20 YIL SONRA
TEKEL işçilerinin 50’nci güne giren hak mücadelesi, Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu’nun “4 Şubat’ta bir gün iş bırakma eylemi yapılacağını” açıklamasıyla, yepyeni bir aşamaya girdi. Böylece bugünkü siyasi iktidar, “çalışan” kesimin, 1990’dan beri en kapsamlı ve örgütlü tepkisi ile karşılaşacak.
TEKEL işçilerinin 50’nci güne giren hak mücadelesi, Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu’nun “4 Şubat’ta bir gün iş bırakma eylemi yapılacağını” açıklamasıyla, yepyeni bir aşamaya girdi. Böylece bugünkü siyasi iktidar, “çalışan” kesimin, 1990’dan beri en kapsamlı ve örgütlü tepkisi ile karşılaşacak.
O tarihte Türk-İş’in yani Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun Genel Başkanı merhum Şevket Yılmaz idi. Yılmaz, merhum Turgut Özal’ın Başbakanlığı döneminde çok yoğun olarak yaşanan “düşük ücret” politikasının sürüp gitmesine duyulan tepkiyi organize etmişti.
Gerçi eylemin “yasalara aykırı” olup olmadığı tartışıldı, hatta Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcılığı bu yüzden Türk-İş yöneticileri hakkında soruşturma açtı ama “sosyal zaruret”, sonucu etkilemiş olmalı ki yapılan eylemde bir suç bulunmadı.
Şimdi yani o olaydan tam 20 sene sonra eğer demokrasimiz Başbakan Tayyip Erdoğan’ın dediği gibi “gelişmiş” ve “belli bir olgunluğa erişmiş” ise, mesele yok demektir:
Sadece Türk-İş değil, TEKEL işçilerine destek vermek için “Çalışmama hakkı”nı kullanacaklarını ilan eden HAK-İŞ, DİSK, MEMUR-SEN, KAMU-SEN, KESK yani ülkemizdeki tüm sendika üyesi çalışanlar bu perşembe günü işlerini bırakacaklar ve sadece özel sektörde değil, kamu kurumlarında da iş hayatı duracaktır.
Bunun kâğıt üstündeki adının şu veya bu olması, olayın niteliğini değiştirmez:
Bu fiilen bir “genel grev”dir.
Genel grev de sadece demokrasilerin kaldırabileceği bir haktır.
O nedenle Başbakan Tayyip Erdoğan’ın dünkü TBMM grup toplantısında söyledikleri kendisi açısından ne kadar makul görünse de TEKEL işçilerinin –Başbakan’ın ifadesiyle- “İstemezük! Bunu da kabul etmiyoruz” demelerinde hayret edecek ve “yasalara aykırı” denecek hiçbir şey yoktur.
Dahası, bu eylem, bugüne kadar böyle bir eylemle karşılaşmayan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ve Başbakan Erdoğan yönünden de “yetiştirici” ve “olgunlaştırıcı”dır.
Öyle ya, hepimiz demokratik haklarımızın gelişmesini ve Avrupa Birliği standartlarının ülkemizde de yaşama geçmesini istemiyor muyuz?
İşte bir fırsat:
TEKEL işçileri, çalıştıkları kurumun özelleştirilmesi sırasında kendilerine “koyun” muamelesi yapılmasına isyanlarını, yasal haklarını kullanarak dile getiriyorlar.
Talepleri de çok basit:
“Çalıştığımız kurumu özel sektöre satmanıza bir şey demiyoruz ama oradaki haklarımıza dokunmayın. Bizi aynı haklarla başka kurumlarda istihdam edin” diyorlar.
Bütün bunları biz “sağlıklı” gelişmeler olarak görüyoruz da, doğrusunu isterseniz âleme aylardır “demokrasi” dersi veren, kendileriyle aynı şeyleri söyleyip yazmayanları “darbeci” diye damgalayan yalaka takımının bu normal “hak talebi” karşısında neler diyeceklerini merak ediyoruz.