AÇIKLANAN CARİ AÇIKTAN KORKULMAZ!
Cari açık aşağı çekilemiyor; ama belki bundan daha kötüsü açığın finansman kalitesi de giderek bozuluyor.
Gayrimenkule gelen döviz yanıltmasın, net doğrudan yatırım girişi yok gibi… Portföy yatırımı kaleminden sürekli çıkış var. Yapılan ne; borçlanmak ve rezerv kullanmak…
Çare, açığı küçültmek. Bu mümkün değilse, ki değil, finansman bulmak. Bunun yolu da güven tesis etmekten geçiyor.
Açıklanan cari açık, geride kalan bir zaman dilimine aittir; olmuş bitmiştir artık. “Bu kadar açık, öldük bittik” diye dövünmenin anlamı yoktur. Aslolan bu açıktan ders çıkarmak ve gelecekte nasıl daha az açık verilir ya da azaltılamasa bile bu açık nasıl daha iyi şartlarda finanse edilir, buna kafa yormaktır.
İlan edilen cari açık bana hep uzaklarda şimşekler çakar, yıldırımlar düşerken, birkaç saniye sonra gelen gök gürültüsünden korkmayı hatırlatır. Yıldırım düşmüş ve olan olmuştur zaten. Gök gürültüsünü yıldırım düşmesinin izlemesi söz konusu değildir ki. Ama bir süre sonra bulutlar yer değiştirir, yıldırım bulunulan yere de düşebilir. İşte o yüzden gök gürültüsünden elde olmaksızın korkulur korkulmaya ama asıl yapılması gereken biraz sonra olabilecekleri göz önünde bulundurup insanın kendini güvenli bir yere almasıdır.
Cari açık da biraz öyle. Geride kalan açıkların kaygısını bir kenara bırakıp geleceğe odaklanmak gerekir.
Haziran tahmin edildiği gibi…
Merkez Bankası dün haziran ayının ödemeler dengesi gerçekleşmesini açıkladı. Haziran ayı cari açığı tam da tahmin edildiği gibi 3.5 milyar dolar geldi. Altı aylık açık 32.4 milyar doları buldu. Son bir yıldaki açık da 32.7 milyar dolar. Geçen yılın ikinci yarısında yalnızca 223 milyon dolar açık verilmişti. Aynı eğilim geçen yılki gibi olmasa da bu yıl da sürecek; en azından yaz aylarında cari fazla verilecektir. Ama yılın ikinci yarısında 2021’deki düzeyde kalmak hiç mi hiç mümkün görünmemektedir.
Cari dengede gidişatı belirleyen temel etken kuşku yok ki dış ticaretin seyri olacaktır. Özellikle enerji yüküne bağlı olarak ithalat arttıkça ticaret açığı da büyüyecek, bu da cari açığı yukarı çekecektir.
Cari açık neyse de ya finansman?
Cari dengenin düzeyini belirleyecek çok önemli bir etken de finansman kalemidir. Hep söylüyorum; cari işlemler dengesiyle ilgili olarak zaman zaman dile getirilen “Ya finanse edemezsek” yaklaşımı temelden yanlıştır. Finanse edilmediği sürece zaten açık verilemez. “Ya finanse edemezsek” yaklaşımıyla kastedilen finansman kalitesidir.
Cari açığı finanse edecek ölçüde döviz bulunamamışsa zaten açık da verilmemiştir. Zaten bu yüzden “cari dengenin düzeyini belirleyecek çok önemli bir etken de finansman kalemidir” diyorum.
Ne kadar finansman, o kadar cari açık!
Ne kadar cari açık, o kadar finansman değil!
Finansman; ama hangi yolla?
Cari açık verilmişse, bu zaten mutlaka finanse edilmiştir. Ama hangi yolla?
Finansman doğrudan yatırımla gelen dövizle mi sağlanmıştır, portföy yatırımıyla gelen dövizle mi, borçlanılarak bulunan dövizle mi; yoksa bunlar olmadığı için rezervden kullanılan dövizle mi?
Bu sıralama aynı zamanda en ideal döviz bulma sıralamasıdır.
En temel tercih tabii ki cari açık vermemektir ama madem açık veriyoruz; öncelikli finansman yolu doğrudan yatırımla döviz gelmesini sağlamaktır. Ama doğrudan yatırımı da öyle tek bir kalem gibi düşünemeyiz.
Bir ay çok önemli bir fikir vermeyebilir, o yüzden doğrudan yatırımda son bir yıla bakalım.
Doğrudan yatırımla gelen döviz net 7.7 milyar dolar. Brüt gelir 14.8 milyar ama diğer yandan da yurtiçinde yerleşikler de dışarıda 7.1 milyarlık yatırım yapmış. Dolayısıyla net tutar 7.7 milyar dolar. Bir önemli ayrıntı daha; doğrudan yatırım kaleminden son bir yılda 14.8 milyar dolar gelmiş ama bunun 6.9 milyarı gayrimenkul satışı. Geriye kalıyor 7.9 milyar. Yani gayrimenkulü çıkarırsak, doğrudan yatırım girişi 7.9 milyar, doğrudan yatırım çıkışı ise 7.1 milyar. Katkı, neredeyse yok!
Burun kıvrılan o sıcak para var ya!
Cari açığın finansmanında ikinci tercih portföy yatırımları için gelen döviz. Yabancı gelip iç borçlanma senedi, hisse senedi ya da özel sektör borçlanma araçları alacak. Ama bir yıldır bu kalemlerden değil giriş, tam tersine çıkış yaşanıyor.
Tabloda bu çıkışı sarı ile gösteriyorum. Sıcak para olarak da anılan bu para çıkmasa ve tam tersine bu tutarda giriş olsaydı, bir düşünsenize…
Bu yılın ilk yarısı; 11.4 milyar dolar gitmese ve o tutarda bir giriş olsaydı… Yani 22.8 milyar dolarlık bir fark.
Bakın bu para gelmeyince ne oluyor…
Para bulmak şart değil mi, yabancı portföy yatırımı için para getirmiyor ve götürüyor; o zaman oluşan açığı kapatmak için ya borçlanmak gerekiyor ya da Merkez Bankası rezervinin adeta dibini kazımak! Yaptığımız da bu zaten.
Niye böyle oldu?
Hani şu elle tutulamayan, gözle görülemeyen ama ekonomideki etkisi çok büyük olan bir kavram var ya, adına güven dediğimiz, işte o yok olunca yabancı “Ne işim var buralarda, para benim olduktan sonra daha sağlam kapı mı yok” diyor ve gidiyor.
Aslında artık pek kaygı duymamıza da gerek kalmadı; çünkü yabancının Türkiye’den götürebileceği pek para kalmadı, neredeyse tümü gitti.
Merkez Bankası’nın dün açıkladığı 5 Ağustos’taki durumu gösteren verilere göre yabancı yatırımcının elinde 15.8 milyar dolarlık hisse senedi, yalnızca 2 milyar dolarlık devlet iç borçlanma senedi ve 99 milyon dolarlık şirket borçlanma senedi bulunuyor. Hepsi hepsi bu!
Yabancıların elindeki eurobond tutarı ise mayıs itibarıyla yaklaşık 43 milyar dolar.
Önemli olan bundan sonrası…
Hem açık veriyoruz hem finanse etmekte kalite sorunu yaşıyoruz. Hani o gözle görülmeyen, elle tutulmayan güven var ya güven, onu geri getiremediğimiz sürece de açık vermeye devam ettiğimiz gibi bu açığı sorunsuz bir şekilde finanse etme olanağına da kavuşamayacağız.
Sağ olsunlar siyasetçilerimiz ve bürokratlarımız da o güveni ne yapar daha da aşağı çekeriz diye adeta çaba gösteriyor.
Dolayısıyla 2 Haziran’daki yazımın başlığını tekrar edip noktayı koyalım:
“Daha durun, bugünler iyi günler!”