

“Bu her iki konuda da daha geniş çalışma yapmak ve çok daha ayrıntılı bir rapor hazırlamak mümkündür. Ancak karar verildiği taktirde yapılacak bu geniş çalışmalara ışık tutacak temel hazırlık mahiyetinde olan raporumuzun bu aşamada Yönetim Kuruluna yararlı olacağına inanıyoruz. Saygılarımızla.”

Raporda, izlenebilecek yola ilişkin seçenekler de şu şekilde özetlenmişti:

“Türkiye’nin çok sayıda olan tüm sorunları ve bunların çözümü için gerekli tedbirler bir zincirin halkaları gibidir. Hiçbiri tek başına yeterli olmayıp, her birindeki başarı, diğerlerine bağımlıdır. Bir başka deyişle, bir veya birkaç ilkenin uygulanması başarı sayılamaz, çünkü uygulanmayan tek bir ilke bile diğerlerinin başarısını ortadan kaldırabilir.

“O halde, tümünün bir arada mütalaa edilerek hep birden uygulanmasının yolları nelerdir? Hangi yol izlenirse bunlar istenilen sonucu verebilir?

“Bunun için üç alternatif dikkate alınabilir:

“1. Türk-İş bir parti kurar ve kurduğu parti iktidara gelir.

“2. Türk-İş bir partiyi destekler, desteklediği parti iktidara gelir.

“3. Türk-İş partilerüstü politika izler, baskı grubu olmaya devam eder.

“Sayılan üç alternatife göre ilkeleri uygulatma şansı değişiktir. Öte yandan bu üç alternatiften hangisi seçilmelidir ve hangisi seçilebilir. Yani Türk-İş’in parti kurarak kurduğu partinin iktidara gelme şansı var mıdır veya ne kadardır. Bir parti destekleyerek, desteklediği partiyi iktidara getirmek ve böylece iktidara ortak olmak nasıl mümkün olabilir. Bunun için hangi şartlarda hangi parti ile anlaşılmalıdır. Veya yukarıdaki iki alternatif yerine sonuncusu yani mevcut durum mu devam etmelidir.

“Bütün bu seçenekler veya başka bir yöntem için karar verecek olan elbette Yönetim Kuruludur. Yalnız artık şu anlaşılmıştır ki; mevcut durumun devamı halinde, hedef aldığımız ilkeleri gerçekleştirmek mümkün olmamaktadır ya da bunlar gerçekleşirse bunun şerefi Türk-İş’e ait olmayacaktır. Esasen bu görüldüğü ve anlaşıldığı indir ki, Onuncu Genel Kurulumuz Tüzüğün beşinci maddesini değiştirmek gereğini duymuştur.

“Değerli Yönetim Kurulu Üyeleri;

“Sorunlar bir sınıfın sorunu olmaktan çıkmış, hatta ulusal sınırları da aşarak tüm dünyayı sarsmıştır.

“Sanayiin beşiği olan İngiltere bile çok zorlu şartlarla karşı karşıyadır. Dünyanın en büyük devletleri, kendi içlerinde oluşan dev şirketlerin hakimiyeti ile mücadele vermektedir.

“Dünyanın bu acımasız şartlarında Türkiye ne yapmaktadır, ne yapmalıdır. Kuşkusuz yapılmakta olanlar yeterli ve doğru değildir. 24 İlkemiz, ne yapmalıdır sorusunun cevabı niteliğindedir. Bu amaçla ve elimizdeki kısıtlı imkanlarla yapmaya çalıştığımız açıklamaları, önereceğiniz görüş, değişiklik, ilave ve diğer tekliflerinizin yeni gelişmelere dayanak teşkil edeceğine inanarak tetkiklerinize sunuyoruz.” (s.2-
3)

Raporun daha sonraki sayfalarında Türk-İş’in 24 İlkesi ayrıntılı olarak açıklanmaktadır.

Türk-İş, bu konudaki çalışmalara ışık tutmak amacıyla, on ülkede sendikalarla siyasi partiler arasındaki ilişkileri inceleyen yazılardan oluşan bir kitap yayımladı. 288 sayfalık kitapta, İngiltere, Federal Almanya, Amerika, Avusturya, İsveç, Norveç, Fransa, Danimarka, İrlanda, İtalya, Japonya ve Belçika’daki uygulamalar inceleniyordu: On Batı Ülkesinde İşçi, Politika, Sendika, Parti İlişkileri, Türk-İş Yay.No.112, Ankara, 1976.

Türk-İş’in siyasi partilerle ilişkisi konusundaki çalışmaları bu raporlardan sonra da devam etti.

Türk-İş konusunda yayımlanan kitaplar ve hazırlanan tezlerde, sendikaların siyasi partilerle ilişkileri konusundaki bu kapsamlı ve ayrıntılı tartışmaların dikkate alınmamış olması, büyük bir eksikliktir. Tekgıda-İş Sendika Akademisi’nin bu raporlarının bu eksikliğin giderilmesine katkıda bulunacağına inanıyoruz.

DİĞER HABERLER
FAİZ İNDİRİMİ İÇİN ARALIK AYI YORUMU NE KADAR DOĞRU?
FAİZ İNDİRİMİ İÇİN ARALIK AYI YORUMU NE KADAR DOĞRU?

Merkez Bankası politika faizini yüzde 50’de sabit tutmakla birlikte Para Politikası Kurulu metninde önceki metinlere göre epeyce bir değişiklik yaptı. Merkez Bankası’nın açıklamasındaki değişiklikler ağırlıklı olarak faiz indirimi için aralık ayına işaret edildiği şeklinde yorumlandı.

LİPTON FABRİKASINDA ÜYE EĞİTİMLERİ GERÇEKLEŞTİRİLDİ
LİPTON FABRİKASINDA ÜYE EĞİTİMLERİ GERÇEKLEŞTİRİLDİ

20-21 Kasım 2024 tarihlerinde, Fındıklı ve Ardeşen’deki Lipton Çay Üretim Fabrikalarında çalışan üyelerimize yönelik eğitim programı düzenlendi. Programın açılışı, Genel Eğitim Sekreterimiz Engin Öz ve Dosan Şube Başkanı Mustafa Yüksel tarafından gerçekleştirildi.

ÜCRETLER NİYE Mİ ÖNGÖRÜLEN ENFLASYONA ENDEKSLENEMEZ?
ÜCRETLER NİYE Mİ ÖNGÖRÜLEN ENFLASYONA ENDEKSLENEMEZ?

Yıl sonuna yaklaştıkça giderek daha çok tartışılan bir konu var. “Ücretler gelecek dönem için öngörülen enflasyona endekslenerek mi belirlense, yoksa geride kalan dönemin enflasyonu dikkate alınarak mı?”

“ASGARİ” İNSANCA OLMALI
“ASGARİ” İNSANCA OLMALI

Türk-İş, DİSK ve Hak-İş başkanları, emekçilerin temel hak ve taleplerini Meclis’e taşıdı.