TOPRAKLARI İŞLEME DÜZENİNİ SORGULAMALIYIZ
Kalkınma üzerinde çalışanların ortak görüşlerinden birini şöyle özetleyebiliriz: Elinin menzilindeki kaynaklarını etkin ve verimli kullanamayan toplumlar, dışardan sağlanacak kaynakları da gerektiği gibi değerlendiremez.
Amin Maalouf’un yeni kitabı Labirent’i okurken, kalkınmaya toprak düzenlemesinden başlamak gerektiğine ilişkin düşüncemi iyice pekiştirdim.
Uzun yıllardır yazıyorum, ama son dönemde Prof. Dr. Mehmet Pala ile sıklıkla sorguladığımız konulardan biri de toprakların işleme düzeninin yeniden yapılandırılması ihtiyacıdır.
Ülkemizin kalkına çabalarında “faz değiştirmesi” gerektiğini söyleyenler artıyor. Değişikliğin odaklarından biri de gıda arzı güvenliği açısından toprak işleme düzeni olmalıdır.
Kalkınma üzerinde çalışanların ortak görüşlerinden birini şöyle özetleyebiliriz: Elinin menzilindeki kaynaklarını etkin ve verimli kullanamayan toplumlar, dışardan sağlanacak kaynakları da gerektiği gibi değerlendiremez.
Sahip olduğumuz topraklar, uğruna can verilen, varlığı korumanın, geliştirmenin ve sürdürülmenin vazgeçilemez kaynağıdır.
Topraklar toplumun ortak değeridir; tapu toprağın mülkiyeti değil, işleme hakkını koruyan belgedir.
“Gıda arzını güven altına alma” bütün toplumların ivedi ve kritik sorunudur; toprak işleme sorununu çözmeden gıda sorununu çözmek mümkün değildir.
Topraklarımızın “mülkiyetini değil, işleme düzenini” sorgulamanın tam zamanıdır. Toprak-temelli sağlıklı bir gelecek yaratmak için neler yapılması gerektiğine ilişkin “zihin netliği” sağlamalıyız.
Neden?
1- Topraklarımız 1850’lı yıllardan bu yana tapu-odaklı işleme hakkı nedeniyle çok küçük parçalara bölünmüştür. Zeytin üreticisinin tanımıyla, “Dedelerimiz tarla tarla, babalarımız dönüm dönüm, bizler ağaç ağaç, çocuklarımız dal dal bölüşme aşamasına geldik.” Toprakların “aşırı parçalanması”, küçük ölçekli geçimlik işletmeleri sürdürebilir olmanın dışına itmiştir. Toprak-odaklı küçük işletmelerin gelirleri, aileden bir kişinin çalıştığı sanayi ya da hizmet işletmelerinin ödediği yasal “asgari ücreti” bile karşılayamaması kırsaldan göçü hızlandıran etkenlerden biridir.
2- Sanayi Devrimi sonrasında yaklaşık iki yüzyıllık süreçte, “gelişmiş toplumlarda” kırsal nüfusun oranı, toplam nüfusun yüzde 5’inin altına indi. Bu süreç hızlanarak bugün de işliyor. Kırsal kesimde yaşanan hızlı göç tarımsal üretimde geleneksel bilgiye sahip çalışan bulabilmeyi her geçen gün biraz daha zorlaştırıyor. Dünya genelindeki gelişmeler kanıtlıyor ki, “kırsala geri dönüş” konusunda verilen teşvikler, duygusal çağrılar ve popülist söylemler etkili olamıyor.
3- Topraklarımızı işleyerek “gıda güvenliği” sağlamak için “işgücü-odaklı üretim” , mekanizasyona dayalı “endüstriyel üretime” kayıyor. Bu eğilim, teknoloji-odaklı uygulamalar nedeniyle “rekabet-odaklı ölçeklendirmeyi” belirleyici değişken haline getiriyor. Coğrafya, iklim, topoğrafya, sulama, ilaçlama, gübreleme, diğer işleme etkinliklerini dikkate alan, toprak-bitki etkileşimini de gözden uzak tutmayan “tarımsal işletme ölçeklendirmesi” politikalarını ve uygulamalarını netleştirmeden başarılı sonuçlar yaratılamıyor.
4- Tarımsal üretimde işgücü sorununu çözmek için gerek şart haline gelen “teknoloji ikamesi” işletme ölçeklerini belirleyen değişkenlerden bir diğeri. Teknolojinin ürettiği araç-gereçler çoklu fonksiyonları nedeniyle belli ölçeklerin altındaki toprak işlenmesinde verimli kullanılamıyor. Toprak-ürün- iklim-topografya-bitki etkileşiminin yarattığı ekosisteme göre “dinamik ölçeklendirme” yapmadan, tarımsal işletmelerde üretkenliği ve verimliliği gerektiği düzeylere çıkarmak mümkün olamıyor.
5- Kırsal nüfusun göç eğilimi, teknoloji- tarım ilişkilerinin değişmesi, gıda ihtiyacını güven altına almak için ülkelerin korumacı anlayışının yaygınlaşması dikkate alınması gereken değişkenlerdir. Toprak mülkiyeti, işletme hakkı, tarımsal işletmelerin ölçeklendirilmesi, tarımsal altyapıların bütünlüğünün dikkate alınması, lojistik olanakları, perakende yapıları gibi değişkenler de “toprakları işleme düzenini” sorgulamayı gerektiriyor. Toprak işleme sorunlarını, sorgulanmış varsayımlara dayalı yeni bir “zihni modelle” ele almalıyız.
6- Toprak mülkiyetini koruyarak işleme hakkının yeniden düzenlenmesi, dar anlamda politik etkileri nedeniyle siyasi partilerin göze alamayacakları sorunlarımızdan biridir. “Toprakların işleme düzeni, ülkenin birikim yeteneğini koruyarak uzun dönemli geleceğini güven altına almanın” gerek şartıdır; sorgulama siyaset üstü anlayışla ve “beka” sorunu olarak ele alınmalıdır.
7- Toprak-odaklı ölçeklendirme sorununu çözmeden tarımsal üretimle ilgili diğer bütün önlemlerin beklenen etkiyi yaratmayabilir. Torak işleme düzeni yeniden yapılandırılmazsa, destek sistemlerinin yaratmak istediği sonuçlara ulaşamayacağını bilmeliyiz. Toprak düzeniyle ilgili düşüncelerin “doğru” ya da “yanlış” olduğuna ilişkin önyargı, yerleşik doğru, kalıp düşünce, kör inanç, ezber, ideolojik saplantı ya da başka bir etkenin tuzaklarına yakalanmamalıyız. Yurttaşın mülkiyet hakkını koruyarak “hizmette ölçeklendirme” olanaklarını iç ve dış koşullardaki değişmeleri dikkate alarak değerlendirmeliyiz. Hizmette ölçeklendirme, toprakların mülkiyeti korunarak, toprağı verimli işlemenin gereklerini yerine getirmedir. Geçimini topraktan sağlamayanların mülkiyetindeki topraklar ortak olma, kiraya verme ya da satış yoluyla rekabet edebilir ölçekte tarımsal işletmeler oluşturmak için değerlendirilmelidir. Herkesin katıldığı toprak genişliğine ve özelliğine göre payını alacağı sistem kurulmalıdır.
Bu bir “sorgulama” çağrısıdır; “doğrusu budur” iddiası değildir. Hep birlikte gözlemlerimizi, malumatlarımızı, bilgilerimizi, anladıklarımızı paylaşırsak, düşünce alanımızı büyütür, yaşamın gerçekliğine daha yakın düşünceler üreterek toplumsal gücün desteğini de alarak bu temel soruna çözümler üretebiliriz.