1996-1998 DÖNEMİNDE İŞVEREN SENDİKACILIĞI VE TİSK
TEKGIDA-İŞ SENDİKA AKADEMİSİ
51.Cumhuriyet Hükümeti (II.Çiller Hükümeti) 5.10.1995-30.10.1995 tarihleri arasında, 52. Cumhuriyet Hükümeti (III.Çiller Hükümeti) 30.10.1995-6.3.1996 tarihleri arasında görevdeydi.
24 Aralık 1995 tarihinde gerçekleştirilen milletvekili seçiminde oyların yüzle 21,4’ünü alan Refah Partisi 158 milletvekili çıkardı. ANAP’ın oyu yüzde 19,6 (132 milletvekili) ve DYP’nin oyu yüzde 19,2 (135 milletvekili) düzeyinde kaldı. DSP oyların yüzde 14,6’sını (76 milletvekili) ve yeniden faaliyete geçmiş olan CHP oyların yüzde 10,7’sini (49 milletvekili) aldı.
6.3.1996-28.6.1996 tarihleri arasında Mesut Yılmaz başbakandı (53. Cumhuriyet Hükümeti, II. Yılmaz Hükümeti). Ardından, 54. Cumhuriyet Hükümeti görev aldı (28.6.1996-30.6.1997). Necmettin Erbakan’ın başbakanlığındaki bu hükümet döneminde, Tekgıda-İş Sendika Akademisi’nin önceki raporlarında ayrıntılı olarak ele alınan Sivil İnisiyatif veya Beşli Girişim süreci yaşandı. Necmettin Erbakan’ın istifası üzerine 55. Cumhuriyet Hükümeti (III.Yılmaz Hükümeti) kuruldu ve 30.6.1997-11.1.1999 döneminde görev yaptı.
1996 Yılı Başında TİSK’e Bağlı İşveren Sendikaları
1996 yılı başında TİSK’e bağlı işveren sendikalarının listesi aşağıda sunulmaktadır:
T.Ağaç Sanayii İşverenleri Sendikası (İstanbul)
T.Ağır Sanayii ve Hizmet Sektörü Kamu İşverenleri Sendikası (TÜHİS) (Ankara)
T.Armatörleri İşverenleri Sendikası (İstanbul)
T.Cam, Çimento ve Toprak Sanayii İşverenleri Sendikası (İstanbul)
Çimento Müstahsilleri İşverenleri Sendikası (Ankara)
T.Deri Sanayii İşverenleri Sendikası (İstanbul)Gıda Sanayii İşverenleri Sendikası (İstanbul)
T.İnşaat ve Tesisat Müteahhitleri İşveren Sendikası (İNTES) (Ankara)
Kamu İşletmeleri İşverenleri Sendikası (Kamu-İş) (Ankara)
T.Kimya, Petrol, Lastik ve Plastik Sanayii İşverenleri Sendikası (KİPLAS) (İstanbul)
T.Maden İşverenleri Sendikası (Ankara)
T.Maden, Enerji ve Hizmet Sektörü Kamu İşverenleri Sendikası (Türk Kamusen) (Ankara)
T.Metal Sanayicileri Sendikası (MESS) (İstanbul)
T.Selüloz, Kağıt ve Kağıt Mamulleri Sanayii İşverenleri Sendikası (İstanbul)
T.Şeker Sanayii İşverenleri Sendikası (Ankara)
T.Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası (İstanbul)
T.Toprak, Seramik, Çimento ve Cam Sanayii İşverenleri Sendikası (İstanbul)
Turizm Endüstrisi İşverenleri Sendikası (İstanbul)
T.İlaç ve Kimya Endüstrisi İşverenleri Sendikası (İstanbul)
TİSK’in her yıl yayımladığı Çalışma İstatistikleri ve İşgücü Maliyeti araştırmaları kapsamındaki işyerleri, işyerlerindeki işçi ve tüm personel sayıları aşağıda sunulmaktadır:
YIL İŞYERİ SAYISI İŞÇİ TÜM PERSONEL
1992 465 173.382 213.838
1993 495 178.186 221.380
1994 449 142.443 181.529
1995 485 154.905 199.003
1996 491 157.257 202.629
1997 465 179.589 228.196
Bu dönemin önemli gelişmelerinden biri, Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası’nın 8 Ekim 1996 günlü TİSK Yönetim Kurulu toplantısı sonrasında TİSK’ten ayrılmasıydı. Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası TİSK’e üç yıl sonra yeniden üye oldu.
TİSK’in Çalışma Hayatına İlişkin Görüş ve Önerileri
TİSK’in çalışma hayatına ilişkin görüş ve önerileri, TİSK’in İşveren Dergisi’nin Mart 1996 sayısında yayımlandı. Bu belgenin önemli bazı bölümleri aşağıda sunulmaktadır:
“İşletmelerin rekabet gücünü sınırlayan başlıca kaynak, kamu yönetimindeki geleneksel popülist yaklaşımın etkisiyle devletin, ekonomide çok geniş ve verimsiz bir alan yaratması, ekonomik rasyonalite anlayışından uzak sosyal düzenlemeleri sürdürmesidir. (…)
“Esasen, halihazırda çalışma hayatı açısından rekabet gücünü etkileyen önemli handikaplarımız vardır:
“Çalışma mevzuatının ve ücret sisteminin rekabet gücünü zayıflatan özellikleri mevcuttur.
“Kıdem ve ihbar tazminatlarının yüksekliği.
“Çalışılmayan süreler için ücret ödenmesi.
“Fazla çalışmanın yüksek oranda ücretlendirilmesi. Türkiye’de haftalık yasal çalışma süresinin AB ülkelerine göre çok yüksek olmadığı, hatta Almanya, İrlanda, İtalya, Hollanda’dan daha düşük bir sürenin belirlenmiş olduğu görülmektedir.
“AB ülkeleri düzeyinde yıllık ücretli izin süresi.
“Yüksek oranlı sosyal güvenlik katkıları.
“Sosyal amaçlı fon uygulamalarının olumsuz etkileri.
“Zorunlu istihdam uygulamalarının olumsuz etkileri.
“İşverenin istihdama bağlı yasal yükümlülüklerinin ağırlığı.
“Net ücret oranının düşüklüğü.
“Verimlilik artışını engelleyen ücret yapısı.
“Hatalı toplu iş sözleşmesi politikaları. Toplu iş sözleşmelerindeki ücret artışları, verimlilik yerine enflasyon esasına dayalıdır. İşletme özelliğine göre farklılaştırma yeterince etkili olamamaktadır.
“Çalışma mevzuatının katılığı. Çalışma mevzuatı, değişen piyasa ve üretim koşulları karşısında işçi ve işverene, toplu iş sözleşmeleri yoluyla yeterli hareket alanı tanımamaktadır. Atipik çalışma şekilleri mevzuatla düzenlenmemiştir.
“Ücret piyasasına kanunun diğer olumsuz müdahaleleri. Asgari ücretteki yüksek reel artışlar ve tespitte, toplu iş sözleşmeleri gereğince yapılan yan ödemelerin dikkate alınmaması.
“Çalışma hayatında istikrarı bozacak yasal düzenlemelere gidilmektedir. (…) Son yıllarda demokratikleşme ve uluslararası normlara uygunluk sağlama gerekçesi altında, çalışma hayatında istikrarı bozacak, Türk toplumuna işsizlik, yatırım azalması, gelir kaybı vb. şekillerde yansıyacak olan İş Güvencesi, İşsizlik Sigortası gibi yasal düzenleme çalışmaları yapılmaktadır.
“Toplu iş sözleşmesi sistemimizin uyuşmazlığa eğilimli yapıda olması çalışma barışını güçleştirmektedir.
“İşgücünün eğitim düzeyindeki yetersizlik düşük verimliliğe neden olmaktadır.
“Ülkemizde sosyal diyalog süreci geliştirilememiştir.
“Rekabet gücünün artırılması için çalışma hayatı açısından alınması gereken tedbirler:
“Çalışma mevzuatının ekonomik hayatla bağlantısı kurulmalıdır. (…) Konfederasyonumuz, ekonomik kaldıramayacağı ölçülerde yapılacak sosyal düzenlemelerin, çalışanlara sosyal refah yerine işsizlik ve gelir kaybı getireceği görüşündedir. (…) Bugün çalışma hayatını düzenleyen yasa ve normların AB ülkelerinin gerisinde olmadığı, hatta ekonomik gelişmişlik seviyemizin üzerinde olduğu rahatlıkla söylenebilir. (…) Esasen Türkiye’nin sorunu çalışma standartlarının yetersizliği değil, çok dar bir kapsamda uygulanabilmesidir. (…) Mevzuatımızda halen mevcut olan hükümler, işçilerimize yeterli güvencesi sağlamıştır. (…) Mevcut korumalar, örnek alınan pek çok Batı ülkesinin dahi üzerindedir. (…) Ücretlere uygulanan vergi oranları düşürülmesi; 3824 sayılı Kanunun özel indirim tutarlarının asgari ücret seviyesine yükseltilmesi konusunda Bakanlar Kurulu’na verdiği yetki bir an önce ülke genelinde uygulanarak, asgari ücret vergiden muaf tutulmalıdır. (…) Emeklilik yaş sınırı yükseltilmesi, işçi ve işveren prim oranları azaltılmalıdır.
“Ücret-verimlilik ilişkisi kurulmalıdır. Üretime bağlı ücretin işgücü maliyeti içindeki payı artırılmalıdır. Yan ödemeler ücretle birleştirilmelidir. Çalışanlara yapılan ödemeler fiili çalışma ile ilişkilendirilmeli ve tüm ödemelerde fiili çalışma saatleri esas alınmalıdır. Mutlak veya oransal seyyanen artış kriteri terkedilmeli; ücret artışları iş değerlendirme ve performans değerlendirme sistemlerine göre yapılmalıdır. Toplu iş sözleşmeleri durgunluk veya kriz durumunda işletmelerin ekonomik şartlara uyumunu kolaylaştıracak, dolayısıyla verimlilik ve istihdam kayıplarını önleyecek esnek hükümler içermelidir. (…) Asgari ücretin yaş olarak farklılaştırılmasında, dünyadaki yaygın uygulama paralelinde 16 değil 25 yaş esas alınmalıdır.
“Sosyal barışa önem verilmeli, Ekonomik ve Sosyal Konsey yeniden düzenlenerek işletilmelidir.”
TİSK Başkanı Refik Baydur’un Laiklik Konusundaki Açıklaması
TİSK Başkanı Refik Baydur laiklik ilkesinin korunması konusunda son derece duyarlıydı. Nitekim, Tekgıda-İş Sendika Akademisi’nin Beşli Girişim veya Sivil İnisiyatif konusunda daha önceki haftalarda yayımlanan raporlarında da bu konu ön plandaydı. Refik Baydur, 4 Şubat 1997 günü düzenlediği basın toplantısında gelişmeler hakkındaki görüşlerini şöyle özetliyordu:
“4 Şubat 1997 günü TİSK Genel Merkezi’nde düzenlediğimiz basın toplantısında görüşlerimizi şöyle açıklıyorduk:
“Son zamanlarda özellikle koalisyon ortağı RP’nin sergilediği bazı tutumları yadırgadığımızı bildirerek, ‘Din eksenli kutuplaşma eğilimi giderek hızlanmıştır. Hiçbir siyasi partinin dini politikaya alet ederek, toplumu ikiye bölme hakkı yoktur,’ diyor ve şöyle devam ediyordum: (…)
“ ‘Son zamanlarda 74 yıllık Cumhuriyetimizin başta laiklik olmak üzere Atatürk tarafından konulan ve milletimize mal olan temel nitelik ve ilkeleri etrafında başlatılan tartışmalar da bizi fazlasıyla rahatsız etmektedir. (…) Toplumumuzda son zamanlarda din eksenli kutuplaşma eğilimi giderek hızlanmış, istikrarı ve sosyal barışı tehdit eder hale gelmiştir. Hiçbir siyasi partinin; dini politikaya alet ederek toplumu ikiye bölme hakkı yoktur. Özellikle Refah Partisi’nin son zamanlarda peşpeşe sergilediği bazı tutum ve davranışlar, geniş toplum kesimlerini ve işveren camiasını rahatsız etmekte ve bu partinin sanki yüzde 20’ye değil, yüzde 80 oy çokluğuna dayandığı izlenimini vermektedir.
“ ‘Son günlerde birbiri ardı sıra gündeme gelen; Kayseri’deki üniformalı korumalar olayı, kurban derilerinin bu konuda yasal düzenleme mevcut olmasına rağmen kim tarafından toplanacağı tartışması, Sincan Belediyesi’nin düzenlediği İran destekli ‘şeriat gecesi,’ Devlet dairelerinde ve üniversitelerde türbanın serbest bırakılması, Taksim’e ve Çankaya’ya birer büyük cami inşa edilmesi projeleri gibi olaylar ve bunlar etrafında yaratılan boş tartışmalar Türkiye’nin gerçek sorunlarını gündemden uzaklaştırmakta, sosyal gerginlik yaratmakta ve bunu büyüten çevreler de ortaya çıkmaktadır.’ “ (Refik Baydur,Zirvede 15 Yıl, Sinemis Yay., Ankara, 2006;198-200)
Olağanüstü Genel Kurulu Toplantısı
TİSK’in genel kurulu 22 Şubat 1997 günü Ankara’da olağanüstü olarak toplandı ve TİSK tüzüğünde bir değişiklik yapıldı. Bu değişikliğe göre, TİSK başkanı ve başkan vekilleri, Yönetim Kurulu tarafından değil, genel kurul tarafından kapalı oyla seçilecekti.
TİSK’in 22 Şubat 1997 tarihli olağanüstü genel kurul bildirisinde de laiklik konusu bir kez daha vurgulandı:
“Toplumda din istismarını mazur gösterecek, kişilerin inanç ve ibadetlerini yerine getirmelerini engelleyecek bir ortam yoktur. Laiklik de bunun en önemli teminatıdır. Tüm çağdaş devletlerin ortak niteliği olan laiklik ilkesini, Türkiye için vazgeçilmez bir unsur olarak görüyoruz.”
TİSK Başkanı Refik Baydur, 28 Şubat 1997 tarihinde Milli Güvenlik Konseyi’nin aldığı kararları da desteklediklerini açıkladı:
“6 Mart 1997’de Ankara’da bir basın toplantısı yaparak, ‘MGK kararları milletin ortak düşüncesini yansıtıyor. Bu kararları destekliyoruz. Türkiye’de rejim sorunu yoktur. Sadece şeriatı özleyenlerin tahrikinin bulunduğunu, siyasette oynayan taşların, yine siyasetçiler tarafından yerine konmasını gerekir,’ şeklinde söyledim.” (Baydur,2006;206)
Genel Kurul Raporu’nda Laiklik Vurgusu
TİSK Yönetim Kurulu Başkanı Refik Baydur, TİSK’in 5-6 Aralık 1998 günleri toplanan 20. Olağan Genel Kurulu’na sunulan Çalışma Raporu’nun Sunuş’unda laiklik konusuna vurgu yaptı. Bu konu, Çalışma Raporu’nda da önemli bir yer tuttu:
“Parlamenter demokratik rejimin ve başta lâiklik olmak üzere Atatürk ilke ve inkılâplarının ülkemiz bakımından sahip olduğu önem daha iyi kavranmıştır.” (TİSK, XX.Olağan Genel Kurul Çalışma Raporu, 5-6 Aralık 1998, TİSK Yay.No.181, Ankara, 1998;11)
“Biz Türk işverenleri, bugün Cumhuriyetimize güç veren ve onun yaşlanmasını engelleyen ana etkenin Atatürk ilkeleri olduğuna inanıyor ve bunlara tüm gücümüzle sahip çıkıyoruz. Özellikle lâiklik ilkesi, Cumhuriyetimizin güçlenip çağdaşlaşmasında çok önemli rol oynamış bir altın prensiptin. Bu ilkeye karşı çıkan, onu yok etmek isteyen çevreler, amaçları ve konumları ne olursa olsun, karşılarında Cumhuriyetin tüm çağdaş ve zinde güçleri yanında, Türk işveren camiasını da bulacaklardır.” (TİSK,1998;13)
Ekonomik Anayasa Talebi
TİSK bu yıllarda “ekonomik anayasa” tartışmasını başlattı.
Bu konuda TİSK’in üç yayını çıktı:
Aktan, C.C., Ekonomik Anayasa, TİSK Yay.No.162, Ankara, 1996, 83 s.
Baydur, R., Ekonomik Anayasa Konulu Panelde TİSK Başkanı Refik Baydur’un Açış Konuşması, Ankara, 1996, 7 s.
TİSK, Ekonomik Anayasa Paneli, Yay.No.167, Ankara, 1997, 83 s.
Ekonomik anayasa konusu, TİSK’in 20. Olağan Genel Kurulu’na sunulan Çalışma Raporu’nda da aşağıdaki biçimde ele alındı:
“Ekonomik Anayasa Türkiye Bakımından Bir İhtiyaçtır.
“Dünyada özellikle ABD ve Alman bilim adamları tarafından geliştirilen bir kavram olan ‘Ekonomik Anayasa,’ devlet yönetimlerinde ortaya çıkan sorunlar ve sorumsuzluklar neticesinde giderek daha fazla önem kazanmaktadır.
“Ekonomik Anayasa kavramının özünde, hükümetlerin harcama, vergileme, borçlanma, para basma yetkilerinin anayasal hükümlerle sınırlandırılması ve ülke Merkez Bankası’nın tam bir bağımsız statüye kavuşturulması yatmaktadır.
“Konu, geçtiğimiz yıllarda ülkemizde bir süre tartışılmış ve ne yazık ki rafa kaldırılmıştır. Ülkemizin ekonomik istikrara olan büyük ihtiyacı karşısında, TİSK konuyu yeniden gündeme getirmiş ve 1996 yılından bu yana kamuoyunda tartışmaya açmıştır. (…)
“Bu kurallar, ülkemizde çok yaygın şekilde kullanılan popülist uygulamalara, seçim ekonomisinin olumsuzluklarına engel olacak; siyasi iktidarlara yol gösterirken, siyasi rekabetteki sorumlu davranış modelini de yaratacaktır.” (TİSK,1998;20)
Ekonomik anayasa önerisinin en önemli nedeni, iktidardaki siyasi partilerin seçimde destek sağlama kaygılarıyla popülist politikalar uygulamalarıydı. Çalışma Raporu’nda bu konuda şu değerlendirme yer alıyordu:
“Seçim Ekonomisi Uygulamalarından Uzak Durulmalıdır.
“Ülkemizde genel ve yerel seçimlerin Nisan 1999 tarihinde yapılması kararının alınmasıyla birlikte, seçim ekonomisine yönelik uygulamaların devreye girerek, kamu açığının büyümesi, iç borçlanmanın artması, enflasyon hedefinin şaşması ve izlenen ekonomik programdan sapmalar olması şeklinde endişeler de gündeme gelmiştir.
“Türkiye’de yıllardır siyasi alanda yaşanan istikrarsızlık, hükümetlerin kısa ömürlü olmasına ve bununla birlikte oy avcılığına dayalı seçim ekonomisi uygulamalarına yol açmıştır. Siyasi istikrarsızlık, ekonomiye ve sosyal alana da istikrarsızlık olarak yansımış; siyasetteki popülist yaklaşım, ülkenin temel sorunlarının çözümü yolunda sağlam ve cesur adımların atılmasındaki en önemli engeli oluşturmuştur. Çalışma hayatımız da, en kolay siyasi taviz verilen alanlardan biri olarak bu tür uygulamalardan nasibini almıştır. Ne yazık ki, seçim ekonomilerinin ve popülizmin, ekonomik ve sosyal hayat üzerindeki tahribatı uzun yıllar giderilememekte, halkımız bundan büyük zarar görmektedir.” (TİSK,1998;21)
Beşli İnisiyatif
Tekgıda-İş Sendika Akademisi’nin daha önceki raporlarında TİST, Türk-İş, DİSK, TESK ve TOBB’un oluşturduğu Beşli İnisiyatif veya Sivil İnisiyatif ayrıntılı olarak ele alınmıştı. Çalışma Raporu’nda bu konuda aşağıdaki değerlendirme yapıldı:
“Beşli İnisiyatif Türkiye’nin Geleceğinde Önemli Roller Üstlenecektir.
“Ülkemizde de özel sektör ve sivil toplum kuruluşları arasında son dönemde başlayan diyalog ve işbirliği giderek daha yapıcı bir hâl almıştır.
“Özellikle, Cumhuriyetimizin vazgeçilmez ilkeleri olan demokrasi ve lâiklik kavramlarına, geçtiğimiz dönem içerisinde yönelen tehditler karşısında, TİSK, TOBB, TESK, TÜRK-İŞ ve DİSK’in üstlendiği ‘kamuoyu sözcülüğü’, gelecekte de toplumsal dayanışmanın en önemli sembollerinden birisi olarak anılacaktır.
“Söz konusu beş kuruluşun oluşturduğu inisiyatif, bilgi çağında, birbirleriyle taban tabana zıt ekonomik menfaatleri savunan örgütlerin bile ulusal çıkarlar söz konusu olduğunda biraraya gelebildiğinin en önemli göstergesidir. Bu girişimin, toplumun diğer kesimlerine, özellikle de siyasi partilere örnek oluşturması gerekmektedir.” (TİSK,1998;22)
“Türk çalışma hayatında son dönemdeki en önemli gelişmelerden birisi, TİSK, TÜRK-İŞ, DİSK, TOBB ve TESK’in ‘Beşli İnisiyatif’ olarak da adlandırılan işbirliğinin doğuşudur.
“REFAH-YOL Hükümeti döneminde, ülkede gerginliği artıran, toplum kesimleri arasında bölünmeler yaratan ve lâiklik başta olmak üzere Cumhuriyetin temel niteliklerine yönelik olan hareketlerin sona erdirilmesi için Beşli İnisiyatif tarafından ortak bildiriler yayınlanmıştır.
“REFAH-YOL iktidarının istifasının ardından Beşli İnisiyatif çeşitli tarihlerde toplanarak, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik, sosyal ve siyasi koşulları değerlendirmiş ve bu doğrultuda görüş ve önerilerini ortaya koymuştur.
“Beşli İnisiyatifin dile getirdiği görüş ve öneriler kamuoyunda; toplumun sesini yansıttığı ve arkasına aldığı büyük sivil güç ve destek ile Türkiye’nin tarihinde önemli bir hareket oluşturduğu şeklinde yorumlanmıştır.
“Farklı çıkar gruplarının en üst düzey temsilcileri olan bu kuruluşların, ülke çıkarları doğrultusunda gösterdikleri işbirliği ve uzlaşmacı tavır, AB ülkelerinde de yankı bulmuş ve Avrupa Parlamentosu 16-18 Eylül 1997 tarihlerinde Strasbourg’da Beşli İnisiyatifin Başkanlarını dinlemiştir.” (TİSK,1998;88)
“8 Yıllık Zorunlu Temel Eğitim Uygulaması”
“16 Ağustos 1997 tarih ve 4306 sayılı Yasayla zorunlu temel eğitim süresinin sekiz yıla çıkartılmış olması, ülkemizin geleceği açısından son derece önemlidir. Konfederasyonumuz, sekiz yıllık zorunlu temel eğitim uygulamasına gerekli desteği vermiştir ve bu desteği sürdürecektir. Çünkü konunun siyasi yönü kadar, sosyal boyutu, hatta çalışma hayatına ve endüstri ilişkilerine yansıyan yönleri bulunmaktadır.” (TİSK,1998;91)
Sosyal Hüküm (Social Clause) Tartışmaları
1990’lı yılların ikinci yarısında uluslararası ticarette ve çalışma hayatında öne çıkan konulardan biri, Dünya Ticaret Örgütü’nün kurallarına Uluslararası Çalışma Örgütü’nün bazı temel Sözleşmelerinin eklenmesi talebiydi. 1970’li yılların ikinci yarısından itibaren ulusötesi şirketlerin yatırımlarının gelişmekte olan ülkelere ve Çin Halk Cumhuriyeti’ne kaydırılmış olması, gelişmiş kapitalist ülkelerde devletin vergi ve sosyal güvenlik primi gelirlerinde azalmaya, işsizlikte artışa yol açmıştı. Ulusötesi şirketlerin yatırımlarını yeniden gelişmiş kapitalist ülkelerde yapmasını sağlamak amacıyla gündeme getirilen bu talebe gelişmekte olan ülkeler karşı çıktılar. Talep, uluslararası ticarette bir “sosyal hüküm” (social clause) eklenmesiyle, gelişmekte olan ülkelerin ihracatının sınırlandırılmasıydı. TİSK, bu girişime karşı çıktı:
“Gerçekten de, gelişmiş ülkelerin Dünya Ticaret Örgütü nezdinde bu girişimi, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu gelişmekte olan ülkelerin uluslararası ticaretlerini engelleyebilecek bir nitelik taşımaktadır.
“Sosyal hükmün getirilmesini haklı kılacak Uzak Doğu ülkeleri uygulamaları bulunmakla beraber, böyle bir kuralın getirilmesi, ticari ilişkilerimizin yoğun olduğu başta AB üyesi ülkeler olmak üzere, diğer ülkelerce Türkiye için de haksız şekilde uygulanabilme tehlikesini taşımaktadır.” (TİSK,1998;84)
Ekonomik ve Sosyal Konsey
TİSK’in sürekli olarak gündemde tutmaya ve gerçekleştirmeye çalıştığı taleplerden biri, siyasal iktidarların politikalarının belirlenmesinde dikkate alacakları etkili bir ekonomik ve sosyal konseyin kurulmasıydı. Bu konu Çalışma Raporu’nda aşağıdaki biçimde yer aldı:
“Konfederasyonumuz, ekonomik kalkınmanın hızlandırılmasında, toplumsal refahın artırılmasında ve sosyal barışın kurulmasında, toplumu oluşturan kesimlerin diyalog ve işbirliğinin temel itici güç olduğuna inanmaktadır. Bu görüşten hareketle, toplumsal uzlaşma için elverişli bir zemin yaratacak olan Ekonomik ve Sosyal Konsey’in kurularak, etkin şekilde işletilmesinin gereğini ve önemini her zaman ve her platformda kavunmuş, konunun yakın takipçisi olmuştur.” (TİSK,1998;163)
“Ancak Konsey’in bugüne kadar yapılan toplantılarının, sivil toplum kuruluşlarının hükümet tarafından bilgilendirilmesinden öteye geçemediği; diğer bir ifadeyle, ülkenin temel ekonomik ve sosyal sorunlarına ortak çözümler üretecek bir platform olma niteliğine henüz kavuşturulamadığı gözlenmektedir.” (TİSK,1998;164)
TİSK’in bu konudaki önerileri de şu şekilde formüle ediliyordu:
Ekonomik ve Sosyal Konsey kanunla kurulmalıdır.
Ekonomik ve sosyal konular görüşülerek, mutabakat sağlanmalıdır.
“Konfederasyonumuza göre, Ekonomik ve Sosyal Konsey’in temel işlevi; ekonomik istikrarın kurulması, büyümenin ve sanayileşmenin hızlandırılması, enflasyonun düşürülmesi, üretimin, yatırımların ve verimliliğin artırılması, ekonomiye rekabet gücü kazandırılması, istihdamın geliştirilmesi ve işsizliğin önlenmesi, işgücü niteliğinin yükseltilmesi, gelir dağılımının iyileştirilmesi, çalışma hayatının ekonomik ve sosyal gelişme hedeflerine uygun şekilde düzenlenmesi gibi temel sosyo-ekonomik amaçlar için ortak görüş oluşturmak ve Hükümet ve Parlamento’ya tavsiyelerde bulunmak olmalıdır.” (TİSK,1998;164)
Özel İstihdam Büroları
TİSK’in daha önceki yıllarda da gündeme getirdiği taleplerinden biri, işçilere iş ve işverenlere işçi bulma konusunda tekel durumda olan İş ve İşçi Bulma Kurumu’nun yanı sıra özel istihdam bürolarının kurulma ve çalışmalarına izin verilmesiydi. TİSK’in Çalışma Raporu’nda bu konuda bir model önerisi yer alıyordu:
“Türkiye İçin Model Önerisi”
“Türkiye’de özel istihdam büroları hayata geçirilirken bunların yapısı, işleyişi, denetimi ile ilgili olarak gözönüne alınması gereken ilkeler şöyle sıralanabilir:
“Özel istihdam büroları dinamik bir örgüt ve yönetim çatışışına sahip olmalıdır.
“Özel istihdam büroları otomasyon ve düzenli kayıt sistemi oluşturmalıdır.
“Özel istihdam büroları üst işçi-işveren kuruluşlarına üye olabilmelidir.
“Özel istihdam bürolarının faaliyetleri şeffaf olmalıdır.
“Özel istihdam büroları kuracak kişilerin konu ile ilgili alanlarda lisans eğitimi görmüş olması şartı aranmalıdır.
“Özel istihdam büroları başlangıçta metropoliten alanlarda faaliyet göstermelidir.
“Özel istihdam büroları yeniden eğitim verebilecek yapıda olmalıdır.
“Özel istihdam büroları üst yönetiminde devletin yanında işçi-işveren ve üniversiteye yer verilmelidir.
“Özel istihdam bürolarının denetimi işçi ve işveren kuruluşlarının da yer aldığı özerk bir turum tarafından yapılmalıdır.
“Özel istihdam bürolarının faaliyetlerine ilişkin mevzuat hazırlanırken temel amaç büroların etkin biçimde işlemesi olmalıdır.” (TİSK,1998;172-173)
Kıdem Tazminatı Fonu
Kıdem tazminatı ve kıdem tazminatı fonu bu yıllarda da TİSK’in çalışmalarında önemli bir yer tutuyordu. TİSK’in 1998 yılında toplanan 20. Genel Kurulu’na sunulan Çalışma Raporu’nda kıdem tazminatı fonu konusu aşağıdaki biçimde ele alındı:
“Konfederasyonumuz (…) çıkarılacak Kıdem Tazminatı Fonu Kanunu’nun aşağıdaki esaslara dayanması gerektiği görüşündedir:
“Her şeyden önce kıdem tazminatı fonu dolayısıyla İş Kanunu’nun 13. ve 17. maddelerinde değişiklik yapılmamalıdır. Konfederasyonumuza göre kıdem tazminatı, ne işçinin çıkarılması ne de çıkarılmamasının sebebi değildir.
“Fon, kıdem tazminatı ödenmesini gerektiren bütün haller için uygulanmalı ve işyerlerinin mükerrer ödeme yapması önlenmelidir. Konfederasyonumuz, yeni bir külfet yaratacak ve çift ödemeye yol açacak herhangi bir düzenlemeye karşıdır. Fon kurulacaksa kıdem tazminatı ödemesini gerektiren bütün halleri kapsamına almalıdır.
“Fon kurulacaksa Kanuna, hizmet tazminatı veya benzeri ad altında herhangi bir tazminatın işverence ayrıca ödenebileceğine dair bir hükmün sözleşmelere konulamayacağı eklenmelidir.
“Kıdemli kıdemsiz ayırımı yapılmaksızın bütün işçiler Fon kapsamı içinde olmalı ve Fon Kanunu yürürlüğe girdiği zaman o tarihe kadar doğmuş olan kıdem tazminatı miktarı işverenler tarafından fona uygun taksitlerle borçlanılmalı ve işçilerin kıdem tazminatı tutarlarının tümünü fondan almaları mümkün olmalıdır.
“Fon kurulduğu takdirde işverenlerin ödeyeceği prim bilimsel esaslara göre tespit edilmelidir. Kıdem tazminatı 13. ücret olmasına rağmen (%8,33) bunun karşılığı prim olmamalıdır. Sigortacılık işlemlerine göre alınacak prim, yapılacak ödemenin çok altında olmaktadır. Bu konuda son sıralarda özel sigorta şirketlerinin ikinci emeklilik sloganı adı altında tahsil ettikleri primler ve buna mukabil verecekleri toptan ödemeler bu iddiamızı doğrulamaktadır.
“Fon kurulduğu takdirde sosyal sigorta uygulamasında olduğu gibi işverenin sorumluluğu işçiye karşı değil, Fon’a karşı olmalıdır. Diğer bir deyişle, Fon, kıdem tazminatı borçlusunun halefi haline gelmelidir.
“Fonda biriken meblağın ekonomin canlandırılması ve yatırımların hızlandırılması amacıyla nasıl kullanılabileceği Kanunda açıkça belirtilmelidir. Herşeyden önce Fon amacı dışında kullanılmamalı ve iştirakçisi dışında kimseye kullandırılmamalıdır.
“Fon kurulduğu takdirde İş Kanunundaki kıdem tazminatının sigortalanamayacağı yolundaki hüküm kaldırılmalıdır. Böyle bir yasağın ne tazminat hakkı ne de işçinin menfaati ile en küçük bir ilgisi bulunmamaktadır. Aksine böyle bir sigorta, işçinin yararınadır ve onun teminatıdır.
“Fon yeni bir teşkilat tarafından değil, teşkilatı bulunan Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından yönetilmelidir. Böylece duplikasyona sebebiyet verilmeyecek, yeni bir organizasyon masraf ve işlemlerine yol açılmayacaktır. Ancak fon için yeni bir yönetim öngörülür ise, ödemelerin tamamı işveren tarafından yapıldığı için yönetimi de işveren ağırlıklı olmalıdır.” (TİSK,1998;177-178)
Memur Sendikaları
1995-1998 dönemi, Türkiye’de kamu çalışanları sendikalarının toplumsal yaşamda güç ve etkilerini artırdıkları, büyük katılımlı eylemler düzenledikleri yıllardır. Kamu çalışanları sendikalarının kuruluş ve işleyişlerine ilişkin kanunun bulunmaması, birçok açıdan sorunlara yol açıyordu. TİSK’in kamu çalışanlarının sendikalaşmasına ilişkin önerileri, bu örgütler tarafından kabul edilemeyecek biçimdeydi. TİSK’in kamu çalışanları veya memur sendikalarının kuruluş ve çalışmalarına ilişkin görüş ve önerileri, Çalışma Raporu’nda aşağıdaki biçimde ele alınıyordu:
“Konfederasyonumuz bugüne kadar kamu görevlilerinin örgütlenme hakkına kavuşturulmasına hiçbir zaman karşı olmamış, ancak kamu görevlilerinin örgütlerinin kuruluş ve işleyiş tarzı ile sahip olacağı işlevler bakımından işçi sendikalarından farklı bir nitelik taşıması gerektiği görüşünü savunmuştur. Zira kamu görevlilerine tanına özlük hakları ve gerçekleştirdikleri kamu hizmetleri göz önüne alındığında bunların özel kesim çalışanlarına göre çok daha farklı bir statüde değerlendirilmeleri zorunludur.
“Her şeyden önce devletin asli ve sürekli görevlerinin aksatılmadan yürütülmesi ilkesinin göz önünde tutulması, kamu hizmetlerinden beklenen etkinlikle teşkilatlanma özgürlüğünün bağdaştırılması gerekmektedir.
“Ayrıca, kamu görevlilerine sağlanacak sendikal haklar ve güvenceler karşısında hizmet ilişkisi de yeniden düzenlenmelidir. Bugün kamu görevlilerine hizmet akdi ile çalışan işçilere göre çok daha fazla iş güvencesi sağlanmış olup, bunların nakil, tayin vb. durumları da Danıştay yolu ve yürütmenin durdurulması uygulaması ile daha ayrıcalıklı hale getirilmiştir. Dolayısıyla yasal düzenleme ile tanınacak haklar bu gibi teminatlarla bağdaşır nitelikte olmalıdır.” (TİSK,1998;179)