ALGIMIZI ETİKETLER YÖNETİYOR
Bir ürünü üç beş yere bakmadan alan var mı içinizde? Zira fiyatlar arasındaki uçurum öylesine açılmış durumda ki bunu yapmak zorunluluk haline geldi. Et, peynir, tavuk neredeyse ulaşılmaz noktalarda…
Bir TV sokak röportajında çocuk, babasına şu iç acıtıcı soruyu soruyordu; “biz peynirle küstük mü?”
Konfüçyüs der ki “ya ip kısadır ya da kuyu derin”. Bizde ikisi aynı anda gerçekleşiyor. İp kısa; bize verilen ücretler yetmiyor. Kuyu derin; enflasyon sandığımızdan çok daha fazla yüksek. Hal böyle olunca fiyatlandırma davranış bozukluğu diye tanımladıkları iş etiğindeki çürümeye tanık oluyoruz.
KİŞİSEL BÜTÇE AÇIĞI İLE MÜCADELE YILI
Hepimiz şahsi bütçe açığı ile karşılaştık. Buna rağmen satın almama ve yaramaz etiketleri cezalandırma konusunda adım atmış değiliz. Tüketici olarak güç birliği yapmak ve fiyatları düşürmeye yönelik kolektif çaba göstermek, bu süreçte atılabilecek en mantıklı adımlardan biri.
Yüksek enflasyonun baskısı altında, bilinçli tüketim ve israfın önlenmesi daha da önem kazanıyor. Bir tezgâhta 35 lira olan ürünü, yandaki tezgâhta 135 lira olarak görmenin hiçbir ekonomik, sosyal, ahlaki gerekçesi olamaz. Fiyatlandırmada davranışı bozulanın fiyakasını ancak tüketiciler bozabilir.
İKİ SORU İKİ CEVAP
Enflasyon bize bir şey kazandırdı mı?
Enflasyon hayatımıza matematiğin girmesini sağladı. “5’ten 4 çıkınca 1 kalır” gerçeğini öğrendik. Şimdi her alışverişte, her bütçe planlamasında finansal okuryazarlık karşımıza çıkıyor. Enflasyon, bizleri ‘homo economicus’, yani ekonomik insan haline getirdi, her birimizin içindeki hesap uzmanını uyandırdı.
Hangisi daha bulaşıcı: Pandemi mi, enflasyon mu?
Pandemi dönemi, ihtiyaçlarımızla isteklerimizi ayırt etme konusunda bir farkındalık yarattı; peki ya enfl asyon? Bir virüs gibi sessizce hayatımızın her alanına sızmakta ve alım gücümüzü aşındırmakta…
Peki, bu sürecin bize öğrettiği en değerli ders nedir? Fiyat artışı dalgası, toplumun geniş kesimlerine yayıldı ve tüketici davranışlarını hızla değiştirdi. Pandemi bizi evlerimize kapattı; enflasyon ise bizi cüzdanımıza hapsetti. Birinden aşı ile kurtulduk ama enflasyondan kurtulmak ne yazık ki aşıyla olmuyor, bilinçlenmeyle, üretimle, konfordan vazgeçmekle, kamu israfını bırakmakla olabiliyor.
not
HEPİMİZ ‘SURVİVOR’ MODUNA GİRDİK
Sanki hepimiz Acun Ilıcalı’nın ‘Survivor Türkiye’ adasına taşınmışız gibi bir hayat yaşıyoruz. Her gün yeni bir mücadele, sağ kalmak için güç topluyor ve her birimiz kendi içimizdeki yarışmacıyı keşfediyoruz. Yarışmanın tek amacı var; adadan sürgün edilmemek…
Ne var ki enflasyon, adadaki imtiyazlı canavar. Önüne geleni elemek üzerine yetkinleşmiş ve adanın sahibi de onu besliyor, büyütüyor, şımartıyor. Hatta abartarak; adanın sakini 85 milyonun yaklaşık %5’ini zengin ederken geriye kalanlara adeta işkence çektiriyor, eziyet ediyor, umutlarını kemiriyor.
Kalabalık kahvehaneler, hiç rahatlamayan trafik, bunlar aslında harcayacak paramız olduğunun işaretleri… İyi haber şu ki, cüzdanımızda hâlâ harcayacak paramız var. Kötü haber ise, bu paranın hızla eridiği gerçeği… Belki de çare, kayıt dışı ekonominin 3’te 2’den, 3’te 1’e gerilemesi halinde algımızı kirleten etiketlerin zulmünden kurtulmamız olacaktır.