KURTULUŞ SAVAŞI YILLARINDA SERMAYEDARLAR VE İŞVERENLERİN ÖRGÜTLÜLÜĞÜ
1919-1922 döneminde çok büyük oranda Avrupa sermayedarlarından, Levantenlerden, Rum-Ermeni-Yahudi sermayedarlarından oluşan Osmanlı sermayedar sınıfı, 1908-1918 dönemindeki kayıplarını bir ölçüde telafi ederek varlığını güçlendirdi.
TEKGIDA-İŞ SENDİKA AKADEMİSİ
Ancak 1922 yılında Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasının ardından bu sermayedarlar hızlı bir biçimde güç kaybetmeye başladı. Cumhuriyet yönetiminin, İttihat ve Terakki’den farklı olarak, bir “milli burjuvazi” yaratma gibi ciddi bir niyeti ve çabası yoktu. Tam tersine, devletçilik anlayışıyla birlikte, sermayedarların örgütlenmeleri devletin sıkı denetimi altındaydı.
Osmanlı sermayedar sınıfının büyük ölçüde etkisiz kalması ve kalıntılarının da Kurtuluş Savaşı sırasında Yunan ordusuna verdikleri maddi ve manevi desteğin hesabının sorulmasından korktukları için sessizliklerini korumaları nedeniyle, ortaya çıkan boşluğu Atatürk’ün Türkiye’ye özgü, ekonomiye emekten yana anti-emperyalist bir iktidarın hakim olduğu koşullarda uygulanan devletçilik doldurdu. Prof.Dr.Haydar Kazgan bu durumu şöyle özetlemektedir:
“19. asrın sonundaki Yunan savaşında ve daha sonra Balkan Savaşı’na Beyoğlu’nun zengin Rum ailelerinin gençlerinden binlercesi Yunan ordusuna gönüllü yazılmışlardı. Bunun yanında, Yunan ordusunu güçlendirmek için Osmanlı İmparatorluğu’nun en uzak köşelerinde dahi Rumlar iane topluyorlardı. İstanbul’da ve diğer büyük liman kentleri olan İzmir, Selanik, Trabzon’da balolar, müsamereler, temsiller tertip edilerek sözde cemaat ve yardımlaşma derneklerinin kasalarına giren bu paralar gizlice Yunanistan’a yollanıyordu.” (Haydar Kazgan, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Şirketleşme, Vakıfbank Yay., İstanbul, 1999;202)
“Abdülhamit bankeri meşhur Jorj Zarifi (…) Zarifi, Yunan ordusunun böyle bir savaşa hazırlanması için Avrupa sermaye çevrelerinden alınan dış borcu organize etmiş ve çıkarılan tahvillerin İstanbullu Rumlar’a satılmasına yardımcı olmuştu. Hatta bu tahvillerden Türkler bile almıştı. (…) Balkan Savaşı’nda Osmanlı Rumları’nın büyük desteği ile Yunan donanmasına kazandırılmış olan Averof zırhlısının Türk donanmasının Çanakkale’den çıkmasını önlediği herkesçe bilindiği andan itibaren Türkler işin nereye varabileceğini anlamışlardır.” (Kazgan,1999;203)
15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir ve Ege Bölgesi’ni işgale başlayan Yunan ordusu, bölgedeki Osmanlı uyruğu Rumları da orduya kattı. İşgalci Yunan ordusunun yaklaşık yüzde 30’u Anadolu Rumları’ndan oluşuyordu. Yunan işgal kuvvetleri, kontrolleri altındaki bölgelerde yaşayan Rumları askere almaya çalıştı. Ancak Anadolu Hükümeti, canlı ele geçirdiği Rumlara “savaş esiri” muamelesi yapmadı. Ankara İstiklal Mahkemesi, Yunan ordusuna katılan Rumları “vatan haini” kabul etti. Bu nedenle, Yunan ordusunda savaşırken canlı olarak ele geçirilen Rumlar derhal idam ediliyordu. Bunun üzerine birçok Rum, askere alınmadan önce veya askere alındıktan sonra Yunan ordusundan kaçarak, Yunan işgal kuvvetlerinin kontrolü dışında olan İstanbul’a ve diğer ülkelere kaçtı. İstanbul’daki Rum nüfusunun artmasının bir nedeni buydu. (Taner Bilgin, “Savaş Yıllarında Anadolu Rumlarının Yaşadığı İkilem, 1919-1922,” VAKANÜVİS – Uluslararası Tarih Araştırmaları Dergisi, Mart 2016, Yıl 1, Sayı 1;50-55) Diğer taraftan, 1923 yılında Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan mübadele anlaşmasında İstanbul belediye hudutları içinde yaşayan Rumlar mübadele dışında tutuldu. Bu nedenlere bağlı olarak, 1923 yılında da İstanbul’da Rum sermayedarlarının epeyce bir bölümü varlığını ve faaliyetlerini sürdürüyordu.
Yunan ordusu yenilince, Anadolu Rumlarının epeyce bir bölümü Yunan ordusuyla birlikte İzmir’e ve kıyı kentlere ve oradan da Yunanistan’a kaçtı. İstanbul’a kaçanlar da oldu. Bu süreçte Osmanlı Rum sermayedarlarının bir bölümü Türkiye’yi terk etti. Yunanistan’da daha sonraki yıllarda yapılan çalışmalar, Yunan sermayedar sınıfının küçümsenmeyecek bir bölümünün Türkiye’den gelenlerden oluştuğunu göstermektedir. Erdoğan Soral’ın Özel Kesimde Türk Müteşebbisleri kitabında (Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Yay.No.72, Ankara, 1974) belirtildiğine göre, 1961 yılında Yunanistan’da yapılan bir araştırmada, Yunan sanayicilerinin yüzde 20’sinin kökeni Anadolu olarak belirlenmiştir. “Bunların babalarının % 55’inin Anadolu’da zanaatkar olarak çalıştıkları, % 45’inin tüccar olduğu anlaşılmaktadır.” (Soral,1974;29)
Charles Issawi’nin belirttiğine göre, İstanbul’da 1919 yılında fabrika ve atelyelerin yüzde 73’ü Rumlara aitti ve bu işletmelerde çalışanların yüzde 85’i gayrimüslimdi. İstanbul’da 1922 yılında Müslümanlar dış ticaretle ilgili şirketlerin yalnızca yüzde 4’üne, ulaştırma şirketlerinin yüzde 3’üne, toptan ticaret şirketlerinin yüzde 15’ine, perakende ticaret şirketlerinin yüzde 25’ine sahipti. (Charles Issawi, The Economic History of Turkey, 1800-1914, University of Chicago Press, Chicago, 1980;15)
Aynı bilgileri Prof.Dr.Yahya S.Tezel de vermektedir:
“Rumlar ve Ermeniler daha çok şehirlerde yaşamakta ve tarım dışı sektörlerde çalışmaktaydı. Yerli gayrimüslimler, Osmanlı İmparatorluğu’nun dış ve iç ticaretinde, madencilik ve sanayi sektörlerinde, Müslümanlara, Türklere göre çok daha önemli bir yeri ellerinde tutuyordu. Örneğin, 1922 yılı İstanbul’unda dış ticaret işletmelerinin sadece yüzde 4’ü, taşımacı firmaların yüzde 3’ü, toptancı mağazaların yüzde 15’i ve perakendeci mağazaların yüzde 25’i Müslümanlara aitti. 1919 yılında Batı Anadolu’da çalışmakta olan 3300 imalat sanayi işyerinin yüzde 73’ü Rumların olup, bu iş şerlerindeki 22.000 işçinin yüzde 85’i de gayrimüslimdi. Anadolu tarımında ihracata yönelik üretimin geliştirilmesi, yeni tekniklerin kullanılmasında da Rum ve Ermeni çiftçileri daha öne gelmekteydi.” (Yahya S.Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi (1923-1950), Yurt Yay., Ankara, 1982;88)
Vedat Eldem’e göre, 1920/1921 yıllarında faaliyet gösteren Milli Bankalar (Merkezi, Teşekkül Tarihi) şunlardı: Türkiye Milli Bankası (İstanbul, 1909), Filistin Ticaret Bankası (Kudüs, 1909), İtibari Mali Osmanlı A.Ş. (İstanbul, 1910), Türkiye Ticaret ve Sanayi Bankası (İstanbul, 1910), İstanbul Bankası (İstanbul, 1911), Osmanlı Ticaret Bankası (İstanbul, 1911), Konya İktisadi Milli Bankası (Konya, 1911), Umur-u Ticariye ve Sınaiye ve Maliye Osmanlı A.Ş. (İstanbul, 1913), Milli Aydın Bankası (Aydın, 1914), Adapazarı İslam Ticaret Bankası Osmanlı A.Ş. (Adapazarı, 1914), Karaman Lilli Bankası (Karaman, 1914), Emval-i Gayrimenkul ve İkrazat Bankası Osmanlı A.Ş. (İstanbul, 1914), Akşehir Osmanlı İktisat A.Ş. (Akşehir, 1916), Osmanlı İtibar-ı Milli Bankası (İstanbul, 1917), Ticaret ve İtibar-ı Umumi Bankası (İstanbul, 1917), Konya Ahali Bankası (Konya, 1917), Manisa Bağcılar Bankası (Manisa, 1917), İktisadi Milli Bankası (İstanbul, 1917), Türkiye Umumi Bankası (İstanbul, 1918), Eskişehir Çiftçiler Bankası (Eskişehir, 1918), Adapazarı Emniyet Bankası (Adapazarı, 1919), Konya Türk Ticaret Bankası (Konya, 1920), Bor Zürra ve Tüccar Bankası (Bor, 1921). (Vedat Eldem, Harp ve Mütareke Yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomisi, Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara, 1994;210)
1922 yılındaki yabancı bankalar da şunlardı: İki Alman, üç Fransız, üç İngiliz, bir Amerikan, iki Avusturya, bir Macar, üç İtalyan, bir Yunan, bir Hollanda, bir Rus, bir Rumen bankası. Yunan bankası: Banque d’Athenes (İzmir, Mersin, Samsun ve Trabzon’da şubeleri vardı). İtalyan bankaları: Banco di Roma, Banca Italiana di Sconto, Banca Commerciale Italiana (Eldem,1994,s.212)
Ahmet Hamdi Başar, “1 Kasım 1922’de İstanbul’un fiilen Millî hükümetin eline geçmesinden evvel M.M.Teşkilâtı’nın temas murahhası olarak çalışırken”, 1922 yılında İstanbul ekonomisine, diğer bir deyişle, Osmanlı sermayedar sınıfının durumuna ilişkin gözlemlerini şöyle anlatıyordu:
“İthalat, ihracat ticaretinde, adet olarak, Türkler yüzde dördü, komisyonculukta yüzde üçü geçmiyordu. Liman işleri tamamen Türk olmayanların elindeydi. Hatta limanda iş görmek için mutlaka Rumca, ya İtalyanca yada Fransızca bilmek lâzımdı. Esham ve kambiyo borsasında mubayaacı, simsarların büyük çoğunluğu % 95’i Türk olmayanlardandı. Bankalar arasında yalnız iki küçük banka (İtibar-ı Millî Bankasiyle Adapazarı İslâm Ticaret Bankası) Türklerin elindeydi. Diğerlerinde muhaberat bile Fransızca olurdu. Sigorta şirketleri arasında bir tek Türk yoktu ve çalıştırdıkları arasında hademelikten yukarı çıkmış Türk’e de rastlanmazdı. Toptancılardan dahili işlerde çalışanlarının ancak % 15’ini Türk olarak tespit edebilmiştik. Yarı toptancı ve perakendecilerde bu nisbet biraz lehimize yükseliyor gözüküyordu. % 25 kadarı Türk’tü ama, bu oran sayılar üzerine kurulmuştu. Yarı toptancı ve perakendecilerin yaptıkları iş göz önüne alınırsa, Türklerin bu ticarette hissesi % 10’un bile altına düşebilirdi.
“İstanbul’da şehir hizmetleri (su, havagazı, elektrik, telefon, tramvay, tünel gibi) memlekette demiryolları, madenler, tütün inhisarı gibi büyük işler imtiyazlı ecnebi şirketlerin elindeydi. Bu şirketlerde müdür ve birinci sınıf memur olarak hiçbir Türk kullanılmazdı. Bu şirketlerin hükümetle hoş geçinmek üzere rüşvet kabilinden iltimaslı bazı Türkleri kullandıkları olurdu, ama bu adamlar Osmanlı Bankası’nda olduğu gibi, Mühimme Kalemi adı verilen bir odada işsiz güçsüz otururlar ve hatta oraya bile devam etme yükümlülüğü olmadan aydan aya gelir maaşlarını alır giderlerdi.
“Şirketlerde Türk olarak çalışanların en yüksek derecesi, diğerlerinin en düşük seviyesinin aşağısından başlardı. Meselâ tramvaylarda vatman, trenlerde kondüktörler arasında pek az Türke rastlanırdı. İşçilerin, hademelerin çoğu Türktü. İstanbul’da atlı tramvaylar zamanında atları süren Türk, tramvayda bilet kesen ise ya Rum ya da Ermeni olurdu.
“Beyoğlu yakasında bütün mağazalar, dükkanlar, lokantalar, eğlence yerleri ne varsa hemen hepsi Türk olmayanların elindeydi. Gençliğimde çok iyi hatırlarım, Beyoğlu’ndaki mağazalardan alış veriş ettiğimiz, lokantalarına veya eğlence yerlerine gittiğimiz vakit çok zaman Fransızca konuşurduk. Zaten Beyoğlu’na çıkmak Türkler için Avrupa’ya gitmek gibi bir şeydi. Beyoğlu’na gideceğimizden bir gün evvel hazırlığa başlardık. En yeni elbiselerimiz ütülenir; feslerimiz kalıplanır, en iyi kunduralarımız da boyanır, parlatılırdı.” (Ahmet Hamdi Başar, “Hatıralar: Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e – 1; Zaferden Sonra İstanbul’da Başlayan İktisadî Savaş,” Barış Dünyası Dergisi, No 54, Kasım 1966, s.53-54)
Diğer bir deyişle, 1922 yılında Türkiye Ekonomisinin en önemli parçasını oluşturan İstanbul’da, sermayedar sınıfın çok büyük bölümü yabancı uyrukluydu veya Osmanlı uyruklu gayrimüslimdi.
Türkiye Cumhuriyeti, 1908-1918 döneminde ciddi biçimde güç yitirmiş, 1919-1922 yıllarında gücünü bir parça toparlasa da, Kurtuluş Savaşı’nın zaferiyle şaşkına dönmüş ve iyice zayıflamış, sesini çıkarmaya bile gücü kalmamış bir sermayedar sınıf devraldı.
Dersaadet Ticaret ve Sanayi Odası’na 1923 yılında üye olan banker, tüccar ve komisyoncuların listesi incelendiğinde, üyelerin önemli bir bölümünün gayrimüslim sermayedarlardan oluştuğu görülmektedir. (Üye listesi için bkz. Zekeriya Kurşun (düzenleyen), Dersaadet/İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası’nda Kayıtlı Olan Banker, Tüccar ve Komisyoncuların İsimleri – 1923, İstanbul Ticaret Odası Yay.No.2008-20, İstanbul, 2008)
1928 yılına ilişkin Türkiye Salnamesi’ne göre, Edirne’de faaliyet gösteren 284 tüccar ve sanayicinin 135’i gayrimüslimdi. Gayrimüslimlerin hemen tamamı Yahudiydi. (Koraltürk,2011;201)
Cumhuriyet’in Kurtuluş Savaşı sonrasında Osmanlı’dan devraldığı sermayedar sınıfın durumu ana hatlarıyla böyleydi.
1927 Sanayi Sayımı sonuçlarına göre, Türkiye’de 602 erkek ve 40 kadın yabancı işveren vardı. Erkek işverenlerin sektörel dağılımı şöyleydi: Maden çıkarma (22), Tarım (196), Dokuma (109), Ağaç mamulleri sanayi (96), Kağıt ve karton sanayi (30), Maden sanayi (89), İnşaat (21), Kimya (18). Kadın yabancı patronların sektörel dağılımı da şöyleydi: Tarım (11), Dokuma (17), Maden sanayii (9). (DİE, Sanayi Sayımı 1927, Yay.No.584, Ankara, 1969;14)
Gündüz Ökçün’ün 1920-1930 Yılları Arasında Kurulan Türk Anonim Şirketlerinde Yabancı Sermaye araştırmasına göre, 1920-1930 döneminde Türkiye’de toplam 201 anonim şirket kuruldu. Bu anonim şirketlerin 66 tanesi yabancı sermayeli Türk Anonim Şirketi idi. (Gündüz Ökçün, 1920-1930 Yılları Arasında Kurulan Türk Anonim Şirketlerinde Yabancı Sermaye, A.Ü.S.B.F. Yay.No.324, Ankara, 1971;117)
Bu veriler 1923 sonrasında yabancı uyruklu sermayedarların ülkeden tümüyle ayrılmadığını ve hatta yeni şirketler aracılığıyla çalışmalarını sürdürdüklerini göstermektedir. Yabancı sermayedarların önemli bir bölümünün Türkiye’den ayrılmaları 1929 Buhranı sonrasında ve İkinci Dünya Savaşı sırasında gerçekleşti.
İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası tarafından 1935 yılında yayımlanan İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası’nda Kayıtlı Fevkalade, Birinci, İkinci ve Üçüncü Sınıf Ticari, Sınai, Mali Müesseseler kitabında yer alan önemli şirketlerin büyük bölümü hâlâ gayrimüslim sermayedarlara aitti. (Forum Dergisi, “1930’ların Önemli Firmaları, Ön Gelen Tüccar ve Sanayiciler,” Ekim 2000;70-73)
MİLLİ TÜRK TİCARET BİRLİĞİ
Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasının ardından, İstanbul’da Müslüman tüccarın bir dernek çatısı altında örgütlenmesi girişimleri Refet Paşa’nın 18 Ekim 1922 günü İstanbul’a gelmesi sonrasında başladı. Ahmet Hamdi (Başar) Bey’in önderliğindeki milliyetçi tüccarlar, 1 Aralık 1922 tarihinde Milli Türk Ticaret Birliği’ni kurdular.
Bu süreçte belirleyici bir rol üstlenen Ahmet Hamdi Başar, 1966 yılında yayımlanan anılarında, gelişmeleri şöyle anlatıyordu:
“1 Kasım 1922’de İstanbul’un fiilen Millî hükümetin eline geçmesinden evvel M.M.Teşkilâtının temas murahhası olarak çalışırken, teşkilâtımıza girmiş tüccarlar ve iş adamlariyle sıkı bir temas kurmuştum. Maksadım zafer olup İstanbul Millî hükümetin eline geçer geçmez, İstanbul’da Türk tüccarını bir araya toplayacak bir dernek kurmaktı. Önce maskelenmiş bir ön teşkilâtla çalışmaya karar verdik. Bu teşkilâtın adı Türkiye İktisadî İstihbarat ve Neşriyat merkezi idi. On kadar tüccarı biner lira ile ortak yaparak onbin lira sermayeli bir anonim şirket kurmuştum. Şirket 1922 yılı Haziran başında faaliyete geçti. Türk Ticaret Salnamesi adlı bir eser yayınlamak bahanesiyle İstanbul’un bütün yazıhanelerine adamlarımızı dolaştırmakta, ne kadar Türk-Müslüman tüccarı, ne kadar diğerleri olduğunu tesbit etmekteydi. İki üç aylık çalışmamız bize İstanbul piyasasının durumu hakkında eksiksiz denebilecek derecede mükemmel bir fikir verdi. (…)
“İstanbul bizim elimizde değilse Türkiye de olamazdı. (…) 30 Ağustos’ta Gazi’nin kazandığı meydan muharebesini, İstanbul’u millîleştirmek için açacağımız bir meydan muharebesiyle tamamlamazsak, millet olarak yaşayamazdık.
“Türk Ticaret Salnamesi’ni hazırlamak için yaptığımız çalışmalar bizdeki bu inancı büsbütün kuvvetlendirdi. Böylece iktisadî sahada İstanbul’da yapacağımız bir meydan muharebesinin hazırlıklarına azimle ve imanla başladık. Şunu da kaydedeyim ki, Salname işini biz İstanbul’daki gerçek durumu anlamak için bir vesile yapmış olmamıza rağmen, o zaman kullandığımız geniş kadro sayesinde elde ettiğimiz bilgileri değerlendirmeyi de ihmal etmedik. (…)
“İstanbul’da hazırlığını yaptığımız iktisadî meydan muharebesinde M.M. Teşkilatı’ndan da yararlanacaktık. (…)
“18 Ekim 1922’de Refet Paşa da Trakya fevkalâde Komiseri olarak mütareke antlaşması gereğince bir jandarma kıtasının başında İstanbul’a gelmişti. Onunla da konuşarak kuracağımız Milli Türk Ticaret Birliği hakkında kendisine bilgi verdik ve yardımlarını sağladık.
“1 Kasım’da Saltanatın ilgası ve İstanbul’un Millî idareye geçmesi üzerine artık Birliği kurmanın zamanı gelmişti. 1 Aralık Cuma günü altı aydan beri birlikte çalıştığımız arkadaşlarla Sultan Mahmut türbesi karşısında eski Hilâli Ahmer binasındaki Türkiye İktisat Mecmuası ve İktisadî İstihbarat ve Neşriyat Şirketi olarak kullandığımız büroda açık bir toplantı yaptık. (…) 18 kurucunun imzasiyle Derneğin o gün nizamnamesi ve beyannamesini hazırlayarak hükümete verdik ve hemen faaliyete başladık.
“Biz ısrarla ‘Türk’ ve ‘Millî’ kelimelerini kullanmakta idik. Bizim teşebbüsümüzden bir yıl kadar önce bir İslâm Tüccar Derneği kurulmuştu. Muvaffak olamadı. ‘Türk’ demeye cesaret edememişlerdi. Biz ‘Millî’ ve ‘Türk’ deyimlerini kendimize bayrak yapmıştık.” (Başar,1966;53-55)
Milli Türk Ticaret Birliği Nizamname-i Esasisi örgütün amacını şu şekilde tanımlıyordu:
“Madde 2. Birliğin Gayesi ve Maksadı Ber-vech-i âtidir:
“Türk tüccarının gerek ithalat ve gerek ihracat ticaretinde ve gerekse toptancı-nim toptancı şeklindeki tarz-ı ticarette hakim olmasını temin etmek;
“Türk tüccarının kendi aralarında ihtisaslarına göre konsorsiyumlar, tröstler gibi ticari birlikler tesisine çalışmak;
“İthalat ve ihracat ticaretinde bu birliklerin hükûmetin murakabe ve himayesi altında hakimiyetini temine uğraşmak;
“Memleketin ticari hayatına tesiri dokunacak hadisatı takib ve tedkik ederek muhtelif mesail-i iktisadiyede tüccarın ve memleketin menfaatını muvafık şekilde, hükûmete irae-i tarikde bulunmak;
“Türk ticaret alemi ve Türk firmalarına garba tanıtmak ve garbın iktisadi, mali ve ticari hareketlerinden Türk ticaret erbabını süratle haberdar etmek;
“Memleketin tabii servetleriyle meşgul olan ecnebi sermayedarlarına irae-i tarik ederek memleketin kanunlarına muvafık olarak teşkil edilecek şirketlerde Türkler lehine rey kazanmak ve hakim olmak üzere iştiraklerine sarf-ı mesai etmek;
“Türk ticaret erbabı arasında milli ve mesleki ihtilafın numunesiyle buna muhalif olan bilumum hareketlerde hakem sıfatıyla harekete gelmek;
“Türk ticaret erbabı arasında tesanüdü temin ve tüccarın bedii ve mesleki ihtiyaçlarını tatmin etmek;
“Tüccarın kitle halinde faaliyetine mucib olan her hadisede Türk tüccarını temsil eylemek.” (Murat Koraltürk, Türkiye’de Ticaret ve Sanayi Odalarının Tarihsel Gelişimi, 1880-1952, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, yayımlanmamış doktora tezi, İstanbul, 1999, s.264-265)
“Madde 12. Gerek birlik azasının ‘kulüp’ ihtiyaçlarını tatmin etmek ve gerek Türkiye’ye gelen ecnebi tacir ve sermayedarlarla tüccarımız arasında bir temas mahalli olmak itibariyle bir ‘ticaret kulübü’ tesis edilir.” (Koraltürk,1999;269)
TÜRKİYE İKTİSAT KONGRESİ’NDE MİLLİ TÜRK TİCARET BİRLİĞİ’NİN ÇALIŞMALARI
Milli Türk Ticaret Birliği 1922 yılı sonları ve 1923 yılı başlarında “Ticaret-i Hariciye Kongresi” toplama kararı aldı. Ancak İktisat Vekili Mahmut Esat Bey’in Milli Türk Ticaret Birliği’ne yazdığı yazıda, İzmir’de Türkiye İktisat Kongresi’nin toplanacağı ve Milli Türk Ticaret Birliği’nin kongre kararının üç ay ertelenmesi ve örgütün İzmir’deki İktisat Kongresi’ne katılması önerildi. Milli Türk Ticaret birliği de bu talebe uygun davranarak, Türkiye İktisat Kongresi için ciddi bir çalışma içine girdi. (A.Gündüz Ökçün, Türkiye İktisat Kongresi 1923, İzmir, Haberler-Belgeler-Yorumlar, Ankara Üniversitesi SBF Yay., Ankara, 1968;85-86)
Milli Türk Ticaret Birliği’nin Türkiye İktisat Kongresi’ne ilişkin çalışmaların başlıkları, Prof.Dr.Gündüz Ökçün’ün kitabında şu şekilde yer almaktadır:
Hazırlık toplantılarına ilişkin haberler (Ökçün,1968;86-89)
1923 Türkiye İktisat Kongresi münasebetiyle Milli Türk Ticaret Birliği’ne gelen raporlar (Ökçün,1968;90-114)
(a) Tütün Rejisi ve mazarratları (Celal Derviş)
(b) İstanbul Ticaret Odası hakkında rapor
(c) İtibar-ı Millî Bankası raporu
(ç) Hilmi Naili Bey’in raporu
(d) Şamlı Emin Bey’in raporu
(e) Raşit Bey’in raporu
(f) İstanbul Umum Amele Birliği raporu
(g) Ticaret Mekteb-i Âlisi’nin raporu
(h) Sefer Fevzi Bey’in Raporu
Milli Türk Ticaret Birliği hazırlık toplantıları tutanağı (Ökçün,1968;114-142)
Milli Türk Ticaret Birliği’nin Türkiye İktisat Kongresi Başkanlığına sunduğu rapor (Ökçün,1968;142-157)
İstanbul Sanayicilerinin çalışmaları (Ökçün,1968;157)
Ticaret Grubu Reisi Alâiyelizade Mahmut Bey’in kapanış konuşması (Ökçün,1968;326)
1923 Türkiye İktisat Kongresi’nin sonuçları hakkında Milli Türk Ticaret Birliği’nde yapılan toplantı (Ökçün,1968;374-375)
1923 senesi hadisat-ı iktisadiyesine umumi bir nazar – İktisat Kongresi ve bunun netayici (Ahmet Hamdi Başar) (Ökçün,1968;376-381)
İSTANBUL TİCARET ODASI’NİN MİLLİLEŞTİRİLMESİ
Milli Türk Ticaret Birliği, İktisat Vekaleti’ne sunduğu bir değerlendirmede, İstanbul’daki Ticaret Odası’nı aşağıdaki biçimde eleştirdi:
“İstanbul Ticaret Odası kendisinden matlup ve muntazır olan vezaifin hiç birisini ifa edememekte ve görünüşe nazaran şekl-i hazırıyla ifa iktidarından da mahrum bulunmaktadır. (…)
“Türkiye’nin en mühim merkez-i ticareti olan İstanbul’da Ticaret Odası’nın yapmak mecburiyetinde olduğu birçok işler vardır ki bunların hiçbir suretle temin edilememesi ticaret ve iktisat aleminde büyük bir boşluk tevlit etmekte, bu boşluğu doldurmak ihtiyacı Milli Türk Ticaret Birliği’nin, Ticaret Odası tarafından suret-i resmiyede temin edilmek icabeden bazı vezaif ile de uğraşmasını ve bu hal Ticaret Birliğinin mesaisinin inkısamını mucip olmaktadır.
“Ticaret Odası’nın yalnız bugünkü değil, senelerden beri olan tarz-ı faaliyeti tetkik edilirse görülür ki:
“(1) Ticaret Odası faal değildir.
“(2) Ticaret Odası milli değildir. Bil’akis gayr-i milli olması için sui kasta maruzdur.
“(3) Ticaret Odası harice karşı asgari itibar ve emniyetten mahrumdur.
“(1) Ticaret Odasının faal olmaması;
“Bu Oda’da tüccarın veya Türk ticaret aleminin ve memleketin menfaatına muvafık hiçbir müsbet faaliyet yoktur. Odanın birkaç senelik faaliyet bilançosu talep buyrularak ettik edilirse şimdiye kadar Oda’nın müsbet hiç bir şey yapmağa muvaffak olmadığı görülür;
“(a) En müşkül zamanlarda en hayati mesail mevzuubahis olduğu zaman Oda cali bir surette olsun harekete gelememiştir.
“(b) Oda, İstanbul’un ticaret piyasasına yakın olmasına rağmen en basit piyasa hadisatı hakkında bile malumata malik değildir.
“(c) Oda’nın Türkiye ve cihan hadisat ve vekayi-i iktisadiyesine kulağını tıkayan bir cahil-i muannid olduğu en ufak bir tecrübe ile de anlaşılır: Bilfarz İstanbul Ticaret Odası’nda memleketimizde münteşir iktisadi ve ticari kanunlardan en basitleri ve en meşhurları ile toplanmış değildir.
“(ç) Oda, İstanbul tüccarı hakkında laalettayin herhangi bir tüccardan fazla malumata malik olamamıştır.
“(d) Oda kendisinde ecnebi ticaret odaları ve müessesat-ı resmiye tarafından vukuluban suallerin hiç birisine vaktiyle ve etrafı ile cevap verememiştir.
“(e) Oda’nın hiçbir neşriyatı yoktur. Ticaret Odası namına gayri muntazam ve çok fena bir şekilde bir mecmuanın intişar etmemesinin daha faydalı olduğu müstağni-i arz ve izahtır.
“(f) Bu gibi basit vezaifi ifa edemeyen bir Ticaret Odasının ticaret ve hububat borsaları tesis etmek, beynelmilel ticaret odaları ile münasebat-ı hasenede bulunmak, mesail-i iktisadiye ve ticariye hakkında kongreler akdine vesatet etmek gibi bir çok vezaif-i mühimmeyi derhatır bile etmemiş olması mucib-i hayret olmamalıdır.” (…)
“(2) Ticaret odasının milli olmaması ve suikasde maruz bulunması:
“Görünüşe ve hadisata nazaran Ticaret Odası milli Türk ticaretinin inkişafı hususunda lazım gelen vazife-i temsil ve faaliyeti kavrayamaması kendisinin ‘milli’ olmadığı ve bil’akis menfi temsil ve faaliyette bulunması Türk ticareti aleyhine mürettep bir ‘suikasd’a maruz bulunduğu ihtimalini herkese hatırlatmaktadır. (…)
“(3) Ticaret Odası’nın harice karşı asgari itibar ve emniyetten mahrum olduğu:
“Ticaret Odası’nın mahiyet-i hakikiyesini bizden daha evvel tanımış olan ecnebi müessesat-ı iktisadiye ve ticariyesi İstanbul Ticaret Odası’na asgari derecede bile bir itibar ve emniyet gösteremiyorlar. Binaenaleyh Oda’dan sorulması lazım gelen ve Türk tüccarının hayati mesailiyle alakadar olan nukat ve tahkikatı doğrudan doğruya karşılarında şayan-ı itimat bir Ticaret Odası (bulunmadığı) için bir takım Rum ve Ermeni istihbarat müesseselerinin bir çoğu ‘şantaj’ yapan veyahut Türk tüccarı hakkında kasden yanlış malumat veren cinsten olduğu için verilen garazkarane malumat ile Türk tüccarı daima lekeleniyor ve Garp alem-i ticaretinde Türkler arasında itibarlı, sözüne sadık, işe vakıf, tüccar bulunmadığı kanaatının yerleşmesi ve tamimi diğer esbap ile beraber aynı zamanda bu sebepten neş’et ediyor.” (…)
“Netice.
“İstanbul Ticaret Odası’nın ıslah ve takviyesi yukarıda da arzettiğimiz veçhile bir emr-i zaruri ve bunun şimdiden istihsali yeniden intihabat icrasına mütevakkıf olduğundan (Milli Türk Ticaret Birliği) Heyet-i İdaresi bu noktaların sür’at-i mümküne ile nazar-ı dikkate alınması lüzumuna kaildir. Ancak yukarıda da arzedildiği veçhile Oda’nın bilhakkın faal ve milliyetperver ve asri terakkiyata vakıf tüccar eline geçmesi için intihabattan evvel tüccar arasında teşebbüsat-ı muktaziyenin ifası zaruri görülmekte ve bunun için ise (Milli Türk Ticaret Birliği) vazifesini ifa edeceğine kani bulunmaktadır.”
(A.Gündüz Ökçün, Türkiye İktisat Kongresi 1923, İzmir, Haberler-Belgeler-Yorumlar, Ankara Üniversitesi SBF Yay., Ankara, 1968, s.94-100)
İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası’nda idare meclisi seçimleri, İktisat Vekaleti’nin talimatı üzerine, 1-2 Ağustos 1923 günleri gerçekleştirildi. Odanın yönetim kurulu başkanlığına Milli Türk Ticaret Birliği başkanı da olan Kavalalı İbrahim Paşazade Hüseyin Bey seçildi.
Bu süreçte belirleyici bir rol üstlenmiş olan Ahmet Hamdi (Başar) 1967 yılında yayımlanan anılarında İstanbul Ticaret Odası’nda gerçekleştirilen değişimi şöyle anlatıyordu:
“Yıl 1923. 4 Mart’ta İzmir İktisat Kongresi’ni bitirmiş ve İstanbul’a dönmüşüz. Milli Türk Ticaret Birliği gibi şatafatlı bir ad altında varlığımızı kat kat aşan gösterişimizle bir gerilla harbi açmışız; Türk tüccarının hürriyet ve kurtuluş savaşını yapıyoruz. (…) İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası, Mütareke senelerinde büsbütün yabancılaşmış ve bir sömürge Odası halini almıştı. Başkâtibi Zaven Efendi adında bir Ermeni; muhaberat bile Fransızca. (…)
“Biz İstanbul’un millileşmesi için açtığımız gerilla harbinde ilk hedef olarak Ticaret ve Sanayi Odası’nı almıştık. Zaferden sonra kaçmaya başlamış Rumlar ve bazı diğer azınlıkların tüccarı, komisyoncuları ve fabrika mümessillerinin yerlerine Türkleri yerleştirmek başlıca gayemizdi. Oda elimizde olursa çalışmalarını bu gayeye yöneltecekti. Sonra yepyeni bir Türkiye kuruluyordu. Son derece önemli ve karışık ekonomik meselelerin çözümlenmesi gerekiyordu. Ankara’da hükümet hem başka işlerle meşguldü ve hem de ekonomik merkez olan İstanbul’da değildi. İktisadın kan damarları İstanbul’dan geçiyor ve bu bakımdan memleketin kalbi burada atıyordu. Eğer Oda millileşir ve örgütleri kuvvetlenirse iktisadi konularda yeni hükümetin müşavirliğini üzerine alabilirdi. Nihayet Türkiye’de bir millî burjuva sınıfının teşekkül etmesi, iktisada el koyması, bağımsız bir millet halinde yaşayabilmesinin başlıca şartı idi. Ne bileyim. Oda’dan biz her şeyi bekliyor ve ona birçok ümitler bağlamış bulunuyorduk.
“Milli Türk Ticaret Birliği’nin kuruluşu zamanlarından başlayarak Oda’nın millîleşmesi için durmadan çalıştık. Oda Meclisi’ni feshettirip yeniden seçim yaptırmak ve Birliğe kayıtlı Türklerden bir Meclis kurma çabamız bir seneden fazla sürdü. (…)
“İstanbul Ticaret Odası, iktisadî sahada millîleşme hareketinin bir karargâhı haline gelmişti. Bütün gücümü oraya harcıyordum. Bu da benim aptallık tarafım: Bu yüzden Milli Türk Ticaret Birliği’ni ihmal etti; Kâtibi Umumîliği bıraktım. Bir süre Hüsnü (Yaman) Bey, sonra da Salâhattin Nevzat (Pınar) bu vazifeyi üzerlerine aldılar. Şöyle böyle birkaç sene yaşadı. 1925’te İstanbul Liman Şirketi umum Müdürü olmamdan sonra da kapandı gitti.” (Ahmet Hamdi Başar, “Hatıralar: Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e – I, İstanbul Ticaret Odası Nasıl Millileşti?” Barış Dünyası Dergisi, No.57, Şubat 1967, s.55-64)
Ancak 1923 yılından sonra Milli Türk Ticaret Birliği’nin etkisi azaldı. Kuruluşun etkisinin azalmasında, Kurtuluş Savaşı yıllarında İstanbul tüccarlarının Anadolu’daki mücadeleye gereken desteği vermemiş olması ve ayrıca 1923 sonrasında devletin ekonomiyi yönlendirme anlayışının hakim olması rol oynamış olabilir. Ahmet Hamdi Başar’ın bu anısında, 1924 yılında Reji’nin tütün konusundaki tekelinin tartışıldığı dönemde, Reji’nin yetkilerinin Türk tütün tüccarlarına verilmesi için yaptığı çalışmalar da anlatılmaktadır. Bu girişim kabul edilmedi ve bir süre sonra da Tekel adını alacak olan kamu mülkiyetine geçildi.
Milli Türk Ticaret Birliği’nin etkisinin azalmasında, Ahmet Hamdi Bey ve arkadaşlarının İttihatçılar’ın Maliye Bakanı Cavit Bey ile iyi ilişkileri de etkili olmuş olabilir. “1924’ün başında Ticaret Odası’nda, İstanbul İktisat Komisyonu adiyle bir komisyon kurduk. Başkan eski Maliye Nazırı (Bakan) meşhur Cavit Bey’di.” (Ahmet Hamdi Başar, Hatıralar: Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e, İstanbul İktisat Kongresi ve Anadolu-Bağdat Demiryolları,” Barış Dünyası Dergisi, Mart 1967, No.58, s.51)