ADI AĞZA ALINAMAYAN ‘ŞEY’
Gezi Parkı direnişi “olayı” konuşulurken “gençler”, “orta sınıf” gibi kavramlar kullanılıyor. Bu kavramlar, aslında “adı ağza alınamayan”, alındığı takdirde kapitalist gerçekçi bireyde gerginlik yarattığı için bastırılan “şey”in yerine kullanılıyor.
Gezi Parkı direnişi “olayı” konuşulurken “gençler”, “orta sınıf” gibi kavramlar kullanılıyor. Bu kavramlar, aslında “adı ağza alınamayan”, alındığı takdirde kapitalist gerçekçi bireyde gerginlik yarattığı için bastırılan “şey”in yerine kullanılıyor.
“Gençler”, demografik bir kategoriyse ekonomik, kültürel özelliklerinden soyutlamış olduğundan herhangi bir sosyal olayı açıklamakta kullanılamaz. “Gençler” kavramını bir yaşam tarzıyla ilişkilendirdiğimizdeyse esas olarak tüketilen mallara, toplumsal olaylara etkisi açısından çok sınırlı bir “pasif” varoluşa gönderme yapmış oluruz. Dahası, böyle tanımlanan “Gençler”in, hemen tüketim kapasitesini belirleyen gelir durumuna göre ayrışmaya başladığı görülür. O zaman da toplumsal konumlarını tanımlayabilmek için ekonomik devreler içindeki yerlerine ilişkin başka kategorilere gereksinim olduğu ortaya çıkar. Kısacası “Gençler” aslında içi boş bir kavramdır. “Orta sınıf” da…
Kapitalist sınıf yükselirken köylülükle aristokrasi arasında bir “orta sınıf” oluşuyordu. Kapitalizm olgunlaştıktan sonra, işçi sınıfı ile kapitalist sınıf arasında kalan, az sayıda işçi çalıştırmakla birlikte kendi emeğine de dayanan işletmelerin sahipleri orta sınıf kategorisine girdiler. “Gezi Parkı Olayı”nın kitlesinin büyük çoğunluğunu bu iki tanıma sığdırmak olanaklı değil.
Dünya Bankası’nın ‘Yeni Orta Sınıfı’
Orta sınıfı tanımlarken gelir düzeyini kullanmak da çözüm değil. Dünya Bankası bu yeni orta sınıfı (gelişmekte olan ülkelerde ne kadar hızla arttığını kanıtlamak için) önce günde 10-20 dolar gelir düzeyine göre tanımlamayı denemiş, karşısına yeterince büyük bir kesim çıkmayınca, ölçütünü günde 2-13 dolar aralığına çekmiş.
Gelişmekte olan ülkelerde uluslararası sermayenin etkileri geleneksel kır ve kent orta sınıflarını erittiğini, düşünürsek DB’nin saptadığı artan “orta sınıf” nüfusun yeni oluşan işlerde, “geçim sınırında”, ücretle çalışanları kapsar. Böylece, Dünya Bankası da farkında olmadan, aslında işçi sınıfındaki hızlı büyümeyi belgelemiş olur.
“Gezi Olayı”nın kitlesi “orta sınıf” olarak tanımlanırken öncelikle sosyal medyayı kullanma becerilerine, kültürel özelliklerine, olaylara bu araçlarla tepki verme eğilimlerine vurgu yapılıyor. Diğer bir deyişle bu “orta sınıf”ın varlığı ve tepkisi açıklanırken tüketim alışkanlıklarıyla, tüketim tarzları temel alınıyor.
Halbuki, “Gezi Olayı”nın kitlesi dikkatle izlendiğinde karşımıza toplumun işgücünü satarak yaşayan bir kesimi, bunun işsiz parçası, iş bulduğunda bu kesime katılmayı bekleyen bir genç kuşak çıkıyor.
Bilgisayar ve benzeri iş araçlarına sahip olan, kendi işletmesi olmakla birlikte esas olarak sermaye devrelerine, bilişim ağlarına bağlı olarak çalışmaya mahkûm bir “mülk sahibi”, ama sermaye açısından tümüyle “kullan at” kategorisinde, güvenlikten yoksun bir çalışanlar kesiminin de olayın içinde olduğunu görüyoruz.“Gayri maddi emek” kategorisini de kullanmaya başlarsak eğitim, sağlık, medya, hatta reklamcılık sektörü çalışanlarını da bu kesimlere ekleyebiliriz.
Karşımızdaki kitleyi, gelir düzeyine, tüketim tarzına bağlı kalarak değil, bu ikisini de içeren ve belirleyen özelliğine, ekonominin içinde, maddi ve simgesel üretim süreçlerindeki yerine göre tanımlarsak karşımıza bir sınıf çıkar.
Bu, sanayi işçilerinin yanı sıra şekillenmekte olan yeni bir sınıf fraksiyonudur. İşçi sınıfının, en gelişkin kesimini, henüz bir azınlık olmasına karşın, 19. yüzyılda en ileri teknolojiyle çalışan sanayi işçisi oluşturuyordu. Bugün, henüz bir azınlık olmasına karşın bu kesim oluşturuyor. Bu, şu anda siyasi arenada hareket halindeolmasına bakarak “proletarya” kavramıyla tanımlayabileceğimiz bir sınıftır. “Adı ağza alınamayan, bastırılan şey” de işte budur.
Bu sınıf, en son üretim tekniklerine en yatkın, uluslararası benzerleriyle en hızlı ilişki kurabilen, en yeni iletişim teknolojilerini kullanarak egemenlerin başına bela olabilen, özerkliğine sadık bireylerden oluşuyor; doğmakta olan örgütlenmeleri bu özelliklerin damgasını taşıyor.
“Bastırmanın” arkasında da şu korku yatıyor: Ya bu sınıf kendi toplumsal konumunun bilincine varırsa? Ya bu “kendiliğinden var olma” konumundan çıkarak “kendisi için var olma” konumuna yükselirse? Ya sonra sanayi işçileriyle birleşmeye başlarsa?
Bu bağlamda, Dr. Funda Başaran’ın “Sendika.org”daki “Gezi Direnişi’nden Tekel Direnişi’ne Bir Köprü Kurmak Gerekir”, başlıklı yazısını okumanızı öneririm.