AVRUPA MERKEZ BANKASI’NIN ‘ENFLASYON KORKUSU’ – I –
Geçen hafta dünya ekonomisindeki enflasyonist eğilimlere ve Avrupa Birliği’nin geleceğine ilişkin tartışmalar yeniden alevlendi. Tartışmanın merkezinde, iki gelişme vardı:
Geçen hafta dünya ekonomisindeki enflasyonist eğilimlere ve Avrupa Birliği’nin geleceğine ilişkin tartışmalar yeniden alevlendi. Bu tartışmaların merkezinde, aynı güne rastlayan iki gelişme vardı: Perşembe günü Avrupa Merkez Bankası (ECB) faizleri yüzde 1’den yüzde 1.25’e yükseltti, Portekiz teslim olarak bir kurtarma paketi için AB’ye başvurdu.
Soros, ECB’nin hata yaptığını söyledi. Kimi yorumculara göre kriz sırasında gelişmiş ekonomilerin merkez bankaları arasında oluşan mutabakat bozulmuştu, bol likidite dönemi artık bitiyordu. ECB’nin, dünya ekonomisindeki toparlanma belirtilerinin kalıcılık kazanmaya başladığı sırada bu faizleri arttırması, enflasyon korkusunun gündemi belirlemeye başladığını da gösteriyordu. Ama kimi analistlere göre de ECB’nin bu adımı, AB’nin kriz içindeki üyelerinin yüklerini daha da arttırıyor, birliğin çözülmesine giden süreci resmen başlatıyordu.
Emtia fiyatları, Japonya
Gerçekten de, geride bıraktığımız yıl boyunca dünya ekonomisinde toparlanma henüz yeni başlarken emtia piyasalarından çok ilginç eğilimler gözleniyordu. Örneğin brent ham petrolünün varil fiyatı bir yıl içinde yüzde 49 yükseldi. Aynı dönemde bakır, altın ve gümüş fiyatları sırasıyla ve yüzde olarak, 25, 28 ve 125 arttı. Gıda ürünlerinde de benzer bir eğilim gözleniyordu. Mısırın yıllık fiyatı yüzde 120 artarken buğday, soya fasulyesi, şeker ve pamuk fiyatlarında artış bir yılda sırasıyla yüzde olarak 120, 70, 35, 63 ve 156 oldu (Financial Times 09.04.11).
Yılbaşından bu yana bakır fiyatlarında bir duraklama görülüyor olsa bile, ülkelerin ekonomilerinin genel olarak emtia fiyatları üzerinden gelen güçlü bir enflasyonist basıncın altına girmeye başladığı söylenebilir. Altın ve gümüş piyasalarında bir arz daralması sorunu yaşanmazken (Financial Times, 08.04.11) altının ve gümüşün fiyatlarının, 1474 doları ve 40 doları aşması da fiyat artışlarını, enflasyon ve dolarda gerileme bekleyen yatırımcının güvenlik arayışından kaynaklanan sermaye hareketleriyle açıklamak gerektiğini düşündürüyordu.
Bu beklentileri destekleyen başka gelişmeler de var. Örneğin, Japonya’da yaşanan üçlü (deprem tsunami, radyasyon) felaket dünya ekonomisine ek enflasyonist basınçlar getirecek gibi görünüyor.
Birincisi, Japonya’daki yıkım, bu ülkenin gıda, enerji ve hammadde ithalatını arttırarak ilgili piyasalardaki fiyatlar üzerine ek basınçlar getirecek. İkincisi, dünya piyasalarında, özellikle gelişmiş ülkelerde, otomotivde ve yedek parça sektöründe, Japonya’daki üretimin aksamasına bağlı olarak yaşanan tedarik sıkıntıları fiyatları yukarı doğru itebilecek. Üçüncüsü, Japonya dünya piyasalarında en önemli kredi kaynaklarından, gelişmiş ülkelerin devlet borçlanma kâğıtlarının önde gelen alıcılarından biri. Şimdi Japonya’nın kaynaklarını ülke içinde kullanma eğilimi güçleneceğinden, bu kâğıtlara olan talepte bir daralma olacak. Bu daralmanın yaratacağı açığı merkez bankalarının para basarak kapatmayı denemeleri, böylece artacak olan para arzının ek bir enflasyonist basınç yaratması da söz konusu olabilir (Daniel Amerman, Financial Sense, 08.04.11).
Çin artık enflasyon ihraç edecek
Yakın zamana kadar, dünya piyasalarına, düşük fiyatlı mallar üzerinden deflasyon (fiyatları düşürme eğilimi) ihraç eden Çin ekonomisi geliştikçe, emek piyasasının özellikleri değiştikçe enflasyon ihraç etmeye başlamış gibi görünüyor.
Hong Kong merkezli, 16 miyar dolar sermayeli, küresel tedarik şirketi Li & Fung’un direktörü William Fung’a göre; “Çin, 1980’den bu yana dünya emek gücüne en az yüzde 20 oranında katkı yaptı. Çin dünyanın fabrikası oldu. Çin işçisinin düşük ücret düzeyi dünyanın geri kalanının muazzam bir emek arzı şokundan yararlanmasına, enflasyonun kontrol altında tutulmasına olanak sağladı. Bu dönemde, Çin’in dünya ihracatı içindeki payı yüzde 1’den 10’a yükseldi; gelişmiş ülkeler açısından Çin’den yapılan ithalatın önemi de arttı… Şimdi Çin sanayiinde üretkenlik ve işçi ücretleri artmaya başladı” (Financial Times 08.04.11).
Önümüzdeki dönemde, hem Çin işçisinin gittikçe artan tüketim kapasitesinin ve talebinin, hem de Çin mallarının artmaya başlayan fiyatlarının etkisinden kaynaklanan enflasyonist basınçlardan gelişmekte olan ülkelerin kendilerini kurtarmaları çok zor olacak.
Ve ECB’nin kararı…
Tüm bunlar enflasyonist baskılar, ancak yine de ECB’nin faiz arttırma kararını açıklamaya yetmiyor. Bunlar maliyet üzerinden gelen ve kaçınılmaz olarak kâr oranlarını, birikimi ve nihai olarak ekonomik büyümeyi olumsuz etkileyecek enflasyonist basınçlar. Bunların üzerine gelen yeni faiz oranları kredi maliyetlerini arttırarak sanayi sektörü ve tüketici talebi üzerinde olumsuz etkiler yapacak.
Dahası yatırım kurumu MKM’nin başekonomisti, piyasa stratejisti Michael Darda’nın Wall Street Journal’da işaret ettiği Avro bölgesinde nominal gayri safi hasıla (kabaca nominal gelir ve vergi tabanı) köpük öncesi ve sonrası trend eğrisinin yüzde 10 altında seyrediyor. Bu aslında hâlâ genişlemeci politikaların gerekli olduğunu gösteriyor.
Uzun ve kısa dönemli faiz oranları arasındaki farkın kapanmakta olması gelecekte bir ekonomik yavaşlamaya işaret ediyor. Bu sırada Avro bölgesinde geniş para arzının büyüme hızı yüzde 2 ile ECB’nin referans aldığı yüzde 4.5’in altında seyrediyor. Dar anlamda para arzı da daralma eğilimi gösteriyor (Wall Street Journal 07.04.011).
Eurostat, perakende ticaret hacminin Avro bölgesinde, AB27 bölgesinde, bu yılın ocak ayında yıllık temelde yüzde 0.1 gerilediğini söylüyor. Diğer bir deyişle neo-liberal / monetarist paradigma içinde kalarak dahi faiz arttırımını gerekli kılacak koşullar en azından şimdilik yokmuş gibi görünüyor.
“Öyleyse ECB faizi neden arttırmakta ısrar etti” diye sormak gerekiyor. Bence bu sorunun cevabını düşünürken ekonomik ve siyasi gücün AB üyeleri arasındaki dağılımına bakmak yararlı olabilir.
Bu yıl ekonomik büyüme oranlarının, Yunanistan, İspanya ve Portekiz için yüzde olarak sırasıyla -4, 0.5, -1.2 olması, Avro bölgesinin de yüzde 1.7 oranında büyümesi bekleniyor. Buna karşılık geçen yıl yüzde 3.6 oranında büyüyen Almanya’nın bu yıl da yüzde 2.7 oranında büyümesi bekleniyor (The Economist). ECB’nin yeni faiz oranları da, AB üyelerinin değil Almanya’nın gereksinimlerine uygun gibi görünüyor.