‘TEKEL’E İLİŞKİN FARKLI BİR YORUM
İçki fabrikalarımızı sattınız, parasını aldınız. Sigara fabrikalarımızı sattınız, parasını aldınız. Tütünlerimizi sattınız, parasını aldınız. Bizi işsiz bıraktınız ve şimdi de diyorsunuz ki ´yatanlara para mı ödeyelim.´
Gazeteciler Başbakan’a Tekel bahsine ilişkin sorular da yöneltmişler. Başbakan da, eylemlerini haftalardır sürdüren Tekel işçilerinin "çalışmadan aydan aya maaş almak" istediklerini bir kere daha tekrarladıktan sonra şöyle devam etmiş:
"Ben de diyorum ki, ‘biz bu devleti adeta bir özel sektör mantığı ile mi çalıştıracağız yoksa geçmişten bu yana alışmış haliyle mi yürüteceğiz?’ Devleti bu işin içinden çekmek istiyoruz. Devlet, artık ticaretin içinde olmamalı. Özel sektörün girmediği yere devlet girmeli, özel sektörün girdiği yerde de devlet durmamalı, çıkmalı ki bu işi rekabete açalım…"
Bilmem Ak Parti tabanı da benim gibi mi, yani şöyle mi düşünüyor: "Liberalizm" iyidir hastır da, bu kadarı da değil herhalde! Aslında Başbakan’ın da kelimesi kelimesine bu açıklamaya evet demeyeceğini sanıyorum. Biliyoruz, "Devlet-i ebed müddet"in modası çoktan geçmiş durumda; ama yine de, "Biz devleti adeta bir özel sektör mantığı ile mi çalıştıracağız?" soru/cevabını "maksadını aşmış" bir dil sürçmesi olarak kabul etmeliyiz derim. "Devlet ve Sivil Toplum" ilişkisinin-dengesinin demokrasi çerçevesinde tanımlanıp gerçekleşmesini talep etmek, devletin "özel sektör mantığı ile çalışmasını" özlemekle aynı şey midir?
TEKEL işçilerinin eylemleri çerçevesinde MALİye Bakanı’nın geçenlerde sarf ettiği, devleti "moral" bir varlık olarak tasvir eden "sosyal"i son derece kırıcı-yaralayıcı sözlerini (hani şu, hükümetin "merhametle" davrandığının belirtildiği sözler) Başbakan’ın ağzından duymadık. Ancak dikkat ederseniz, Başbakan da, hükümet olarak işyerleri özelleştirilen TEKEL işçileri sorununa bugüne kadar hep "iyi niyet"le yaklaştıklarını söylüyor. Mesela "4C"ye geçiş süresinin özel olarak iki yıl tutulması gibi. Bana sorarsanız, bu "iyi niyet"in de "sosyal devlet"te yeri yok. Yanılıyor muyum; doğru anlaşılan bir "sosyal devlet"te genel olarak işçilerin, özel olarak özelleştirilen işletmelerden çıkarılan işçilerin haklarının hükümetin-devletin "merhameti" ya da "iyi niyet"i araya girmeden teslim edilmesi gerekmez mi? Demek ki bu ve benzer sorunlara, devleti-hükümeti bazen "moral" , bazen "özel sektör" benzetmesinde olduğu gibi "amoral" (hatta büyük ölçüde "immoral") nitelikte bir "varlık" olarak anlayarak yaklaşamayız. Mesele "toplumsal"ı temel alan bir siyaset çerçevesinde gelişmiş bir hukuk ve kazanılmış haklardan ibarettir. Demokraside kimse kimseye bir şey bahşetmiyor; herkes siyasetin olgunlaştırdığı hukuk çerçevesinde hakkını alıyor ya da arıyor.
TEKEL işçilerinin eylemlerini bugün bir kere daha köşeme taşımama, 30 Ocak tarihli Radikal gazetesinde karşılaştığım imzasız bir haber neden oldu.
"Hükümet, Tekel ihalesinde ‘para’yı tercih etti, işçiler direniş çadırına girdi" başlıklı bu haber-analiz, haftalardır konuştuğumuz bir konuya –gerçekten- çok farklı yaklaşıyordu.
Haber-analiz şöyle başlıyor: "İki yıl önceki ‘jet’ ihalede hükümetin yalnızca, ‘yüksek fiyat’ı araması hem binlerce işçiyi sokağa döktü, hem de hükümeti zorda bıraktı. Çünkü az farkla ihaleyi kaybeden diğer taliplerin fabrikaları olmadığı için işçilere ihtiyacı vardı."
Belki de fazladan uzatmaya gerek yok. Önümüzdeki haber bu ana fikrin tarih, rakam ve yetkili ağızlardan –zamanında- yapılan açıklamalarla açılımından ibaret.
İhale sözleşmesinde özelleştirme yöntemini "varlık satışı" olarak belirlediği için, yeni sahibin özelleştirilen işyerlerindeki çalışanlara istihdam garantisi vermesi söz konusu değildi. Dolayısıyla, ülkede sigara fabrikaları olan BAT ihaleyi kazanınca, bu tür bir yükümlülük taşımıyordu.
Önümüzdeki haber-analizden bir cümle daha aktaralım: "Halbuki Özelleştirme İdaresi ihaleyi yalnızca yüksek fiyatı öne çıkartarak sonuçlandırmasaydı, ikinci yüksek teklifin sahibi Strand Investment’a verseydi bugün hükümetin kucağında bir Tekel işçileri sorunu olmayacaktı. Bunun için yapılacak olan ihale şartnamesine ‘belli miktarda işçi için istihdam sağlama zorunluluğu’ koymaktı. İhaleye katılan şirketlerden BAT dışındakiler Türkiye’de sigara üretmedikleri ve fabrikaları da bulunmadığı için bugün direnişte bulunan 12 bin işçinin önemli bir bölümünü de çalıştırmaya devam edecekti…"
Bakın, bana göre (de) hiç de yabana atılmaması gereken bir haber-analiz bu.
Özelleştirmeye kimsenin hayır dediği yok; ama pazarlık masasının iki yanında oturanların aynı kategoriden ("özel sektör") olduğunu ileri sürmek de imkansız.
İşte bu nedenden, Tek Gıda-İş Başkanı Mustafa Türker’in dünkü yazımda aktardığım sözlerini bir kere daha hatırlamakta fayda var:
"İçki fabrikalarımızı sattınız, parasını aldınız. Sigara fabrikalarımızı sattınız, parasını aldınız. Tütünlerimizi sattınız, parasını aldınız. Bizi işsiz bıraktınız ve şimdi de diyorsunuz ki ‘yatanlara para mı ödeyelim.’"
Kaynak: YENİ ÇAĞ GAZETESİ
Kürşat Bumin
kbumin@yenisafak.com.tr