28 ŞUBAT SÜRECİNDE TÜRK-İŞ – DİSK – TESK – TİSK – TOBB İŞBİRLİĞİNE DOĞRU
Türkiye’de işçi-işveren ilişkilerinde ve işveren sendikacılığı tarihinde son derece önemli bir gelişme, 1997-1998 yıllarında TÜRK-İŞ, DİSK, TESK, TOBB ve TİSK’in oluşturduğu ve “Sivil İnisiyatif”, “Beşli Girişim” veya “Beşli Çete” olarak bilinen girişimin çalışmalarıdır.
TEKGIDA-İŞ SENDİKA AKADEMİSİ
Bu konuda yayımlanmış tek çalışma, 12.12.1989 – 26.12.2004 döneminde TİSK Başkanı olan Refik Baydur’un Bizim Çete kitabıdır (Ankara, 2000, 208 s.).
Türkiye’de 1992-2002 döneminde koalisyon hükümetleri yaşandı. 6 Mart 1996 – 28 Haziran 1996 döneminde, ANAP ve DYP’nin ittifakına dayanan II. Yılmaz Hükümeti yönetimdeydi.
28 Haziran 1996 – 30 Haziran 1997 döneminde Refah Partisi ve DYP ittifakıyla Erbakan Hükümeti görev yaptı. Bu hükümette, Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan, başbakan; DYP Genel Başkanı Tansu Çiller Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı ve Hak-İş’in eski genel başkanı Necati Çelik Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanıydı.
30 Haziran 1997 – 11 Ocak 1999 tarihlerinde, ANAP, DSP, DTP, Bağımsızlar ittifakına dayanan III.Yılmaz Hükümeti görev yaptı.
Türkiye’de ilk kez işçilerin, esnafın ve işverenlerin ortak bir anlayış içinde bir araya geldiği ve hatta eylem yaptığı bu süreç, önce TÜRK-İŞ, DİSK ve TESK’in işbirliğiyle başladı. Bu birlikteliğe daha sonra TOBB ve TİSK de katıldı. Üçlü İttifak, bir süreç içinde Beşli Girişime evrildi.
TÜRK-İŞ, DİSK, TESK İŞBİRLİĞİ
Türkiye’de 1990’lı yılların ortalarından itibaren yaşanan tartışmalara TÜRK-İŞ de katıldı. TÜRK-İŞ Başkanlar Kurulu’nun 3 Aralık 1996 günü İstanbul’da yapılan toplantısından sonra yapılan açıklamada şu değerlendirmeler yer alıyordu:
“TÜRK-İŞ Başkanlar Kurulu, TÜRK-İŞ’in, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Misak-ı Milli sınırları içindeki üniter devlet yapısının bütünlüğünü ve bağımsızlığını savunmakta, Atatürk ilkelerine ve insan haklarına dayalı demokratik ve laik sosyal hukuk devleti anlayışına bağlılığını tekrarlamaktadır. Devletimizin bu nitelikleri bugün sistemli bir saldırıyla karşı karşıyadır. Ülkemiz, Halkımız ve Devletimiz tehdit altındadır. İnsanımız yarınına güvenle bakamamaktadır. (…)
“Başkanlar Kurulumuz, çeteler ve aşiretlerle ve kişisel ve parti çıkarlarını ön planda tutan bir anlayışla ülke yönetme girişimlerini lanetlemekte, Ülkemize, Halkımıza ve Devletimize karşı işlenen bu nitelikteki suçların açıklanmasını ve bunların sorumlularının saptanarak cezalandırılmalarını istemektedir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti güçlüdür; hükümet edenlerin zaafı, Devletin zayıflığı değildir. Ülkemizin güvenliğinin sağlanmasında, Devletimizin resmi güçleri dışında hiçbir kişi ve grup kullanılmamalıdır. Devletimizi ele geçirmek ve şahsi çıkarları için kullanmak amacıyla gizli örgüt kuranlar yargılanmalı ve siyasetten çekilmelidir. TÜRK-İŞ, Devletimizin Anayasada belirtilen değiştirilemez niteliklerine yönelik tehditlere karşı tüm halkımızın öncüsü olma görevini yerine getirecektir.
“Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ülkemiz için temel bir hedef olarak koyduğu “çağdaş uygarlık düzeyi”ne ulaşmanın yolu, ülkemizde yaygınlaşan toplumsal ve siyasal çürümeye karşı, “temiz toplum” ve “temiz siyaset”in gerçekleştirilmesinden geçmektedir. Temiz toplumun ve temiz siyasetin güvencesi öncelikle işçi sınıfıdır, sendikacılık hareketidir, TÜRK-İŞ’tir. Başkanlar Kurulumuz, bu amaçla, yargının bağımsızlığının sağlanmasını ve milletvekillerinin dokunulmazlıklarının yalnızca bu görevlerini yerine getirmeleriyle ilgili davranışlarıyla sınırlandırılmasını istemektedir.
“Özgür basın, demokrasinin temel güvencesidir. Başkanlar Kurulumuz, basına yönelik sansür girişimlerini şiddetle kınamakta, basının ülkemizde yaygınlaşan yolsuzluklar, hırsızlıklar, rüşvet ve Devletimizi ele geçirmek isteyen Mafya bağlantılı çeteler ve aşiretler konusundaki yayınlarını desteklemektedir. TÜRK-İŞ, basında bazı siyasetçilerin de katkısıyla yaratılan tekelleşmeyi de basın özgürlüğünü sınırlayan temel bir unsur olarak görmekte ve bunun önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınmasını talep etmektedir. (…)
“Hükümet, dış politikada Devletimizin geleneksel politikasının dışına çıkarak, Mısır ve Libya ziyaretlerinde olduğu gibi, ulusal onurumuzu zedeleyici bir tutum sergilemiştir. Tüm dünyanın ilgi alanı olan Avrasya Bölgesi, Refahyol Hükümeti tarafından sistemli bir biçimde ihmal edilmektedir. (…)
“Türkiye’de son aylarda yaşananların da açıkça gösterdiği gibi, toplumumuz, siyasi partilerin ve Parlamento’nun önüne geçmiştir, Parlamento görevini yapmamaktadır. Paylaşmacı ve katılımcı demokrasinin öncelikle siyasi partilerde uygulanmamasına bağlı olarak, milletvekillerinin çoğu Ülkemizin, Halkımızın ve Devletimizin çıkarlarını değil, partilerinin ve kendilerinin çıkarlarını ön planda tutma eğilimindedir. TÜRK-İŞ Başkanlar Kurulu, Anayasa’da belirtilen görevlerini yerine getirmeleri ve yeminlerine uymaları konusunda Parlamenterleri uyarmakta, toplumun her kesiminin seslerine kulak vermelerini istemektedir. (…)
“Başkanlar Kurulumuz, Ülkemize, Halkımıza ve Devletimize yönelik tehditlerin sona erdirilmesi, dile getirilen sorunlarımızın çözümü ve isteklerimizin yerine getirilmesi amacıyla, meşru ve demokratik kitle eylemlerine başvuracaktır. Bu eylemlerimiz, sorunları parlamenter demokratik düzen içinde çözebilmenin güvencesidir. TÜRK-İŞ Başkanlar Kurulu, tüm halkımızı ve demokratik kuruluşları bu mücadeleye katılmaya çağırmaktadır.”
Başkanlar Kurulu’nun bu kararı doğrultusunda TÜRK-İŞ tarafından 21 Aralık 1996 günü İstanbul’da düzenlenen büyük toplantının adı, “Türkiye’ye sahip çık!” idi. 5 Ocak 1997 günü Ankara’da düzenlenen ve yaklaşık 300 bin kişinin katıldığı mitingin adı da “Türkiye’ye sahip çık, demokratikleşme için mücadele et!” olarak belirlendi.
TÜRK-İŞ tarafından Başbakan Necmettin Erbakan’a 4 Şubat 1997 günü sunulan talepler şu şekilde başlıyordu:
“Halkımızın sorunları hızla artmakta, Türkiye Cumhuriyeti’nin, Anayasamızın 2. ve 3. maddelerinde belirtilen temel nitelikleri ile 174. maddesinde özel koruma altına alınmış İnkılap Kanunları ciddi tehdit altında bulunmaktadır. Sincan Belediyesi tarafından düzenlenen Kudüs Gecesinde sergilenen, laik ve demokratik Cumhuriyet düşmanı ve teröristleri destekleyen tavır, Sincan’da Interstar muhabiri Sayın Işın Gürel’e yapılan hain ve insanlık dışı saldırı ve MHP Kartal İlçe Başkanı Sayın Nihat Uygun’un Türkiye’nin ve halkımızın düşmanı teröristlerce katledilmesi, ülkemizin geleceğine ilişkin kaygıları daha da artırmaktadır.”
TÜRK-İŞ, DİSK ve HAK-İŞ Genel Sekreterleri ise 4 Şubat 1997 tarihinde yaptıkları ortak açıklamada şu noktaya değindiler:
“Kuruluşlarımız, (…) Susurluk kazası ile kamuoyunun gündeminde ön sıraya çıkan olayların üzerine cesaretle gidilmesini ve demokratik ve laik cumhuriyeti yok etmeye yönelik ve insanların dini duygularını istismara dayalı örgütlenmelerin engellenmesini,(…) talep etmektedir.”
Ancak bu ortak açıklamanın hazırlandığı günlerde farklı bir oluşum yaşandı. TÜRK-İŞ Genel Başkanı Bayram Meral, DİSK Genel Başkanı Rıdvan Budak ve o tarihe kadar bu kuruluşlarla hiçbir biçimde işbirliği yapmamış olan TESK’in Genel Başkanı Derviş Günday bir araya geldiler. Üç Genel Başkan, DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit’i, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ı, ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’ı, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’i, TBMM Başkanı Mustafa Kalemli’yi ve Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Tansu Çiller’i birlikte ziyaret ettikten sonra, 5 Şubat 1997 günü kamuoyuna bir açıklama yaptılar. Bu açıklamada şu tespitler yapılıyordu:
“Bugün, Türkiye Cumhuriyeti’nin bütünlüğüne, bağımsızlığına, demokratik ve laik sosyal hukuk devleti niteliklerine ve ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün şahsına ve temsil ettiği çağdaşlaşma anlayışına ve aydınlanma sürecine yönelik büyük saldırılar yaşanmaktadır. Terör ve giderek artan işsizlik ve pahalılık nedeniyle, halkımıza bir umutsuzluk ve karamsarlık hakim olmuştur. Dünyanın ilk başarılı anti-emperyalist Milli Kurtuluş Savaşı sonucunda kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ele geçirmeye çalışan uyuşturucu bağlantılı çetelerin ve insanların dini duygularını istismara dayalı yasadışı örgütlenmelerin ortaya çıkan faaliyetleri bu karamsarlığı daha da artırmıştır.”
28 Şubat 1997 günü Milli Güvenlik Kurulu son derece önemli bazı önerileri kabul etti. Aynı günlerde, bazı tarikatlar İstanbul’da Sultanahmet Meydanı’nda bir miting düzenlediler. Mitingin basında yer alan ve televizyonlarda gösterilen en çarpıcı resmi, Türk bayrağı üzerinde oturarak namaz kılan bir sarıklı bir kişiydi.
Türkiye’nin önde gelen gazeteleri ve özellikle Milliyet-Hürriyet Grubu TÜRK-İŞ, DİSK ve TESK işbirliğine büyük önem verdi ve bu süreci gazetelerde etkili bir biçimde yansıttı.
TÜRK-İŞ, DİSK ve TESK Genel Başkanlarının 6 Mart 1997 günü tüm milletvekillerine gönderdikleri ortak mektupta şunlar yazıyordu:
“Bizler, sizleri seçen, demokrasiye gönülden bağlı, Demokratik, Laik, Sosyal Hukuk Devleti ilkelerinden öden vermeyen, Yüce Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin çalışan, üreten halkının sesiyiz.
“Bizler; Türk-İş, DİSK ve TESK örgütleri olarak, Cumhuriyet tarihinde ilk kez, yukarıdaki amaçlar doğrultusunda bir araya geldik. Sizlerden beklentimiz, ülkeyi bugünlere getiren lider baskıları, parti disiplini, dar çevrelerde alınan, halkın ve ülkenin beklentilerine ters düşen kararları aşabilecek bir anlayış içerisine girebilmeniz, ulusumuz ve ülkemiz için yaşamsal önemi olan konularda, parti farkı gözetmeden bir araya gelmeniz ve işbirliği yapabilmenizdir. (…)
“Bu güzel ülke bizimdir, hepimizindir. Dünyada ilk başarılı Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün başkanlığında vermiş, bölgesinde tek Demokratik ve Laik Cumhuriyeti kurmuş, inancını ve geleneklerini korumuş ve çağdaşlaşmayı başarmış olan halk, bizim halkımızdır. Halkımız kavga değil, sorunların çözümünü sağlayacak ve Türkiye’yi, dünyada hak ettiği önemli yere götürecek, demokratikleşmeyi, huzuru, toplumsal barışı getirecek bir anlayışın, ülkemizde ve Parlamentomuzda hakim kılınmasını istemektedir.
“Bu görev önce siz değerli Milletvekillerimizin ve tüm Politikacılarımızın, sonra bizimdir.
“Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu, Türk-İş, DİSK ve diğer sivil toplum örgütleri olarak bu doğrultudaki çalışmalarınızı değerlendireceğimizi ve bundan sonraki siyasi yaşamınızda sizlere sahip çıkacağımızı bildiririz. Sizi, bu kutsal görevi hep birlikte yerine getirmeye çağırıyoruz. Saygılarımızla.”
Bu girişim, bazı gazetelerden eleştiri almaya başladı.
2016 yılında Fethullahçı casusluk ve terör örgütüyle bağlantılı olduğu iddiasıyla kapatılan Zaman Gazetesi’nde Şahin Ali Şen 9 Mart 1997 günü şunları yazdı:
“Sendikacılar, son bir ay içinde darbe tartışmalarında, ‘darbe taraftarı’ izlenimini verdiler. Yine söz konusu sendikacılar bu dönemde sık sık üst düzey askeri yetkililerle bir araya gelmekten ve darbeye zemin hazırlayacak beyanatlar vermekten kendilerini alamadılar. (…) Ücret sendikacılığından hizmet sendikacılığına geçiş aşamasındaki sendikalar, çark ederek ‘posta sendikacılığını’ benimser hale geldiler. Bu tavırlarıyla, darbelere çanak tuttuğunu iddia ettikleri TÜSİAD’la aynı çizgide buluştular. (…) Sendikacıların rejimin tıkanmasını sebep göstererek askerlere davetiye çıkarmaları, işçi tabanından sert tepki gördü.” (Zaman, 9.3.1997)
Bu girişim solun bazı kesimlerinden de tepki aldı. Aynı günlerde, Atilla Özsever de TÜRK-İŞ ve DİSK’i eleştirdi. Özsever, Milliyet Gazetesi’nde şunları yazdı:
“TÜRK-İŞ ve DİSK’in bir yandan darbeye karşı çıktığını söylerken, diğer yandan MGK bildirisine destek vermesi ve sorunu esas itibariyle laiklik boyutunda ele alması, ilkeli ve demokratik bir tavır olarak gözükmüyor. Sendikalar, geçmişteki yanılgılarına düşmeden demokrasiyi sonuna kadar savunmalıdırlar.” (Milliyet, 10.3.1997)
Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Türk Diş Hekimleri Birliği, Türk Eczacılar Birliği, Türk Mimar ve Mühendis Odaları Birliği ve Türk Tabipleri Birliği, 10 Mart günü ortak bir bildiri yayınlayarak, TÜRK-İŞ – DİSK – TESK girişiminden farklı bir çizgi benimsediler. Bildiride şöyle deniyordu:
“Bugün siyasal İslam’ın yükselişi gerekçe gösterilerek darbeye zemin hazırlanmakta, halkın siyasal İslam’ın yükselişinden duyduğu kaygı ile darbe meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. (…) Siyasal İslam’a karşı darbeleri değil, demokrasiyi savunuyoruz. Çözüm darbelerde değil, demokrasidedir.” (Siyah Beyaz, 11.3.1997)
HAK-İŞ Genel Başkanı Salim Uslu, 12 Mart 1997 günü yaptığı konuşmada, “sivil inisiyatifin bir korgeneral ve iki tümgeneralin de katıldığı bir toplantıda oluşturulduğu”nu iddia etti. (Zaman, 13.3.1997)
Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi, daha sonra Beşli Girişime dönüşen bu sürecin ilk başlarda içindeydi. Ancak ilk ziyarete katılan TTB Genel Başkanı Füsun Sayek, bu ilişkilerin dışına çıktıklarını açıkladı. Sayek, yaptığı açıklamada, MGK kararlarının değil, MGK’nin varlığının tartışılması gerektiğini söyledi. (Cumhuriyet, 13.3.1997)
Türk-İş Genel Başkanı Bayram Meral, DİSK Genel Başkanı Rıdvan Budak ve TESK Genel Başkanı Derviş Günday imzasıyla 14 Mart 1997 günü yapılan 5 sayfalık ortak açıklamadı, TÜRK-İŞ, DİSK ve TESK’in işbirliğinin ilke ve talepleri açıklandı.
Türk-İş Genel Başkanı Bayram Meral, ortak basın toplantısını açarken yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“Bizim çabalarımız, 3 Kasım 1996 günü gerçekleşen Susurluk kazasından, 1 Şubat günü Sincan Belediyesi’nin düzenlediği olaylı toplantıdan, 4 Şubat’ta tankların Sincan’dan geçişinden, Sayın Cumhurbaşkanımızın Sayın Başbakan’a gönderdiği mektuptan, Anayasal bir kurum olan Milli Güvenlik Kurulu’nun 28 Şubat tarihli toplantısından çok önce başlamıştır.
“Ülkemizin ve halkımızın sorunları artmaktadır. Atatürk ilke ve inkılaplarına ve demokratik ve laik sosyal hukuk devletine yönelik tehditler yoğunlaşmaktadır. Bu koşullarda kuruluşlarımız arasında işbirliğinin geliştirilmesi zorunludur. Türk-İş, DİSK ve TESK Genel Başkanları olarak, yetkili kurullarımızın da onayını aldıktan sonra, Türkiye’ye sahip çıkma çizgisinde ortak bir çabaya başladık.
“Amacımız Hükümet düşürmek değildir. Demokrasiye gönülden bağlı kuruluşların genel başkanları olarak, yalnızca Yüce Parlamentomuzun yetkisinde olan hükümet kurmak veya düşürmek gibi bir düşüncemiz kesinlikle olamaz.
“Amacımız bir muhalefet partisi olmak değildir. Çalışan insanların temsilcileri olarak, tüm siyasi partileri göreve davet etmeyi, kısır çekişmelere son vermelerini istemeyi, tüm milletvekillerimize göreve başladıklarında ettikleri yemini hatırlatmayı, Hükümetimizin daha iyi çalışmasını sağlamayı amaçlıyoruz.
“Amacımız din düşmanlığı değildir. Tam tersine, İslamiyet’in en güzelinin yaşandığı Türkiye’de bunu borçlu olduğumu Mustafa Kemal Atatürk’e saygısızlık edenleri kınamak, demokratik ve laik düzene sahip çıkmak ve yüce dinimizi şahsi çıkarları veya siyasi amaçlarla kullananlara engel olmak niyeti ve çabası içindeyiz. Türkiye’de herkes dini vecibelerini tam bir özgürlük içinde yerine getirebildiğine ve getirebilmesi gerektiğine inanıyoruz, din ve vicdan özgürlüğünü savunuyoruz.”
Üç örgütün 14 Mart 1997 tarihli ortak açıklamasının bazı bölümleri aşağıda sunulmaktadır:
“Türkiye’nin sorunları her geçen gün daha da ağırlaşmakta, toplum, sonu belirsiz bir kargaşaya sürüklenmek istenmektedir. Yalnızca temsil ettikleri milyonlarca üyeye ve onların ailelerine değil, aynı zaman ülkelerine ve ülke halkına karşı taşıdıkları büyük sorumluluğun bilincinde olan Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK-İŞ), Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) ve Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu (TESK); rejimin geleceğini yaşamsal önemde ilgilendiren konulardaki ortak görüşlerini açıklamayı, ertelenemez bir görev saymaktadırlar.
“Bu üç Konfederasyon Başkanı; küçük sermayesi, alınteri ve emeğiyle geçinen, hoşgörülü, namuslu, üretken, yurtsever insanların temsilcileri olarak, Türkiye’nin gündemindeki konularla ilgili görüşlerimizi belirteceğiz. Ama bu açıklamanın, alışılmış gündelik demeçlerden çok önemli farkları var:
“Şimdiye kadar bir araya gelmeyen bu üç kuruluş; ilk kez, ATATÜRK Cumhuriyeti’nin geleceği ile oynandığını gördüğü için; laik ve demokratik Türkiye’nin ve parlamenter demokrasinin, rejim konusundaki sıkıntılarının çözümüne katkıda bulunmak için bir araya geliyor.
“Bizler, bu beraberlikten doğan taleplerimizi, kişisel, grupsal ve politik kariyer hedefli çıkarların dar kalıplarından arınarak; fabrikadaki, atölyedeki, dükkandaki, şantiyedeki, direksiyon başındaki, sokaktaki sıradan insanın içtenliği, açıklığı ve kararlılığıyla ifade ediyoruz.
“Ülke olarak gerçekten karanlık günler yaşıyoruz. Ekonomideki bunalım, siyasetteki kirlenmeyle birleşiyor ve ortaya ciddi bir rejim krizi çıkıyor. Türkiye’nin gündemi karışık. Kendini devletin yerine koymaya cüret eden bir grup çıkarcının ve gericinin ve faili meçhul siyasi cinayetlerin var olduğu bir ülke. Türkiye’nin kaderi bu değildir!
“Bu karanlık irtica özlemcileri şimdi devleti ele geçirmek, parlamenter demokratik sistemi zora sokmak, demokrasinin nimetlerinden yararlanarak toplumu çağın gerisine götürmek ve ülkeyi karanlık emelleri doğrultusunda yönlendirmek istiyorlar. Türkiye’nin kaderi bu değildir!
“Demokrasi; insanlık ailesinin binlerce yıllık gelişiminin, insana en yaraşır ürünüdür. Bu ülkede ne yazık ki, demokrasiye; demokratik ve laik sosyal hukuk devleti anlayışına; Atatürk’ün çağdaşlaşma, çağdaş uygarlığın ortak değerlerini paylaşma ülküsüne ve aydınlanma sürecine karşı çıkan çağdışı güçler var. Onlar topluma, Cumhuriyet döneminin bütün mirasını reddeden, sahte reçeteler dayatıyor ve kendi karanlık emellerini tüm ülkeye egemen kılmaya uğraşıyorlar. Bir kez daha, kararlılıkla tekrarlıyoruz: Türkiye’nin kaderi, bu da değildir.!
“Halkımızın geçim zorluğu her geçen gün artmaktadır. Toplum, demokrasinin tüm kurumlarıyla hayata geçirilmemesinden ve tüm kurallarıyla işletilmemesinden kaynaklanan bu tablodan bunalmıştır. Çözümler aramakta, çareler bulmak için tüm iyi niyetiyle çırpınmaktadır. ‘Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık’ eylemi, devleti yönetenlerin ve politikacıların ibretle ders almaları gereken, çok önemli bir uyarıdır. Sivil toplum ayaktadır ve tüm dünyada örnek gösterilecek, sabırlı, barışçı ve uygar bir arayış içindedir.
“Halkımızın bu olgun ve demokratik çabası karşısında, kimi karanlık odaklar ise, topluma ‘kırk satır mı, kırk katır mı’ sorusunu yöneltmekte; Türkiye Cumhuriyeti’ni ‘ya Ortaçağın karanlıkları, ya darbe’ ikilemine sürüklemek istemektedir. Bir daha ve bir daha tekrarlıyoruz: Türkiye’nin kaderi, bunlar değildir! Çözüm, ne Ortaçağın karanlığıdır, ne de darbedir! Tek çözüm, sadece ve sadece demokrasidir ve Türkiye’nin demokratikleşmesidir!
“Bu temel çerçeve içinde, ortak görüşlerimizin ifadesi olan somut taleplerimiz şunlardır:
(1)“Türkiye’mizin demokratik, laik, sosyal ve şeffaf bir hukuk devleti olması için gerekli demokratikleşme adımları bir an önce atılmalıdır. Bu, ülkenin ve toplumun bütünlüğü yolundaki tek garantidir.
“Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı ve üniter devlet yapısının bütünlüğü özenle korunmalıdır. Türkiye’de din ve inanç özgürlüğünün gerekleri serbestçe yerine getirilmektedir ve getirilmelidir. Cumhuriyet’in bu niteliği duyarlılıkla korunmalıdır. Halkımızın büyük çoğunluğunca benimsenen ve savunulan laiklik ilkesi kesinlikle korunmalı ve Anayasa’nın 174. maddesiyle ayrıca korunma altına alınmış bulunan ‘İnkılap Yasaları’nın ihlali mutlaka engellenmelidir.
“12 Eylül döneminin Anayasası, Siyasi Partiler Yasası, Seçim Yasası, Dernekler Yasası ve mevzuatı demokratikleştirilmelidir. Çalışma mevzuatımız, devletimizin onayladığı ve imza koyduğu ILO Sözleşmelerine ve diğer uluslararası sözleşmelere uygun hale getirilmelidir. Demokratik kitle örgütleri üzerindeki antidemokratik siyaset yasağı kaldırılmalıdır. Teröre karşı, parlamenter demokratik sistem içinde ve şeffaf hukuk devleti anlayışıyla en etkili mücadele yürütülmelidir.
(2) “Devleti ele geçirmeye çalışan silah ve uyuşturucu kaçakçılığıyla, ırkçı düşünceleri ve dini inançları istismara yönelik her türlü örgütlenmenin üzerine, yasaların emrettiği biçimde gidilmelidir. Devlet, yasadışı örgütlerle bağlantılı unsurlardan arındırılmalı, faili meçhul cinayetler açığa çıkarılmalıdır. (…)
(3) “İşsizliği ve pahalılığı önleyecek, gelir ve servet dağılımında giderek artan adaletsizliği azaltacak önlemler alınmalıdır. Yoksullukla, sosyal devlet anlayışı içinde, etkin bir biçimde mücadele edilmelidir.
(4) “Ekonomimizi ve ulusal savunmamızı tehlikeye atacak özelleştirmeye karşıyız. Ülke ve toplum yararına olmayan hiçbir özelleştirme yapılmamalıdır.
(5) “İşyerlerinde, çalışanların bölünmesi sonucunu doğuran, din ve inanç istismarına dayalı siyasal kadrolaşmalar son bulmalı; ekonomide belirli çevrelerin egemenliğine yol açan siyasal müdahaleler mutlaka engellenmelidir. (…)
“Sonuç
“TÜRK-İŞ, DİSK ve TESK olarak, ülkemizin tüm sorunlarının çözümünün ‘demokratikleşme’den geçtiğini, bir kez daha vurguluyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter devlet yapısının bütünlüğüne, bağımsızlığına, ATATÜRK ilke ve inkılaplarına, demokratik, laik, sosyal hukuk devleti anlayışına ve 74 yıllık Cumhuriyet döneminin ülke halkına sağladığı kazanımlara, ödünsüz ve her ne pahasına olursa olsun sahip çıktığımızı, kararlılıkla ifade ediyoruz.
“Milli Güvenlik Kurulu’nun oy birliğiyle belirlediği ve Bakanlar Kurulu’na sunduğu öneriler, Cumhuriyet’imizin bu temel niteliklerini korumaya yöneliktir. Bakanlar Kurulu’nun, bu öneriler uyarınca Cumhuriyet’in temel niteliklerine sahip çıkması, ülkemizdeki gerginliği azaltacaktır.
“Demokrasi teraneleri atıp ve demokrasiyi kullanıp, Cezayir, İran, Afganistan örnekleri yaşatılamaz. Bunları Türkiye’de yaşamayacak ve yaşatmayacak kadar ileri görüşlü, yurtsever ve demokratız. İhtilal söylevleriyle demokratları kendi safları önünde tutup arka planda ağaç kurtları gibi çalışmalarına göz yumamayız. Samimi olmayan bu demokrasi havarilerini, gerçek demokratlar olarak acilen teşhir etmeli ve dışlamalıyız. Takiyye yaptırmamalıyız! Oyuna gelmemeliyiz.
“Halkımızın büyük çoğunluğunun; yani evdeki, üniversitedeki, bürodaki, şantiyedeki, fabrikadaki, atölyedeki, dükkandaki, torna başındaki, direksiyon başındaki, sokaktaki alçakgönüllü insanların düşüncesi ve özlemi olan bu taleplerimizin hayata geçirilmesi için, TÜRK-İŞ, DİSK ve TESK Genel Başkanları olarak, parlamenter ve demokratik düzen içinde, meşru, uygar ve demokratik bir platformda birlikte hareket edeceğiz. Biz, ATATÜRK ilkeleri temelinde, laiklik ve demokrasiyi birlikte savunan herkesle, tüm kurum ve kuruluşlarla birlikte hareket etme kararında ve kararlılığındayız.
“Bütün uğraşımız, ülkemizin birliği ve bütünlüğü, halkımızın mutluluğu ve demokrasi içindir.
“Ülkemizin tüm yurtsever insanlarını, tüm demokratik kişi ve kuruluşları, bu temel taleplere ve Türkiye’ye sahip çıkmaya çağırıyoruz. Saygılarımızla.”
Bu arada İstanbul’da 100 dolayında demokratik kitle örgütünün temsilcileri TÜRK-İŞ İstanbul Bölge Temsilciliği’nde bir toplantı yaptı. Bu toplantı sonrasında kısa bir metin oluşturuldu; bu metin çeşitli kuruluşlara fakslandı ve 14 Mart 1997 günlü bazı gazetelere ilan olarak verildi. Bu ilanda şöyle deniliyordu:
“Biz, TÜRK-İŞ, DİSK, TESK, TİSK, Meslek Odaları, Sanat Örgütleri, Dernekler ve Vakıflar, merkez ve şubelerimiz ile birlikte yüzlerce sivil toplum kuruluşu olarak Cumhuriyetimizi temel ilkeleriyle korumak için kararlılığımızı ve ülke çapında güçbirliği yaptığımızı halkımıza duyuruyoruz ve;
-Laik, çağdaş, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olan Cumhuriyetimizin gerçek sahipleri olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni göreve çağırıyoruz.
-Milletvekillerinden, Meclis kürsüsünde ettikleri yemine bağlı kalarak vekillerimiz olduklarını unutmamalarını istiyor, kendilerini dikkatle izlediğimizi bildiriyoruz.
-Tüm duyarlı kişi ve kuruluşları bu güçbirliğine katılmaya davet ediyoruz.”( Milliyet, 14.3.1997)
Bu ilanın en altında iletişim adresi olarak da TÜRK-İŞ’in İstanbul Bölge Temsilciliği bildirilmişti. Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği bu bildiriye tepki gösterdi; bu ilanı benimsemediğini ve bu örgütlerle ortak tavır içinde olmadığını açıkladı. TMMOB Genel Başkanı Yavuz Önen imzasıyla 13 Mart 1997 günü yapılan açıklamada şöyle deniliyordu:
“13.03.1997 günü Türkiye Sivil Toplum Kuruluşlarından Göreve Çağrı başlıklı ve iletişim merkezi olarak TÜRK-İŞ’in adının verildiği ‘Faili Meçhul’ provokatif bir metin dağıtılmıştır. Çağrıyı yapan kuruluşlar arasında meslek odaları sayılmakta ve TMMOB’ne bağlı birimlerimizin adı verilmektedir. Birliğimizin ve bağlı birimlerimizin böyle bir çağrı metniyle hiçbir ilişkisi bulunmamaktadır. Bazı odakların bu yönlendirme ve yönetme girişimlerini şiddetle kınıyoruz.”
Bu aylarda HAK-İŞ’in TÜRK-İŞ tarafından 1993 yılından beri engellenen ICFTU ve ETUC üyeliği yeniden gündeme geldi. ICFTU Yönetim Kurulu’nda alınan karar uyarınca, 28-29 Nisan 1997 günleri Ankara’da TÜRK-İŞ, DİSK, HAK-İŞ, KESK, ICFTU ve ETUC’un birlikte düzenlediği “Ekonominin Küreselleşmesi ve Türkiye’de İşçiler Açısından Sonuçları Sempozyumu” yapıldı. Seminerin sonunda yayınlanan ortak bildiride, “Atatürk ilke ve devrimlerini ve insan haklarına dayalı çağdaş, demokratik ve laik sosyal hukuk devleti anlayışını savunan ve hayata geçirilmesini talep eden ve Türkiye Cumhuriyeti’nin bütünlüğünü ve bağımsızlığını savunan kuruluşlarımız,” denildikten sonra, şu talepler yer alıyordu: “Kuruluşlarımız, terör eylemlerini kınarken, faili meçhul cinayetlere ve işkenceye engel olunmasını, bu suçları işleyenlerin bulunup cezalandırılmasını, Güneydoğu sorununun çözümü doğrultusunda ciddi ve kalıcı adımların atılmasını ve Susurluk kazası ile kamuoyunun gündeminde ön sıraya çıkan olayların üzerine cesaretle gidilmesini ve demokratik ve laik cumhuriyeti yok etmeye yönelik örgütlenmelerin engellenmesini ve konuyla ilgili yasaların gerektiği gibi uygulanmasını istemektedir.”