12 EYLÜL DARBESİ SONRASINDA TÜRK-İŞ’TE PARTİ KURMA TARTIŞMALARI
12 Eylül 1980 darbesinin ardından, Milli Güvenlik Konseyi’nin 12.9.1980 günlü Resmi Gazete’de yayımlanan 7 numaralı bildirisiyle siyasi parti faaliyetleri yasaklandı: “Siyasi parti faaliyetleri yasaklanmıştır. Parti bina ve tesisleri sıkıyönetim ve garnizon komutanlıklarınca emniyet ve kontrol altına alınacaktır.”
TEKGIDA-İŞ SENDİKA AKADEMİSİ
16.10.1981 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 2533 sayılı Siyasi Partilerin Feshine Dair Kanun ile şu düzenleme getirildi: “Madde 1. 12 Eylül 1980 tarihine kadar kurulmuş olan ve faaliyetleri Milli Güvenlik Konseyinin 7 Numaralı Bildirisi ile yasaklanmış bulunan bütün Siyasi Partiler; tüm merkez, il, ilçe ve diğer şube teşkilatları, kadın ve gençlik kolları, temsilcilik, lokal ve diğer adlarla kurulan her türlü yardımcı kuruluş ve yan organları ile birlikte feshedilmişlerdir.”
Bu düzenleme ancak 1992 yılında yürürlükten kaldırıldı ve kapatılan siyasi partilerin yeniden faaliyete geçmesine izin verildi. 3.7.1992 günlü Resmi Gazete’de yayımlanan 3821 sayılı “16.10.1981 Tarih ve 2533 Sayılı Siyasi Partilerin Feshine Dair Kanunun Yürürlükten Kaldırılmasına ve 2820 Sayılı Siyasi Partiler Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun” ile 2533 sayılı Kanun yürürlükten kaldırıldı. “Anayasa Mahkemesi dışında başka mahkeme veya kurullarca kapatılan siyasi partiler hakkında da bu Kanun hükümleri uygulanır” ifadesi kabul edildi.
12 Eylül 1980 darbesi sonrasında gündeme gelen önemli konulardan biri, sendikaların siyasi faaliyeti ve siyasi partilerle ilişkileriydi.
Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’nun genel kurullarına sunulan çalışma raporlarında 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde, sendikalarla siyasi partiler arasındaki ilişkinin sınırlandırılması talebi yer alıyordu. TİSK’in 1982 yılında toplanan XIV. Olağan Genel Kurulu’na Sunulan Çalışma Raporu’nda ise, sendikaların siyasi partilerin toplantı, gösteri ve yürüyüşlerine katılmasına izin verilmemesi, sendika yönetiminde görev alanların siyasi partilerin yönetiminde yer almaları halinde sendikadaki görevlerinin otomatik olarak düşmesi, sendikaların “siyasi ve ideolojik maksatlı” toplantı, gösteri ve yürüyüş düzenlemeleri veya bunlara katılmalarının yasaklanması da istendi.
12 Eylül 1980 sonrasında sendikaların siyasal partilerle ilişkileri tartışmaları bir süre durdu. Ancak 1982 yılından itibaren yeniden başladı. Türk-İş’in 24-28 Mayıs 1982 günleri toplanan 12. Genel Kurulunda, Basın-İş adına konuşan Fikret Yoleri bu konuda şu görüşleri açıkladı:
“Amacım, burada eski siyasileri, eski siyasi partileri eleştirmek değildir. Şunu söylemek istiyorum: Geçme hazırlıkları yapılan normal demokratik ortamda siyaset olacaktır siyasi partiler olacaktır, parlamento olacaktır. Türk-İş kendi içinde birliğini sağlayarak ülkenin siyasal yaşamında da etkili olmalıdır. Türk-İş, siyasal yaşamda, ülkenin yönetiminde ağırlıklı olmalı, söz ve karar sahibi olması, siyasi hayata seviye ve itibar kazandıracaktır, demokrasiye işlerlik kazandıracaktır, demokrasiyi sağlıklı kılacaktır. Tarafsızlık deyip, alanı sermaye kesimi temsilcilerine bırakırlarsa, bu kişiler ve bu zihniyette olanlar kusura bakmasın ama işçilerin tenceresinden yiyip, işverenlerin saflarında kavga veren kişiler durumundan kendilerini kurtaramayacaklardır. Yine, kapı kapı dolaşıp işçilerin lehine bir yasanın çıkması için rica minnet etmemek için Türk-İş siyasal hayatta artık ağırlığı oranında temsil edilebilme yollarını tespit etmelidir. Bu, işçi kesiminden yana bir partinin kurulmasına öncülük etme şeklinde mi olur, yoksa kurulacak siyasi partiler içinden işçilere en yakın olan partiyi desteklemek şeklinde mi olur, bilemiyoruz; ama Türk-İş’in mutlaka siyasal alanda ülke yönetiminde ağırlığı olmalıdır.
“Ricacı ve minnetçi bir durumda olmamak için, ülkenin, ulusun ve işçi kesiminin menfaatlerini her şeyin üstünde tutan bir yönetim için, Türk-İş siyasal yaşamda etkin rol oynamalıdır. Çünkü, inanıyoruz ki, işçiler ülke yönetiminde olsaydılar Türkiye 12 Eylül’e gelmezdi.” (Türk-İş, 12. Genel Kurul Çalışmaları, Ankara, 1982, s.232)
1982 yılında Anayasa taslağı ortaya çıktığında, Türk-İş sendikaların siyasi faaliyeti konusunda taslakta yer alan düzenlemeyi şu şekilde eleştirdi:
“Tasarının ‘sendikal faaliyet’ başlıklı 56’ncı maddesinde ‘sendikalar siyasi amaç güdemezler, siyasi faaliyette bulunamazlar, siyasi partilerden destek göremez ve onlara destek olamazlar, dernekler, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve vakıflarla bu amaçlarla ortak hareket edemezler’ denilerek, işveren isteklerine uyulmaktadır.” (Türk-İş, Türk-İş Çalışma Raporu (2), Sağlıklı Bir Demokrasi İçin, İşçi Haklarını Koruma Çalışması, 13. Genel Kurul, 21-25 Aralık 1983, Ankara, 1983, s.36)
Türk-İş Genel Başkanı Şevket Yılmaz yaptığı basın toplantısında da bu maddeyi şu şekilde eleştirdi:
“Tasarının 56. maddesinde sendikaların hiçbir şekilde siyasi faaliyet teşkil edebilecek bir çalışma içinde olamayacağı belirtilmektedir. Düzenleme öylesine koyudur ki, yapılacak her açıklama, ağızdan çıkacak her söz siyaset yapıyor olma suçlamasına imkan verecektir. Ekonomi ile siyaseti böylesine keskin hatlarla ayırmaya kalkışmak gerçekçi değildir; bu bir çemberdir.” (Türk-İş,1983;47-48)
“Tasarıdaki boyutlarıyla değerlendirildiğinde, sendikalar daima siyaset yapıyor olmakla suçlanabilir. Bu yaklaşım gerçekçi değildir. Birleşmiş Milletler Uluslararası Çalışma Teşkilatı (ILO) sendikalara ‘genel’ nitelikte siyaset yasağı getirilmesini ‘gerçekçi’ kabul etmemektedir. Kuşkusuz sendikaların temel işlevi üyelerinin ekonomik ve sosyal hak ve çıkarlarını korumak ve geliştirmektir; siyasal çalışma bu işlevin yerine getirilebilmesini engellememelidir. Ancak, ekonomik hak ve çıkarların korunması ve geliştirilebilmesi işlevini, siyasetten böylesine kesin hatlarla soyutlayabilmek de, mümkün değildir.” (Türk-İş,1983;55)
12 Eylül 1980 darbesi sonrasında oluşturulan ve Anayasa tasarısını hazırlayan Danışma Meclisi’nde işçileri temsilen Feridun Şakir Öğünç, Vahap Güvenç ve Mustafa Alpdündar bulunuyordu. Bu üç üye, Anayasa tasarısında sendikaların siyasi faaliyeti konusunda yer alan düzenlemenin değiştirilmesi için Danışma Meclisi’ne bir önerge sundu. Önergenin ilgili bölümü aşağıda sunulmaktadır:
“Siyaset Yasağı: Çalışanların ekonomik ve sosyal hak ve çıkarlarını korumak ve geliştirmekle ödevli sendikalar, hiçbir zaman siyasal partilerin işlevini üstlenemez. Ancak, temel işlevi çalışanların ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek de olsa, sendikaların çalışmalarını siyasetten soyutlayabilmek mümkün değildir. Sendikalar baskı grubudur. Ortak menfaatler etrafında birleşen baskı grupları, bu menfaatlerin gerçekleştirilebilmesi için siyasal otoriteler üzerinde etki yapmaya çalışırlar. Ekonomik ve sosyal alanda hakları koruma ve geliştirme işlevinin siyaset dışı kalacağını böylesine genel nitelikteki bir kurala bağlamak, Anayasada düzenlenmesinin yersizliği yanında, uluslararası normlara da aykırıdır. Gerçekten Birleşmiş Milletler Uluslararası Çalışma Teşkilatı’nın yerleşmiş kararlarına göre, sendikalara böyle ‘genel nitelikte siyaset yasağı getirilmesi sendika özgürlüğü ile bağdaşamaz,’ üstelik bu gerçekçi de değildir. Uluslararası Çalışma Teşkilatına göre, gözetilmek gereken husus sendikalara genel nitelikte siyaset yasağı getirmek değil, sendikaların siyasal partiler karşısında bağımlı hale gelmemelerini sağlamaktır. ‘Partilerüstü politika’ ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerin korunup, geliştirilmesinde siyaset dışı hareket edileceği anlamında değildir; partiler üstü politika ile, Birleşmiş Milletler uluslararası Çalışma Teşkilatının 1952 tarihli kararına uygun bir biçimde, sendikacılık hareketinin siyasal partiler karşısındaki ‘bağımsızlığı’ gözetilmiştir. Sendika hakkının özünü ortadan kaldıracak bir düzenleme, ‘siyaset yasağı genel bir tutumun parçasıdır; acıları unutmamak gerekir’ gibi gayri ciddi ve hatalı genellemelerin mahsulü sözlerle geçiştirilemez.” (Türk-İş,1983;116-117)
Türk-İş Genel Başkanı Şevket Yılmaz ve Genel Eğitim Sekreteri Kaya Özdemir’in imzalarıyla Devlet Başkanı Kenan Evren’e yapılan başvuruda da bu konu şu şekilde dile getirildi:
“Türk Sendikacılık Hareketi’nin siyasal partilerin işlevini üstlenmeye kalkmaması, mesleki hak ve çıkarları koruma görevini yerine getirirken, siyasi parti gibi hareket etmemesi, siyasi partilerin hakimiyeti altına girmemesi, hiç kuşkusuz, doğru yaklaşımdır. Ancak bu yapılırken, işçilerin ekonomik ve menfaatlerini koruma çabasında, sendikaların her zaman ‘siyaset yapıyor olmakla suçlanabilecekleri ve cezalandırılabilecekleri bir düzen’ de kurulmamalıdır. Takdir edileceği üzere, sendikaların siyasi partiler karşısında ‘bağımsızlığının korunması’ başka, her hareketin siyaset yapmakla suçlanabileceği bir düzenleme gene başkadır. Türk-İş, şartların en uygunsuz olduğu dönemde dahi bu sınavı başarı ile vermiş, işçi hareketinin bağımsızlığını koruyabilmiş bir kuruluştur. Bu, işçilerin büyük çoğunluğunu saflarında toplayan ve bu sebeple güçlü olan bir teşkilatın siyasi faaliyet konusundaki tereddütleri ortadan kaldırılabileceğinin işaretidir.” (Türk-İş,1983;163)
1982 Anayasası’nın ana hatlarının ortaya çıkması sonrasında, bu tasarıya karşı oluşan tepkilerin bir biçimi de, siyasal faaliyeti yoğunlaştırma düşüncesi oldu. Türk-İş Genel Başkanı Şevket Yılmaz, 8 Eylül 1982 günü Arı Sineması’nda düzenlenen toplantıda yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“Sendikacılık son tahlilde bir temsil görevidir. Bunu layıkıyla yapmak istiyoruz. Buna imkan kalmaz ise, hak ve özgürlükleri koruma ve geliştirme ödevini bir başka alanda yaparız. Kravatları çıkarır, atar, tulum sırtımızda 67 ilde yalnızca siyaset yaparız. Demokrasi çoğunluk rejimidir. Türkiye’yi üç-beş sermayedar mı, yoksa halkın çoğunluğu mu idare eder, o zaman bunu herkes görür.” (Cumhuriyet, Milliyet, 9.9.1982)
Türk-İş Yönetim Kurulu’nun 9.9.1982 günlü toplantısında da parti kurma konusu görüşüldü. Ancak bir karar alınamadı. Toplantıya katılan bazı sendika yöneticileri, “Eğer Türk-İş’in parti kurması öneriliyorsa, bu konu özel bir gündemle ayrı bir günde ele alınır, değerlendirilir; olumlu-olumsuz yanları ve gücünün ne olacağı ayrıntılı görüşülür,” dediler. (Cumhuriyet, 10.9.1982; Milliyet, 10.9.1982 ve 12.9.1982; Sabah, 14.9.1982; Milli Gazete, 10.9.1982)
İbrahim Denizcier ise, daha önce de önerdiği süratle “partileşme” teklifini yeniden gündeme getirdi. “İşçi tabanı üzerine kurulacak bir partinin ‘İşçi Partisi’ sıfatını taşımasının şart olmadığını, hatta tüm çalışanları ve bu arada küçük esnafı da içine alacak bir partinin kurulmasının daha olumlu sonuçlar verebileceğini” söyledi. (Milliyet,11.9.1982)
Adı belirtilmeyen bir Türk-İş yetkilisi bu konuda şu değerlendirmeyi yaptı: “Siyasi parti kurmak başka şey, politika yapmak başka şeydir. Anayasanın son şekline bakacağız. Ondan sonra Yönetim Kurulu bu konu için toplantıya çağrılacak. Önce politika yapıp yapmama kararını bir sonuca bağlayacağız. Parti kurma işi bundan sonra konuşulacaktır.” (Milliyet,14.9.1982) Bu tartışmalar kısa bir süre sürdü; sonra sona erdi.
Türk-İş’in 1960-1974 döneminde genel sekreteri ve 1974-1979 döneminde genel başkanı olan Halil Tunç, 1982 yılı Eylül ayında Yankı Dergisi’nde yayımlanan görüşmede, “sendikal kapılar kapanırsa, 67 ilde siyaset yapılması düşüncesini nasıl karşılıyorsunuz?” sorusunu şu şekilde yanıtladı:
“İşçinin en azından bir vatandaş olarak politik hayata katılması ana ilkedir. Yoksa işçilerin katılımı olmadan demokrasinin yerleşmesi düşünülemez. Diğer taraftan, işçiler seçim sandığı ile ekmek sandığı arasında bir bağ olduğu gerçeğini şimdi daha iyi anlıyorlar. Bu açıdan politik katılmayı her zaman için zorunlu görürüm.
“Ancak böyle bir dönemde bu tür bir siyasal partinin etkin olup olmayacağı önemli bir sorundur. Bu konuda geçmişte de deneyler yapıldı. Ama tek başına işçilere dayalı bir parti, toplumun büyük kesiminin desteğini kazanmak suretiyle ülkenin kaderinde söz sahibi olma olanağını bulamadı. Parti kurma her şeyden önce iktidara gelebilme şansı olmalıdır. Bunun için de parti, işçiler yanında toplumun özellikle çiftçi ve küçük esnaf kesimini saflarına alıp, ortak hareket zemini hazırlamadıkça kesinlikle kitleye yarar sağlayabileceğini ve iktidara gelebileceğini sanmamalıdır. Aynı çevreler daha önce de defalarca işçileri toplumdan soyutlamak, iktidar şansını azaltmak ve sendikal gücünü bölmek için parti kurma yolunda telkinlerde bulundular. Ancak bu oyuna gelmemek gerek. (…)
“Bu konuda Türkiye ve dünya tarihi örneklerle dolu. Bunların en yenisi Polonya’daki Dayanışma olayı. Toplumla çok sıkı bir diyalog kurulup sağlam bir destek sağlamak sendikacılığın ilk şartı olmalıdır. Türk-İş’in bundan sonra yapması gereken iş bir yandan haksızlığa uğradığını kitlelere anlatırken, diğer yandan başta tüm çalışanların, köylü ve küçük esnafın da bütünleşmesini sağlamaya çalışmak olmalıdır. Parti bundan sonraki aşamadır. Türk-İş’i bu yoldan saptırmak için belirli çevreler dikkatleri hep tali konulara, asgari ücrete, Yüksek Hakem Kurulu’na, şimdi de parti konusuna çekerek Türk-İş’i suskunlaştırmayı amaçladılar. Ve Türk-İş anayasa hazırlıklarının yürütüldüğü son 3 yılda gerçekten büyük bir suskunluk dönemine girdi. Ama bu dönemin başka kazanımları oldu. İşçi kesimi son 2 yılda kazandığı bilinci 15-20 yılda kazanamamıştı, kazanamazdı.” (Yankı,20-26 Eylül 1982, s.29)
1982 Anayasası 18 Ekim 1982 günü kabul edildi ve 20 Ekim 1982 günlü Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
20.10.1982 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 1982 Anayasası’nın 52. maddesi sendikaların siyasi faaliyetlerini tümüyle yasaklıyordu:
“Sendikal Faaliyet. Madde 52. Sendikalar, 13’üncü maddede sayılan genel sınırlamalara aykırı hareket edemeyecekleri gibi; siyasi amaç güdemezler, siyasi faaliyette bulunamazlar, siyasi partilerden destek göremezler ve onlara destek olamazlar; derneklerle, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve vakıflarla bu amaçlarla ortak hareket edemezler.”
Madde 69: “Siyasi partiler, kendi siyasetlerini yürütmek ve güçlendirmek amacıyla dernekler, sendikalar, vakıflar, kooperatifler ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve bunların üst kuruluşları ile siyasi ilişki ve iş birliği içinde bulunamazlar. Bunlardan maddi yardım alamazlar.”
Anayasanın 52. maddesi ve 69. maddenin yukarıda belirtilen hükmü 23.7.1995 gün ve 4121 sayılı Yasayla yürürlükten kaldırıldı. Ancak 2821 sayılı Yasadaki yasak sürdürüldü.
1982 Anayasası, milletvekilliği ile bağdaşmayan görevler arasında sendika yöneticiliğini de sayıyordu. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde bazı sendika genel başkanları aynı zamanda milletvekiliydi. Bu olanak, günümüzde hâlâ yürürlükte olan 82. maddeyle ortadan kaldırıldı.
“Üyelikle bağdaşmayan işler. Madde 82. Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Devlet ve diğer kamu tüzelkişilerinde ve bunlara bağlı kuruluşlarda; Devletin veya diğer kamu tüzelkişilerinin doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak katıldığı teşebbüs ve ortaklıklarda; özel gelir kaynakları ve özel imkanları kanunla sağlanmış kamu yararına çalışan derneklerin ve Devletten yardım sağlayan ve vergi muafiyeti olan vakıfların, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile sendikalar ve bunların üst kuruluşlarının ve katıldıkları teşebbüs veya ortaklıkların yönetim ve denetim kurullarında görev alamazlar, vekili olamazlar, herhangi bir taahhüt işini doğrudan veya dolaylı olarak kabul edemezler, temsilcilik ve hakemlik yapamazlar.”
24.4.1983 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu da siyasi partilerin sendikalarla ilişkileri konusunda şu yasaklamayı getiriyordu:
“Madde 92. Siyasi partiler, kendi siyasetlerini yürütmek ve güçlendirmek amacıyla, dernekler, sendikalar, vakıflar, kooperatifler ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları veya bunların üst kuruluşları ile siyasi ilişki veya iş birliği içinde bulunamazlar; bunlardan maddi yardım alamazlar veya bu kuruluşlara maddi yardım yapamazlar; bunlara destek olamazlar ve bu amaçlarla ortak hareket edemezler.”
Bu Kanunun yayımlanıp yürürlüğe girmesiyle birlikte siyasi partiler kurulmaya başlandı.
Danışma Meclisi’nde görüşülmeden Milli Güvenlik Konseyi’nde ele alınan ve 5.5.1983 tarihinde kabul edilen (Resmi Gazete, 7.5.1983) 2821 sayılı Sendikalar Kanununda sendikaların siyasi faaliyeti daha kapsamlı bir biçimde yasaklanmıştı:
“Temel Yasaklar. Madde 37. (…) Sendika ve konfederasyonlar siyasi amaç güdemezler, siyasi faaliyette bulunamazlar, siyasi partilerle ilişki kuramaz ve iş birliği yapamazlar ve bunlarla hiçbir konuda hiçbir şekilde müşterek hareket edemezler, siyasi partilerden destek göremezler ve onlara destek olamazlar, bunlardan yardım ve bağış alamazlar, bunlara yardım ve bağışta bulunamazlar. Sendika ve konfederasyonlar derneklerle, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve vakıflarla siyasi amaçla ortak hareket edemezler, bir siyasi partinin adını, amblem veya işaretlerini kullanamazlar. Sendika ve konfederasyonların üyelerinin münhasıran ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerinin korunması ve geliştirilmesi amacıyla yapacakları mesleki faaliyetler siyasi faaliyet sayılmaz.
“Bir siyasi partinin yönetim organlarından herhangi birinde görev alan sendika veya konfederasyon yöneticilerinin, bu göreve geldikleri andan itibaren sendika veya konfederasyondaki görevleri kendiliğinden sona erer.
“Mahalli ve genel seçimlerde aday olanların, sendika veya konfederasyonun organlarındaki görevleri adaylık süresince askıda kalır. Seçilmeleri halinde görevleri son bulur.”
2821 sayılı Yasanın 37. maddesindeki “Sendika ve konfederasyonların üyelerinin münhasıran ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerinin korunması ve geliştirilmesi amacıyla yapacakları mesleki faaliyetler siyasi faaliyet sayılmaz,” hükmü, 1988 yılında 3449 sayılı kanunla şu şekilde değiştirildi: “Sendika ve konfederasyonların üyelerinin münhasıran ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerinin korunması ve geliştirilmesi amacıyla yapacakları faaliyetler ve açıklamalar siyasi faaliyet sayılmaz.”
Bu yasakların ihlalinin yaptırımı da ağırdı:
Madde 58: “Bu kanunun (…) 37nci maddesinin bir ve ikinci fıkraları hükümlerine aykırı davranan (…) sendika veya konfederasyonlar da ikinci fıkradaki usule göre kapatılır.
“Yukarıdaki fıkralar uyarınca açılan davalar sebebiyle görevli mahkemeler yargılamanın her safhasında talep üzerine veya res’en sendika veya konfederasyonların faaliyetlerinin durdurulmasına ve yöneticilerinin görevlerine son verilmesine karar verebilir.”
Madde 59: “37nci maddenin ikinci fıkrasına (…) aykırı hareket eden sendika veya konfederasyonların sorumlu yetkililerine altı aydan iki yıla kadar hapis cezası hükmedilir.”
Sendikaların tüzel kişilik olarak siyasi faaliyetinin kesinlikle yasaklandığı koşullarda, bazı sendikacılar siyasi partilere üye olarak siyasi faaliyete katıldı. 1985 yılı Haziran ayında 14 sendikacı Sosyal Demokrat Parti SODEP’e üye oldu. Üye olan sendika yöneticileri aşağıda sunulmaktadır:
Deri-İş Genel Başkanı Yener Kaya, Kristal-İş Genel Başkanı Hasan Basri Babalı, BASS Genel Başkanı Servet Kahyaoğlu, Basın-İş Genel Başkanı Ali Ekber Güvenç, Ağaç-İş Genel Başkanı Güral Erçakır, Bağımsız Büyük Oleyis Sendikası Genel Başkanı Veyis Çatalbaş, Yol-İş Genel Başkan Yardımcısı Cengiz Çerezcioğlu, Yol-İş Genel Başkan Yardımcısı Serdar Köse, Yol-İş Genel Sekreteri Ethem Cankurtaran, Yol-İş Genel Eğitim Sekreteri İsmet Kaymak, Yol-İş Genel Teşkilatlanma Sekreteri Nail Eymür, Petrol-İş Genel Mali Sekreteri Münip Tepecik, Tez Koop-İş Genel Mali Sekreteri Kenan Gürbüz, Tez Koop-İş Ankara Şube Başkanı Ertuğrul Dursun. (Cumhuriyet,7.6.1985)
Türk-İş, bu açık yasaklara rağmen, 1987 yılından itibaren açıkça hükümet karşıtı bir tavır takındı. 12 Eylül 1980 tarihinde görevde bulunan politikacıların siyaset yasağının kaldırılması konusunda 6 Eylül 1987 günü yapılacak referandum öncesinde Türk-İş “evet” kampanyası başlattı. Türk-İş, 1987 Kasım genel seçimleri öncesinde de ANAP’a oy verilmemesi için kampanya açtı. 26 Mart 1989 tarihindeki yerel seçimler ve 1991 erken genel seçimlerinde organ kararıyla ANAP’a karşı bir tavır alınmadı.
Bu arada Türk-İş’in bir parti kurması tartışmaları yeniden gündeme geldi. Tartışmaları başlatan kişi, Türk Metal Sendikası Genel Başkanı Mustafa Özbek idi.
Mustafa Özbek, 17 Haziran 1987 günü Kdz. Ereğli’de yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“İşçiyi basamak yapıp birtakım itibar sahibi olmak isteyenler yanılgı içindedirler. Eğer işçi hareketi politikaya girecekse, Türk-İş’in kuracağı partide yapalım politikayı. Yoksa kurulmuş siyasi partilerle değil. Türk-İş’in kuracağı bir siyasi partide politikayı rahatlıkla yapabiliriz. Ama, partilerden işçi milletvekili arkadaşlarımız gittiği zaman grup kararlarına hep bağlı kalırlar. Grup kararlarının dışına çıktıkları zaman derhal o partiden ihraç edilirler. Eğer, Türkiye’de işçi hareketi, sendikacılık hareketi politikaya girecekse, kendi partisini kendisi kurmalıdır. Ve o partide yapmalıdır politikayı.” (Özbek, M., Görüşlerimiz-3, Türk Metal Yay., Ankara, (Tarihsiz), s.390)
Türk Metal Genel Başkanı Mustafa Özbek 1989 yılında şu konuşmaları yaptı:
“Siyasal partilere birer ikişer milletvekili vermekle bir şey kazanılmaz. Eğer kendi partimizi kurar isek, işçiye daha faydalı oluruz. Bugün 4,5 – 5 milyon reyimizin garanti olduğunu söyleyebilirim. (…) Şimdi Türk-İş’in parti kurulmasına öncülük etmesini bekliyoruz. Bu teşebbüsün başarısız olması imkansız. Yalnız kurulacak parti ideolojik olmamalı. Ancak böyle bir partide, yani işçinin gerçek partisinde görev alabilirim.” (Zaman, 11.1.1989)
“Yapılacak ilk genel seçimde de, kurulacak parti ya iktidardadır, ya da ana muhalefet partisidir. İşte o zaman işçinin gerçek sesi ve bütün meseleleri Meclis kürsüsünden hem de işçi temsilcilerinin ağzından 55 milyona duyurulur.” (Sabah, 6.2.1989)
“Türk-İş yönetimi parti kapılarında sendikacıyı milletvekili yapmak için dolaşmamalı. (…) Türk-İş topluluğu kendi siyasi partisini, yani işçinin partisini kurmalı ve politika yapmak isteyen arkadaşlarımız orada çalışmalarını sürdürmeli. (…) Bunu ben basıncı arkadaşlarıma geniş bir şekilde izah ettim. Bana diyorlar ki, ‘Sayın Özbek siz iyi bir sosyalistsiniz.’ Ben bu fikrin sahibi ve savunucusuyum. Adına sosyalist mi dersiniz, başka bir şey mi dersiniz, ne derseniz deyin, bu fikri savunacağım. Türk işçi hareketinin politikası haline getirmek için de ömrüm oldukça mücadele edeceğim.” (Özbek, M., 3 Haziran 1989 günü yapılan konuşma, Görüşlerimiz-4, Türk Metal Yay., Ankara, 1995, s.238-239. Mustafa Özbek’in bu doğrultudaki önemli konuşmaları için bkz. Görüşlerimiz-4, s.261-264, s.276-278)
“Mustafa Özbek 1990’da işçilerin kendi partilerini kurmasını Türk-İş’e önereceklerini söyledi. (…) Şu anda 2 milyon çalışan, 1,5 milyon da emekli işçi olduğunu kaydeden Özbek, ‘Bunları üçle çarparsanız 10 milyonu geçer. Kurulacak bir işçi partisi önümüzdeki seçimlerde ya iktidardadır, ya da ana muhalefettedir,’ dedi.”(Günaydın, 3.7.1989)
Mustafa Özbek 1991 yılı Mayıs ayında da benzer görüşler dile getirdi:
“Siyasi partilerin iktidarıyla, muhalefetiyle birer ‘üst yapı kuruluşu’ olduğunun ispatlandığı bir ortamda biz nasıl siyasi partilere güvenebiliriz ki? Biz siyasi partilerin birer üst yapı kuruluşu olmadıklarını ispat etmelerini görmek istiyoruz. Bunu göremediğimiz için de Türk işçi hareketinin kendi siyasi partisini kurmasını istiyoruz. Böyle bir siyasi partide yönetim bazında yer alacakların kesinlikle işçiler olmalarını istiyoruz. Yol işçisi, metal işçisi, enerji işçisi, tekstil işçisi çıksın Meclis kürsüsünden bangır bangır dileklerini, isteklerini ve çözüm tekliflerini bütün Türkiye’ye duyursun istiyoruz. Bu isteğimize sert bakanlar var. Yönetimde kesinlikle bir teknokrat ya da bürokrat olsun istemiyoruz. Çünkü işçi ancak böyle bir siyasi yapıyla diyet ödemekten kurtulur.” (Tercüman, 13.5.1991)
Yol-İş Sendikası Genel Başkanı Bayram Meral, 1991 yılı milletvekili genel seçimlerinden önce, 18 sendikanın merkez ve şube yönetimleri adına yaptığı açıklamada, SHP, DSP ve DYP’de aday olan 11 sendikacıya destek istedi. (Cumhuriyet, 14.9.1991)
20 Ekim 1991 günü yapılan milletvekili seçimlerinden sonra DYP-SHP koalisyon hükümeti kuruldu.
Türk Metal Sendikası Genel Başkan Yardımcısı Behzat Erdal, milletvekili genel seçimlerinden kısa bir süre sonra, siyasi parti kurulması konusunda şu görüşleri ileri sürdü:
“TBMM’de hep avukat, doktor ve sermaye kesiminin adamları var. Sendika kökenli ise bir iki milletvekili var. Hep böyle oluyor. Bu nedenle de TBMM’den geçmişte bir şey görmedik, şimdi de gelecekte de göreceğimizi sanmıyorum. Çünkü işçiler TBMM’de bir iki sandalyeyle sınırlanmış şekilde temsil edilebiliyorlar. Ancak kendi partimizi kurarsak tam bir temsil söz konusu olur. Şimdiki hükümet de Türk-İş’in önerilerine ‘evet’ dedi, ama ortada bir şey yok. Onlar da oyalıyorlar. İşsizlik sigortası bekliyor. Birçok öneriler, istekler gündeme gelmedi. Üçyüz gün, beşyüz gün süremiz var, diyorlar. Gene de bu hükümetin vaatlerini gerçekleştirmesini bekleyeceğiz, çünkü başka çaremiz yok. Şahsen ben, TBMM’den işçi yararına bir şey çıkacağını sanmıyorum.
“Siyasal iktidarlar, diğer siyasi partiler işçiyi kullanıyorlar. Biz kendi kendimizi parlamentoda temsil etmeliyiz. Kamu kesimini de dahil edersek yaklaşık 5 milyon çalışan nüfusu ailesiyle birlikte düşünürsek, çok büyük bir oy potansiyelimiz olduğu hemen ortaya çıkacaktır. Bu güç kendi haklarını savunmalı, başkalarının eline bırakılmamalıdır.” (Güneş, 11.1.1992)
Türk-İş’in 1992 yılı sonundaki genel kurulundan önce siyasi parti kurulması konusunda görüşlerini açıklayan Mustafa Özbek, “İşçi Partisi önerisinde ne ölçüde ciddisiniz?” sorusuna şöyle yanıt verdi:
“Öneri bize ait. Türk-İş kongresi bunu değerlendirecektir. (…) Bence kendi partimizi kurmanın en sağlıklı çıkış yolu olduğunu görebilmeliyiz.
“Artık ideolojiler dönemi sona erdi. Serbest piyasa ekonomisini herkes savunuyor. Daha önce yaşanan İşçi Partisi deneyimi ideolojik angajmanlar yüzünden başarıya ulaşamadı. Politika profesyonelleştiği için artık dışişleri bakanı olmak için hariciyesi olmak da gerekmiyor. Eksikliklerinizi danışmanlarınız kapatabiliyor. Yapılacak şey partinin ilkelerinde çalışandan yana sosyal politikaların korunmasıdır. Türk-İş’in 2 milyon üyesi var. Bir o kadar memur ve emekli var. İnanıyorum ki, böyle bir parti ilk seçimlerde ya iktidar, ya ana muhalefet olur.” (Tempo,2.12.1992)