TİSK’İN 12 EYLÜL DARBESİ ÖNCESİNDEKİ 13. GENEL KURULU
Türkiye’de 1975-1980 ve özellikle 1978-1980 döneminde artan ekonomik sorunlar, siyasi kargaşa ve siyasi cinayetler ortamında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bir darbeye doğru gitmekte olduğu tahmin edilebiliyordu.
TEKGIDA-İŞ SENDİKA AKADEMİSİ
5 Ocak 1978 – 12 Kasım 1979 tarihleri arasında III.Ecevit Hükümeti yönetimdeydi. VI.Demirel Hükümeti 12 Kasım 1979 – 12 Eylül 1980 tarihleri arasında görev yaptı.
TİSK’in 13. Genel Kurulu bu koşullar altında 1980 yılı Nisan ayında toplandı.
TİSK Genel Sekreteri Rafet İbrahimoğlu TİSK’in 13. olağan genel kurulu öncesinde yaptığı açıklamada, sendikaların denetlenmesi şu şekilde istedi:
“Ülkemizde bütün dernekler ve müesseseler hükümetlerin ciddi denetimlerine tabi olduğu halde, işçi sendikaları nedense bugüne kadar böyle bir denetimin dışında bırakılmışlardır. İç denetim ise tam olarak sağlanamadığından bugünkü Türkiye’de işçi sendikalarının gerek idari gerek mali yönden denetlenmediği söylenebilecektir.” (Cumhuriyet, 9.4.1980)
“İbrahimoğlu, birçok sendikanın gerekli idari denetimin bulunmamasının verdiği rahatlık içinde yasa dışı olaylarda tahrikçilik ve teşvikçilik yaptığının birçok kez kanıtlandığını da” savundu. (Milliyet, 9.4.1980)
TİSK Başkanı Halit Narin de, TİSK’in 13. Genel Kurulu’nu açış konuşmasında şunları söyledi:
“Bugün Türkiye’de işçi kuruluşları kadar serbest hareket eden müesseseler bulmak mümkün değildir. İşçi sendikalarının kendi genel kurullarında yapılan murakabe de, bilinen çeşitli nedenler ve baskılar yüzünden, etkisiz kalmaktadır. Sendika mali kaynaklarının gerçekten hangi amaçlara hizmet ettiği ve nerelere tahsis olunduğu tahmin edilmekle beraber, hiçbir şekilde açıkça tespit edilememektedir. Bu itibarla, demokratik çerçeve içinde, işçi sendikalarını idari ve mali yönden denetimi şarttır.” (Milliyet, 11.4.1980)
“Açış konuşmasını yapan Halit Narin, Türkiye’de her gün yaygınlaşan ideolojik sendikacılık anlayışının hedef olarak işverenleri seçtiğini, toplu iş sözleşmelerinde işçilerin hak ve menfaatleri yerine sendikaların ve sendikacıların taleplerinin önde geldiğini belirterek, ‘bir kısım sendikaların siyasi partilerle olan organik bağlantıları sendikal çekişmeyi normal hudutlarının üstüne çıkarmakta, toplu iş sözleşmeleri iş yerlerinde barışı değil kavganın aracı haline gelmektedir,’ demiştir.” (Cumhuriyet, 11.4.1980)
TİSK’in 13. Olağan Genel Kurulu’na sunulan Çalışma Raporu’nda ülkedeki gelişmeler aşağıdaki biçimde değerlendiriliyordu:
“Bugün ülkemizde anarşi, devlet otoritesine meydan okuyan, kurulmuş düzene başkaldıran ve onu yıkmaktan başka bir amaç gütmeyen boyutlara ulaşmıştır. Anarşinin temel kaynağı ekonomik ve sosyal nedenler değildir. Anarşi özellikle ideolojik amaçlara dayanmakta ve dış kaynaklardan desteklenmektedir.
“Türkiye’de anarşi ve terör her şeyden önce Hür Parlamenter Demokratik Rejime dönük bir yıpratma politikası izlemektedir. Bu yıkıcılık ve bölücülük hareketlerinin kaynağı bazan aşırı sol, bazan aşırı sağ olarak yorumlanmaktadır. Oysa menşei ne olursa olsun anarşinin hedefi Türk Vatan ve Milletinin bütünlüğünü bölmek ve devlet düzenini yıkmaktır. (…)
“İşte Konfederasyonumuz ülkemizin bu temel problemine çözüm getirmek için her kurum, her kuruluş, hatta her ferde milli bir görev düştüğüne inanmaktadır. Anarşinin tamamen ortadan kaldırılabilmesi için önce siyasi istikrarın sağlanmasını zorunlu görmekteyiz. Siyasi istikrar, iki büyük siyasi partinin ölçülü, saygılı ve anlayışlı bir diyaloğu kurup yürütmesiyle de sağlanabilir. Bugün Türk Siyasi hayatı maalesef böyle bir anlayıştan yoksun bulunmaktadır.” (TİSK’in 13. Olağan Genel Kurulu Çalışma Raporu, Ankara, Nisan 1980, Yay.No.54, Ankara, 1980;7)
“Atatürkçülük İnancına İhtiyaç:
“Bugün toplumumuz Atatürkçülük idealizmine her zamankinden daha fazla muhtaçtır. (…)
“Konfederasyonumuza göre Atatürkçülük ve Atatürk inançlarına bağlılık önümüzdeki yılların temel prensibi olmalıdır. Siyasi iktidarlar bu ilkelerin inançlı birer sahibi, kamu kuruluşları şaşmaz birer uygulayıcısı olmak durumundadır. Aksi halde, ülkemizi gelecekte daha güç şartlar bekleyecektir.” (s.8)
“Toplumsal ve Siyasal Huzursuzluk:
“Toplum bugün Anayasanın tanıdığı pek çok hakları kullanamaz hale gelmiştir. Can ve mal güvenliği ortadan kalkmış, terör, toplumun her kesimini büyük ölçüde tedirgin etmiştir.
“Toplumsal huzursuzluk öncelikle ve özellikle ve büyük ölçüde iş hayatına yansımış, üretim durmuş, işyerleri çalışamaz duruma gelmiştir. Kanunsuz olay ve direnişler ve yasa dışı grevlerle hemen her gün karşılaşılmıştır. Toplumun diğer kesimleri de bu huzursuzluğun izlerini taşımaktadır. (…)
“Anarşi ve terör kıyım noktasına vararak acımasız bir tutumla siyasi parti mensuplarından kurbanlar almış, ayrıca bu cinayetler üniversite mensupları, basın temsilcileri, adalet görevlileri gibi kişilerin de katledilmesine kadar götürülmüştür.
“Bu kanlı olaylar devlet otoritesinde çok büyük bir boşluğunda doğmasına sebep olmuş, anarşik hareketler karşısında devletin, hükümetin ve yasal kuruluşların, beklenen dinamizmi tam anlamı ile gösteremediği izlenmiştir.” (TİSK,1980;8-9)
Çalışma Raporu’nda 1978-1979 yıllarındaki CHP Hükümeti dönemi aşağıdaki biçimde eleştiriliyordu:
“Geçen dönem ve özellikle 1978-1979 yılları Türk ekonomisi ve sosyal hayatı bakımından gerçekten güç bir devre olmuştur. (…)
“Devletçilik zihniyeti, madenlerin devletleştirilmesi ile başlamış, temel malların yanında bir kısım tüketim mallarının bile üretimi ve dağıtımı mahalli idareler yahut söz kooperatiflerce yürütülmek istenmiştir. Bazı Bakanlıklar tarafından Batı dünyasında dahi yararından ziyade zararı tartışılan ‘yönetime katılma’ konusunda Türkiye için en katı modeller hazırlanmış, hatta Marksist ideoloji ürünü olduğunda hiç şüphe bulunmayan ‘özyönetim’ sistemi kamuoyuna açıkça tavsiye edilmiştir. Türk Hür Teşebbüsü üzerinde Demokles’in Kılıcı gibi tutulan bu niyet ve davranışlar yanında, iş teminatı mülahazası ile İş Kanunu hakkında fevkalade kısıtlayıcı tasarılar oluşturulmuş, devlet sektöründe eşine rastlanmayan biçimde katı, hatta kasıtlı işçi sağlığı, iş güvenliği teftişleri bahanesi ile en modern özel sektör işyerleri kapatılmış, Hür Teşebbüse sonradan asılsızlığı belgelerle ispat edilen sözde stokçuluk iddiaları yöneltilmiştir. Bankalarda toplanan kaynakların ve çeşitli fonların büyük ölçüde kamu sektörüne aktarılması, hatta devletin canlı hayvan ihracatını bile tekeline alma çabası ekonomik dengeleri bozan ve büyük zararlar yaratan başlıca uygulamalar olmuştur.” (TİSK,1980;9)
1980 yılı Nisan ayına kadar yaşanan olaylar da Çalışma Raporu’nda ele alınmıştı:
“Çalışma hayatımızda yasa dışı olaylar ve direnişler adeta olağan hadiseler haline gelmiştir. Özellikle sol eğilimli sendikalar ve kuruluşlar her fırsatta üye işçilerini yasa dışı direnişe teşvik etme alışkanlığına kapılmışlardır.
“Esasen kaynayan toplumumuz anarşi ve terörün etkisi ile her gün daha fazla huzursuz olurken bir de işyerlerinde kanunsuz olaylar yaratılması sorumlu sendikacılık anlayışının kabul edeceği bir uygulama değildir. Her patlayan bomba işyerlerinde üretimin durdurulması için bir baskı aracı olarak istismar edilmektedir. Toplantı ve gösteri yürüyüşleri de çok kere kötüye kullanılmaktadır.” (TİSK,1980;11)
“Sanayi işletmelerindeki yasa dışı olaylar o noktaya erişmiştir ki, geride bıraktığımız dönemde işçi sendikalarının içinde veya dışındaki militanlar tarafından bizzat işverenin veya işletme yöneticilerinin şahıslarına baskı ve tehditler yöneltilmiş, bunun yanında işyerleri, üretim veya tevzi araçlarının tahribine kadar gidilmiştir.
“Bütün bu tutum ve uygulamalar göstermektedir ki yasa dışı olaylara işçileri sevk eden kuruluşlar otoriteye saygısızlığın örgütlü bir örneğini vermektedirler. Bu nevi davranışlarda ilk amaç üretimin azaltılması, ikinci amaç işçilerin sokağa dökülmesi için ideolojik provaların tekrarlanmasıdır.” (TİSK,1980;12)
TİSK bu yıllarda kamu sektörü işyerleri ile özel sektör işyerlerinin aynı sendikal yapı içinde yer almasını talep ediyordu:
“Konfederasyonumuzun inancına göre ülkemizin benimsediği karma ekonomi prensibine paralel bir şekilde, özel ve kamu kesimi birlikte teşkilatlanmalıdır. Çalışma hayatında denge ancak bu şekilde sağlanabilecektir.
“Bu anlayışla Konfederasyonumuz kamu kuruluşları ile özel kuruluşların sosyal politikada birlikte ve koordinasyon içinde hareket edebilmeleri için tek çatı altında toplanmalarını zorunlu görmektedir. Bu zorunlulukta siyasi iktidarlardan beklediğimiz, yalnızca birlikte teşkilatlanma hak ve hürriyetine müdahale etmemeleridir.” (TİSK,1980;13)
Çalışma Raporu’nda işçi sendikalarının denetlenmesi ve sendika aidatlarının işveren tarafından kesilmesi konusunda da aşağıdaki değerlendirmeler yer alıyordu:
“Ülkemizde bütün dernekler ve müesseseler Hükümetlerin ciddi denetimlerine tabi olduğu halde, işçi sendikaları nedense bugüne kadar böyle bir denetimin dışında bırakılmışlardır. İç denetim ise tam olarak sağlanamadığından, bugün Türkiye’de işçi sendikalarının gerek idari, gerek mali yönden denetlenmediği söylenebilecektir. (…) Birçok sendikanın gerekli idari denetimin bulunmamasının verdiği rahatlık içinde yasa dışı hadiselerde tahrikçilik ve teşvikçilik yaptığı defalarca yargı organları önünde kanıtlanmıştır. Bütün bu nedenlerle sendikaların uluslararası kurallara uygun ve demokratik ilkelere aykırı olmayacak biçimde idari ve mali yönden periyodik ve ciddi bir dış denetime tabi tutulmasını zorunlu görmekteyiz.” (TİSK,1980;28)
“Bugün ülkemizde, sendikacılığın ulaştığı ekonomik ve sosyal aşama göz önünde bulundurulacak olursa, bu sistemin yasal bir mecburiyet olmaktan çıkarılması zamanının geldiği kolaylıkla söylenebilir. Bunu sağlamak için en isabetli yol aidatın kesilmesinde işçinin rızasının alınması sistemini benimseyen ülkelerdeki uygulamaya paralel şekilde yasa değişikliğine gidilmesi olacaktır. (…)
“Üyelik aidatının bir tavanla sınırlandırılması fikri benimsenmelidir. Getirilecek bu tavanla, üyelerin sendikalarına ödeyecekleri aidat miktarı ayda yasal asgari ücretin bir günlük tutarını aşmamalıdır. Böylece sendikalar ana tüzüklerine koyacakları hükümlerle işçilerin istismarına yol açan bir şekilde aidat miktarını tespit edemeyeceklerdir. Etseler dahi yasal asgari ücretin üstünde kalan kısım hüküm ifade etmeyecektir.
“Üyelik aidatı ile dayanışma aidatının işverence kesilerek sendikaya verilebilmesi için işçinin yazılı muvafakatinin bulunması şartı aranmalıdır. (…)
“Federasyon ve konfederasyon gibi üst sendikal kuruluşlar check-off dışında tutulmalıdır.” (TİSK,1980;29-30)
TİSK’in grevlere ilişkin değerlendirmesi ve grev hakkı konusundaki talepleri de Çalışma Raporu’nda yer alıyordu:
“Grevler makul olmayan gerekçelerle uzatılıyor ve vatandaşların piyasadan daha pahalı şekilde mal ve hizmet satın almasına yol açıyorsa bu grevin meşru çizgiyi geçtiğini kabul etmek gerekmektedir. (…)
“Belli ve makul süreyi aşan grevlerin amacını aşan grevler olduğu kabul edilmeli ve bu makul sürenin sonunda eğer grevler devam ediyorsa bunun bir hakkın suistimali olduğu görüşünden hareket edilerek durdurulması, hakkaniyete uygun düşecektir. Durdurulan grevler tarafsız bir organın kararı ile çözümlenerek topluma zarar verici niteliğinin ortadan kaldırılması imkân dahilindedir.” (TİSK,190;31)
TİSK’in Çalışma Raporu’nda çalışma mevzuatında değişiklik yapılması da talep ediliyordu:
“İşçilerin aynı anda tek sendikaya üye olabilme esası getirilmelidir.” (TİSK,1980;32)
“Sendika enflasyonunu önleyecek yasal tedbirler alınmalıdır.” (TİSK,1980;32)
“İşveren sendikalarına ödenen aidatın gider olarak yazılacağı açıkça kabul edilmelidir.” (TİSK,1980;33)
“Tek sözleşme sistemi benimsenmelidir.” (TİSK,1980;34)
“Kanunsuz grevlerin ve diğer yasa dışı davranışların müeyyideleri artırılmalıdır.” (TİSK,1980;34)
“Greve çıkan işçilerin ücretleri mensup oldukları sendikalarca ödenmelidir.” (TİSK,1980;35)
“Yetki ihtilafları tarafsız bir tutumla ve süratle çözümlenmelidir.” (TİSK,1980;35)
TİSK Başkanı Halit Narin, TİSK’in 13. Olağan Genel Kurulu’nun açılışında yaptığı konuşmada Türkiye’deki gelişmeleri değerlendirdi:
“İstiklal marşımız yerine komünist enternasyonali söylemeye yeltenen bu hainler bilmelidir ki, asırlar boyunca dışta ve içte karşılaştığı bütün düşmanlarını er geç dize getiren bu soylu Devlet ve Millet, bugünün anarşistlerini de eninde sonunda kesinlikle ezecek ve mutlaka yok edecektir.
“Aynı sarsılmaz inanç ve azimle, Türkiye’miz önündeki bütün ekonomik müşkülleri de aşacak ve Türk Milleti mutlaka layık olduğu yüksek refah seviyesine ulaşacaktır. Ülke kalkınmasının vazgeçilmez sürükleyici gücü olan Türk Hür Teşebbüsü bu alanda da kendisine düşen tarihi görevi eksiksiz yerine getirecektir.” (TİSK’in 13. Olağan Genel Kurul Tutanakları, Ankara, Nisan 1980, TİSK Yay.No.57, Ankara, 1980; 7)
“Konfederasyon olarak inanmaktayız ki, anarşinin tamamen ortadan kaldırılabilmesi için önce siyasi istikrara ihtiyacımız vardır. Siyasi istikrar gerçekleştiği takdirde ekonomik istikrar ve sosyal barış çok daha kolaylıkla sağlanabilecektir. (TİSK,1980;8)
“Geride bıraktığımız 1978-1979 yılları içinde Türkiye gibi çok zengin ekonomik potansiyele sahip bir ülkede kalkınmanın durması hatta gerilemesi, işsizliğin artması, üretimin düşmesi, yeni yatırımların yapılamaması, enflasyonun Cumhuriyet tarihinde görülmemiş boyutlara ulaşması, piyasada darlıkların ve yoklukların hâkim olması acı ve çok düşündürücü gerçekler olmuştur.
“Bu olumsuz ekonomik noktaya varılmasında döviz darboğazı ve enerji yetersizliği gibi kaçınılmaz faktörler kadar, bu yıllarda uygulanan hatalı ekonomi politikasının da büyük etkisi olmuştur. Son iki yıl zarfında sosyalist karakteri ağır basan bir kalkınma planı hazırlanmış, Hür Teşebbüs ve onun yaratıcı gücü bir kenara itilmiştir. Yıllık zararları milyarlara ulaşan KİT’lerin durumu ortada iken, devletçilik zihniyeti madenlerden erzak dağıtımına kadar uzanan alanlarda uygulamaya konulmuştur. Cumhuriyet dönemimizde 50 yılda gerçekleştirilen emisyon hacmi 77 milyar olduğu halde bu rakam 20 ay gibi bir süre içinde 100 milyar artırılarak 177 milyara çıkarılmıştır. Bu emisyonun bir de yeni yatırımlar yerine kamu sektörü cari harcamalarına tahsis edilmesi hızlı enflasyonun başlıca nedenlerinden biri olmuştur. Bütün bu sakıncalı uygulamaların yanında sık sık karşılaşılan yasa dışı grevler ve direnişler üretimin daha da düşmesine ve mal darlığına yol açmıştır.
“İşte bu yanlış ekonomik politika Milletimizi 14 Ekim seçimlerine kadar getirmiş ve bir ara seçim olmasına rağmen toplumumuz, siyasi olduğu kadar ekonomik tercihini de ortaya koymak fırsatını bulmuştur.
“Milletimiz bu seçimlerde Hürriyet içinde kalkınmayı benimsediğini bir kere daha ve kesinlikle ilan etmiştir.
“Bu seçimler göstermiştir ki, bozulan ekonomik dengelerin ıslahı için her şeyden önce iyiniyetli, saplantısız ve rasyonel ekonomi politikalarının uygulanması şarttır. Özenti bir sosyalizm önyargısı veya devletçilikten başka bir zihniyeti tanımayan kısır görüşler değil, hür demokratik, parlamenter ülkelere has kalkınma model ve metotları Türkiye’miz için en uygun ekonomik çıkış yolu olacaktır.” (TİSK,1980;8-9)
“İşçi sendikaları da toplu sözleşmelerde adeta daha az çalışmak ve üretimi artırmamak gibi bir tutum içindedir. Seyyanen talep edilen ücret zamları üretimi hiçbir şekilde teşvik edici olmamaktadır. Toplu sözleşmeler çalışma kurallarıyla değil, işçilerin izin haklarıyla doldurulmak istenmektedir. Buna KİT’lerin her yıl artan zararlarını ve düşen verimini de eklediğimiz takdirde ülkemizde üretim sorununun ne ölçüde karşımıza çıktığı daha kolay anlaşılacaktır. (…) Gerekirse iç tüketimden fedakârlık pahasına ihracat yapılması yoluna gidilmelidir. (…) Bu amaçla yeni yatırımların ve mevcut işletmelerin ihracata yöneltilmesi için yapılan yeni düzenlemelere devam edilmeli, ihracatı güçleştiren idari formalitelerin ortadan kaldırılmasına çalışılmalıdır.” (TİSK,1980;9)
“Genel Kurulumuzun Sayın Delegeleri,
“Ekonomik konular üzerinde işaret etmek istediğim son husus kısa bir süre önce para-kredi politikası başta olmak üzere ilan edilen ekonomik tedbirlerdir. Hiç şüphe yoktur ki bu tedbirler ile cesur, yapıcı fakat hassas girişimler yapılmıştır. Tedbirler Türk ekonomisinin yeniden harekete geçirilmesi için olumlu ve yararlı birer adım niteliğinde görülmektedir. (…) Güdülen amaç her alanda üretimi artırmak, içerde arz-talep dengesi ile fiyat istikrarını sağlamak, dış ilişkilerde ise ekonomimizi ihracata dayalı ve döviz kazandırıcı bir hüviyete kavuşturmaktır.” (TİSK,1980;10)
“Türkiye’de yerleşen ve her gün yaygınlaşan ideolojik sendikacılık anlayışı, hedef olarak işverenleri seçmiş bulunmaktadır. Bugün sendikalarla yapılan toplu iş sözleşmeleri ekonomik çıkar kavgası olmaktan öteye siyasi hatta ideolojik bir kavga haline dönüşmüştür. Sözleşmelerde işçilerin hak ve menfaati yerine sendikaların ve sendikacıların talepleri önde gitmekte, çoğu kez sendika talepleri yüzünden uyuşmazlıkları büyütmektedirler. Bir kısım sendikaların siyasi partilerle olan organik ilişkileri sendikal çekişmeyi normal hudutlarının üstüne çıkarmakta, toplu iş sözleşmeleri işyerinde barışın değil kavganın aracı haline getirilmektedir.
“Diğer taraftan üzülerek beyan etmek isterim ki ülkemizde sosyal mevzuat düzenlemeleri tek yanlı ve tek yönlü bir gelişme göstermiştir. Çalışma hayatı yalnız işçi haklarının düzenlendiği bir sistem değildir ve olamaz. İşçi hakları kadar işveren hakları da korunmaya ve kollanmaya muhtaçtır. Ne var ki, 1961 Anayasasından bu tarafa sosyal mevzuat daima işçi yararına gelişmiş, işveren hakları, dengeleyici en küçük bir düzenleme görmemiştir. Bunun sonucu olarak bozulan işveren-işçi dengesi, sendikaların da yoğun baskısı ile bir kısım işletmeleri kapanma noktasına kadar itmiştir. Bugün işverenler yararınadır diye Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği kıdem tazminatı tavan hükmü yerine yeni bir düzenleme bile getirilmemiş, kanunda emredilmesine rağmen kıdem tazminatlarını fonda toplayacak tasarı gerçekleştirilememiştir.” (TİSK,1980;10)
“Çalışma hayatının önemli sorunları arasında toplu iş sözleşmesi ve grev uygulamalarında karşılaştığımız kanunsuzluklar da önemli bir yer işgal etmektedir. Hak çizgisini aşan ve hakkın kötüye kullanılmasının tipik örneğini teşkil eden grevlere her gün şahit olmaktayız. Grevin amacı işverene müteveccih olduğu kadar bunu aşan ve topluma zarar vermeye başlayan grevlerle yapılmaktadır. Sorumluluk anlayışından yoksun bir sendikacılığın ülke ekonomisine verdiği zararı önleyecek ve buna dur diyecek hukuki bir mekanizma maalesef sistemimizde yer almış değildir. Aşırı ücret talepleri ve sosyal yardım artışları çalışanlar arasında olması gereken ücret dengesini her geçen gün bozmakta, özellikle kamu hizmetini yerine getiren memurların aleyhine bir durum yaratmaktadır.” (TİSK,1980;10)
“Sendika mali kaynaklarının gerçekten hangi amaçlara hizmet ettiği ve nerelere tahsis olunduğu tahmin edilmekle beraber, hiçbir şekilde açıkça tespit edilememektedir. Bu itibarla, demokratik çerçeve içinde, işçi sendikalarının idari ve mali yönden denetimi şarttır.” (TİSK,1980;11)
“Bazı işçi sendikaları bir takım giderlerini ‘eğitim fonu harcamaları’ adı altında yapmakta ve işçilere sendikal eğitim sağladıkları görüntüsünü vermektedir. Oysa, bazı örneklerini gördüğümüz işçi eğitim dokümanlarında son derece aşikar bir şekilde ideolojik telkinler yapılmakta; hürriyetçi, parlamenter, demokratik rejimin ayrılmaz bir parçası olan Türk Hür Teşebbüsü ve mülkiyet hakkı özünden tenkit edilerek yerilmekte ve asil Türk işçisine ‘sınıf mücadelesi, hatta kavgası’ fikriyatı aşılanmak istenmektedir. Bu itibarla, her şeyden önce, işçi sendikaları veya federasyonları veya konfederasyonlarına ait eğitim programlarının, uygulanmadan evvel mutlaka ilgili mercilerin tasdikinden geçmesinde ve ayrıca uygulanma tarzının da denetlenmesinde büyük yarar ve zaruret görmekteyiz.” (TİSK,1980;11-12)
Genel Kurul’da TİSK’in 31.12.1979 tarihi itibariyle UNICE üyeliğinden ayrılması konusunda Yönetim Kurulu’nun önerisi oylandı ve kabul edildi.
Genel Kurul’da TİSK tüzüğünün aidata ilişkin maddesi yeniden düzenlendi ve aşağıdaki biçimi aldı:
“Üyelik aidatı yılda 300.000 TL’dan az olamaz.
“İşveren Sendikalarının ödeyecekleri yıllık aidat, bu Sendikaların Merkezi Dayanışma Fonu için bildirdikleri, kendilerine üye işletmelerde çalışanlar sayısı ortalamalarının toplamının aşağıda gösterilen kademeler karşısındaki aylık aidat miktarı ile çarpımının 12 katıdır. İşveren Sendikalarının 1980 takvim yılı aylık aidat tutarı 1979 yılı çalışan ortalaması; 1981 takvim yılı aylık aidat tutarı 1980 yılı çalışan ortalaması esas alınmak suretiyle hesaplanır.
Çalışan Sayısı Kademeleri 1980 Takvim Yılı İçin Çalışan 1981 Takvim Yılı İçin Çalışan
Başına Ayda Esas Alınacak Miktar / Başına Ayda Esas Alınacak Miktar
İlk 1 – 3.000 10,50 TL 11,00 TL
Sonraki 3.001 – 6.000 10,00 TL 10,50 TL
Sonraki 6.001 – 12.000 9,50 TL 10,00 TL
Sonraki 12.001 – 24.000 9,00 TL 9,50 TL
Sonraki 24.001 – 48.000 8,50 TL 9,00 TL
Sonraki 48.001 ve fazlası 8,00 TL 8,50 TL
“Ancak Kamu Sektörü İşveren Sendikalarının Konfederasyon’a ödeyecekleri yıllık aidat o yıla ait gelir bütçelerinin ilk bir milyon TL’sı için yüzde 30’u; müteakip ikinci bir milyon TL’sı için yüzde 20’si; müteakip üçüncü bir milyon TL’sı için yüzde 15’i ve daha yukarı meblağ için yüzde 10’u toplamıdır.” (s.41)
Tüzük (değiştirilmiş biçimi), 20. madde
“Her üye teşekkül, en az bir temsilci ile temsil edilir. Ancak, Konfederasyona o yıl ödeyecekleri aidat miktarı:
500.000 dahil – 1.000.000 TL arasında ise 2
1.000.000 dahil – 3.000.000 TL arasında ise 3
3.000.000 dahil – 6.000.000 TL arasında ise 4
6.000.000 dahil ve daha yukarı ise 5
Temsilci ile temsil edilir.” (s.42)
TİSK’e bağlı işveren sendikalarının ve bunların üyelerinin durumu 1978, 1979 ve 1980 yıllarının sonu itibariyle şöyleydi:
“Konfederasyonun halen (…) 13 üye işveren sendikası vardır. Bu işkollarından bazılarında birden fazla üye işveren sendikası mevcuttur. Söz konusu 13 işveren sendikasına toplam 200.000 işçinin çalıştığı, 1000 işyeri üye bulunmaktadır.” (TİSK, Dünya’da ve Türkiye’de Ekonomik ve Sosyal Durum-1978, Yay.No.47, s.38)
“Konfederasyonun 1979 sonu itibariyle (…) 13 üye işveren sendikası vardır. Bu işkollarından bazılarında birden fazla üye işveren sendikası mevcuttur. Söz konusu 13 işveren sendikasına toplam 200.000 işçinin çalıştığı, 1000 işyeri üye bulunmaktadır.” (TİSK, Dünya’da ve Türkiye’de Ekonomik ve Sosyal Durum-1979, Yay.No.52, s.46)
“Konfederasyonun 1980 sonu itibariyle (…) 14 üye işveren sendikası vardır. Bu işkollarından bazılarında birden fazla üye işveren sendikası mevcuttur. Söz konusu 14 işveren sendikasına toplam 200.000 işçinin çalıştığı, 1000 işyeri üye bulunmaktadır.” (TİSK, Dünya’da ve Türkiye’de Ekonomik ve Sosyal Durum-1980, Yay.No.60, Ankara, s.41)
TİSK, 1975 yılından itibaren tartışılmaya başlayan kıdem tazminatı fonu konusundaki görüşlerini de şöyle açıklıyordu:
“Konfederasyonumuz Kıdem Tazminatı Fonu Kanununda şu esasların benimsenmesinin amaç yönünden gerekli olduğu görüşündedir:
“Fon, kıdem tazminatı ödenmesini gerektiren bütün halleri kapsamalı ve işyerlerinin mükerrer ödeme yapmalarına sebebiyet vermemelidir.
“Fona ödenecek prim oranı bilimsel olarak tespit edilmelidir.
“Fon tarafından ödenecek tazminatın kanuni tavanı tahsil edilecek primlere esas ücretin de tavanı olmalıdır.
“Fona ödenecek primlerin gider olarak yazılabileceği Yasa’da açıkça belirtilmelidir.
“Kıdem tazminatını hak etmeden ayrılan işçi için Fona yatırılan primler işverenlere iade edilmelidir.
“Fon için ayrı bir teşkilat kurmak yerine, teşkilatı bütün yurda yayılmış Sosyal Sigortalar Kurumu’ndan yararlanılmalıdır.
“Kıdem tazminatı açısından diğer İş Kanunlarına tabi olarak çalışanlar da Fon kapsamına alınmalıdır.
“İşveren ve işçiler için borçlanma imkanı tanınacaksa bundan çok hassas davranılmalı, kanunlarımızda öngörülmeyen haller için borçlanma imkanı verilmemelidir.” (TİSK, Dünya’da ve Türkiye’de Ekonomik ve Sosyal Durum-1980, Yay.No.60, Ankara;47)
Süleyman Demirel’in başbakanlığı sırasında 24 Ocak 1980 istikrar programı açıklandı. Bu programla, ithal ikameci sanayileşme modelinden ihracata dönük sanayileşme modeline geçildi.
Kubilay Atasayar, 6 Mart 1987 tarihinde, 24 Ocak 1980 istikrar programını şu şekilde değerlendiriyordu:
“24 Ocak kararları, Türk ekonomisinde yeni bir politikanın ilk adımıdır. Bu kararlar liberal bir ekonomiyi yaratmak için gerekli olan uygulamalar olup, gelişen ekonomik şartlara ve değişen yapısal sorunlara uygun kararların devamlı olarak alınmasını da zorunlu kılmaktadır. Eğer bugün temel politikadan bazı sapmalar görülüyor ise, bunun nedeni gerekli yörünge düzeltmelerinin zamanında yapılamamış olmasıdır.
“24 Ocak’la başlayan ekonomik uygulamalar yalnız iş çevrelerinin değil Türk toplumunun da temel yapısına ve karakterine uygundur. Ancak Cumhuriyetin kuruluşundan bu tarafa müdahaleci politikaların aralıksız sürmesi, ekonomideki bu politika değişikliğinin kolayca yerleşmesini güçleştirmiştir.
“Genel olarak sanayicileri bünyesinde toplayan bir kuruluş olarak Konfederasyonumuz mensuplarının görüşleri, izlenen bu politikada sanayiciler yerine tüccarların ön plana alındığıdır.
“Bugün gerek yurt içindeki tüketim gerek ihracat, üreten sanayi sektörünün başarılı olduğu oranda olumlu sonuçlar verebilir. Oysa 24 Ocak Kararları daha çok üretenleri değil, üretmeden alıp satanları teşvik etmiş; ülkelerin kalkınmasında ticaretin rolünün, sanayi ölçüsünde olmadığı gerçeğini göz ardı etmiştir. Bu uygulamalar nedeniyle de kalkınmakta olan Türk sanayii tereddütlü anlar yaşamış gerek pazarlama ve rekabet, gerek finansman yönünden ciddi sorunlarla karşı karşıya kalmıştır.” (TİSK, Kamuoyunda TİSK, 25. Yıl, 1982-1987, Yay.No.89, Ankara, 1987;126-127)