TEKEL İŞÇİLERİNİN ÖLÜME DOĞRU GİDEN DİRENİŞİ !
Köşemde bir ay önce çıkan makalemin ilk paragrafında “Günlerdir Ankara´da bir dram sahneleniyor ve bu dramın aktörleri bu kara kışta buz gibi sulara atılıyor ya da ölçüsüz bir şiddete maruz kalıyorlar” diye yazmıştım.
Köşemde bir ay önce çıkan makalemin ilk paragrafında “Günlerdir Ankara´da bir dram sahneleniyor ve bu dramın aktörleri bu kara kışta buz gibi sulara atılıyor ya da ölçüsüz bir şiddete maruz kalıyorlar” diye yazmıştım.
Bir ay sonra Ankara´ya 250 kilometre uzakta yaşadığım şehirden medyanın duymak istemediği çığlığı yakından duymak, sıcak gelişmeleri izlemek için yola koyuldum.
Talihsizlik bu ya Ankara´ya varır varmaz peş peşe iki yakın akrabamın ameliyatı, hastane koridorlarında geçen saatler, şiddetli bir girip sonucu (çok şükür domuz gribi değildi) 4 gün yatak döşek yattım.
Bir odanın içine sıkışmıştım ama Tekel işçisinin hapsolduğu Sakarya Caddesi ve Türk-İş önü aklımdan çıkmıyordu. Ankara´nın zalim kış koşulları ve o ünlü ayazında dondurucu gecelerinde emekleri ve ekmekleri namerde koz olmaması için verdikleri onurlu direniş ve mücadeleyi kısıtlı da olsa bazı TV kanallarında izliyorduysam da bir an evvel oraya gitmek istiyordum.
4. gün dayanamadım ve henüz iyileşmemiş olsam da yorgun ve hasta bedenimi iyice sarıp sarmalayıp Kızılay´a doğru yola çıktım.
İŞKENCE ÇADIRI 4/C
Sakarya caddesinde sağlı sollu iptidai çadır bez branda ve naylonlar direkler ve ipler ile yıkılmasınlar diye kardan ve yağmurdan korunaklar yapmışlar. TEKEL işçileri 40 gündür korunak çadırlarda kendilerini soğuktan değil, sadece kar ve yağmurdan koruyacak naylon ve branda ( o da ne kadar etkiliyse) korunaklar yapmışlardı.
Milyonlarca lira aidat toplayan sendikalar, federasyonlar, konfederasyonlar TEKEL İşçilerinin Ankara´nın dondurucu ayazında onurlu ve sağlıklı bir direniş göstermeleri için 21 il´den gelen işçiler için sağlıklı kalacakları birer çadır yapmayı bile akıl edinememişlerdi.
Şükür ki işçiye battaniye gönderen “O” anlı şanlı sendikalardan haydi diyelim Tek Gıda İş yöneticileri eylemin stresi, direniş ve grevin baskısından bu ince ayrıntıya akıl edinemediler. Peki, ya Türk – iş yöneticileri her gün karşılaştıkları bu kötü koşulları hiç mi gözlemlemediler. İnsanlık dışı bu yaşam düzeyini biraz olsun akıllarından hiç mi geçmedi?
Bir çadır korunağın direğine asılmış kartona yazılmış bir yazı okudum. “İşkence Çadırı 4-C” diye. Aslında işçiler bunu farklı bir anlam içersin diye yazmışlardı. Oysa çadır korunaklı manzara AKP´nin 4-C işkence çadırından daha büyük bir işkence olarak gelenleri karşılıyordu. 4 tarafı açık, üstü naylon ile örtülü korunaklarda gündüzleri artı 5-6 geceleri eksi 4-5 derece Ankara soğuğunda on binlerce TEKEL işçisi çile çekiyordu.
Bu manzaraya karşılık başta Tek Gıda iş sendikası ve TÜRK-İş TEKEL işçilerine eksi 4 derece dondurucu havada soğuk alsın, ciğerini üşütsün, zaturre olsun ( ki çoğu oldu bile ) mu bekliyorlar. Ya da dilim varmıyor ama işçilerden bazı askeriyede olduğu gibi görev zayiatı yerine grev zayiatı ile karşı karşıya mı kalsın bekliyorlar.
TÜRK-İŞ KONFERANS SALONUNDA YAŞANANLAR DAHA BETERDİ
Sakarya caddesinde yaşanan dramı anlamak için buraya gitmek gerekiyormuş. Ben gittim, gördüm ve yaşadım. Keşke sorun sadece çadır sorunu olsaydı. Sakarya Caddesi´nde Batman, Diyarbakır, Manisa, Samsun, Adana, İzmir, Bitlis, Muş ve diğer korunak çadırları gezdiğinizde her işçinin yaşadığı şehrini ardında bıraktığı hasta, sakat çocukları, anneleri ve babalarının dramını dinlemek bir yana, sararmış, soğuktan kararmış yüz hatları ve de kesik öksürüklerini dinlediğinizde onlarla birlikte sizde gözyaşlarınızı tutamıyordunuz.
Naylon çadır korunakların altında battaniyelere sarılmış yorgun, solgun ve zayıflamış avurtları ile titreyen ağızlarından sadece “Ya hak, ya da ölüm” sözcükleri ile son dirençlerini inat ve iradeli bir onur abidesi olarak dimdik ayakta tutuyorlardı.
Aslında dışarıda beton üstünde aç, bilaç yaşananlar TÜRK-İŞ Konferans salonun içinde yaşananlar karşısında hafif kalırdı. TV ekranlarında izlemişsinizdir. 158 işçiyi alan salonun sandalyeleri üzerinde günlerdir açlık grevi yapanların yanı sıra bir kaçı işçi ölüm orucuna başlamışlardı bile.
Nitekim konferans salonunun yanı başında yerlere serilen döşeklere uzanan TEKEL işçileri birer birer rahatsızlanarak hastanelere kaldırılıyorlardı. Orada bulunduğum gün ve saatlerde sadece 7 işçi acil durumları nedeniyle hastanelerin yolunu tutmuştu bile.
TEKEL işçileri kazanılmış hakları gasp edilmesin diye girdikleri direnişi 40 gündür gerilimli, ama kontrollü sürdürüyorlar. Slogan olan “ Ya onurlu bir gelecek, ya da şerefli bir ölüm” biraz daha geç kalınırsa korkarım ki gerçekleşir. İşte o zaman iş barışını sağlamak hiçte kolay olmayacak.
Diyarbakır çadır korunakta bir TEKEL işçisi bana şunları söylemişti:
“ AKP bizi kurban etmesin. Başbakan sürekli en az 3 çocuk diyor. Çocuk yapmak kolaydır. TEKEL işçisinin hak edilmiş maaşı 600 TL´ye inerse. Bu paranın 400 lirası kiraya gidecek. Kalan 200 TL ile üç çocuğu nasıl besleyeceğimizin formülünü de verecek mi?
Milli EĞİTİM Bakanı Birkaç seneye varmaz binlerce okul kapanacak, öğrenci bulamıyoruz diyor. Çocuk ve genç nüfus azalıyor diyor. O zaman bu çocukların ve gençlerin baba ve annelerini neden 600 TL´ye mahkûm ediyorlar?
Başbakan ve Milli EĞİTİM Bakanı yarının çocuk ve genç nüfus hesabını yapıyorlarsa o zaman bu çocuk ve gençlerin babalarının aldığı üç kuruş maaşlarına göz dikmesinler.”
TEKEL İşçileri Cumhuriyet tarihinde kazanılmış haklarını korumak için vurmadan, kırmadan, dökmeden kontrollü bir direnişin sembolü oldular. İşçiler bir çadırın direğine bir başka kartona bir başka mesajları da şöyleydi: “ Boynu eğri gezmektense, kurda kuzu vermektense, zulme sen demektense HAK diyerek ölmek güzel.”
TEKEL işçilerinin hak arayışında ölüm sendromu yaşamaktan kurtarmak gerek. Ölüm asla güzel değil. Çadırda kartona yazılmış şair Bal İbrahim´in yazdığı şiirini biraz değiştirerek diyorum ki:
Emekçinin emekleri yoz olmasın, memleketim hırsızlara kaz olmasın, ekmeğimiz namertlere koz olmasın, kefen giymiş TEKEL İşçisine ölüm yol olmasın.
Açlık ya da ölüm grevi başlamadan, insanlar ölmeden bu işin çözülmesini Başbakan, Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti ve MALİye Bakanı hemşerimden bu satırlarım aracılığı ile rica ediyorum.
En azından bu acıya AKP´li birkaç Milletvekili heyeti çadır korunakları ziyaret ederek gerilimi biraz düşürebilirler. Çünkü grevdeki işçilerin kazanılmış haklarınını korunması koşulu ile uzlaşmaya hazırlar. Zaten işçilerin büyük çoğunluğu 2007 seçimlerinde Adalet ve kalkınma Partisine oy verdiklerini, ama yaşadıkları utanç tablosunu iktidar partisinin görmeye bile gelmediğini söylerken “ Merak etmesinler, bizler demokratik açılımın ruhuna uygun direniş yapıyoruz. Bizi dondurucu soğuklarda havuzlara atan, gazla hastanelik eden polislerle bile el sıkıştık. İktidar Milletvekilleri gelirse onları da ağırlar, çay ikram eder, konuşur yanlış bilgilendirmeler yerine derdimizi ve gerçek taleplerimizi iletiriz” diyorlardı.