BANDUNG 1955’TEN, İSTANBUL 2011’E
İstanbul 2011’in mayıs ayında çok önemli bir konferansa ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor: Birleşmiş Milletler En Az Gelişmiş Ülkeler (E-AGÜ) konferansı 9-13 Mayıs tarihleri arasında dördüncü kez toplanacak ve yerküremizin en az gelişmiş, en yoksul ülkelerinin sorunlarını tartışmaya açacak.
İstanbul 2011’in mayıs ayında çok önemli bir konferansa ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor: Birleşmiş Milletler En Az Gelişmiş Ülkeler (E-AGÜ) konferansı 9-13 Mayıs tarihleri arasında dördüncü kez toplanacak ve yerküremizin en az gelişmiş, en yoksul ülkelerinin sorunlarını tartışmaya açacak. Söz konusu konferans on yılda bir düzenlenmekte. Bundan önceki konferans 2001’de Brüksel’de; daha önceki ise 1991’de Fransa’da toplanmış idi.
Birleşmiş Milletler, E-AGÜ grubunu yıllık ortalama kişi başına geliri 750 doların altında olan ekonomiler olarak tanımlıyor. Tanıma göre yaklaşık 1 milyar insan bu grupta anılıyor. Afrika’nın Sahra-altı coğrafyasında 400 milyon insan ve Latin Amerika halklarının yaklaşık yüzde 30’u bu grupta yer alıyor. Söz konusu ülkelerde 1950-1975 arasında yüzde 2 olan kişi başı milli gelir büyüme hızı, çarpık neoliberal küreselleşmenin ve muhafazakâr iktisadın yükselişe geçtiği 1980-2000 arasında yüzde eksi 0.5’e düşmüş idi. Yani zaten birçoğunda günde 1 doların altında olan kişi başına milli gelir 20 yıl boyunca daha da azalma içinde idi. Küresel ekonominin yapay bir genişleme içinde olduğu 2006-2008 arasında bu ülkelerde yaklaşık yüzde 7’lik bir büyüme elde edilmesine karşın, 2008 sonrasının küresel krizi bu ülkeleri son derece sert vurdu ve var olan yoksulluk koşullarını daha da derinleştirdi.
Türkiye açısından konferansın anlamı büyük; zira 2011’in E-AGÜ toplantısı ilk defa olarak “eski emperyalist sömürgeci ülkelerde” değil, gelişmekte olan ülkeler grubu içerisinde yer alan bir ülkede, Türkiye’de toplanıyor olacak. Dışişleri Bakanlığı yetkilileri de bu gerçeğin ayrımında olarak, 2011 toplantısının ileriki yıllarda 2011 İstanbul Bildirgesi’nin kaleme alındığı önemli bir dönemeç olarak anılagelinmesi; ve dünyanın en yoksullarının sorunlarına çare aranacak somut önerilerin tartışıldığı bir birliktelik olarak anılması için çaba sarf edeceklerini belirtiyorlar.
***
Dolayısıyla, E-AGÜ’lerin sorunlarına ışık tutacak yepyeni bir yaklaşımın gerekli olduğu ve neoliberal iktisat öğretisinin çarpık ve yanlış reçetelerinin artık terk edilmesi gerektiği iktisadi kalkınma yazınında canlı olarak tartışılmaya açılan bir gündem konusu. İktisadi kalkınma yazınında böylesi bir kırılma bundan tam 56 yıl önce de yaşanmış idi.
1955 tarihinde Endonezya’nın Bandung kentinde toplanan ve Bağlantısızlar Hareketi’nin temellerinin atıldığı toplantıya o zamanki dünya nüfusunun yarısından fazlasını oluşturan 20 Asya ve Afrika ülkesi katılmıştı. Konferansı düzenleyen ülkeler, Batılı devletlerin Asya’ya ilişkin aldıkları kararlarda kendilerine danışılmamasından duydukları rahatsızlığı dile getiriyorlar ve siyasi bağımsızlıklarını, ekonomik bağımsızlık ile perçinleme uğraşı veriyorlardı. Bandung konferansında “tüm görünümleri ile sömürgeciliğin mahkûm edilmesi” üzerinde uzlaşılmış ve Birleşmiş Milletler Bildirisi’ndeki ilkelerle Hindistan Başbakanı Nehru’nun beş ilkesini kapsayan on maddelik bir “dünya barış ve işbirliğini geliştirme bildirisi” oybirliği ile kabul edilmişti.
Konferansa katılan Türkiye ise toplantılar boyunca Batı’nın emperyalist ülkeleriyle birlikte hareket etmiş ve bağlantısızlık politikası izleyen diğer üçüncü dünya ülkeleri ile ilişkilerinin soğumasına neden olmuştu. Halbuki o günlerde “emperyalizme karşı tarihte ilk defa verilen bağımsızlık ve kurtuluş mücadelesinin” çocukları olan Anadolu’nun temsilcisi olan Türkiye, Doğu’nun mazlum uluslarının da lideri olarak görülmekteydi.
***
Bandung kuşkusuz şimdi gerilerde kaldı. Küresel kapitalizm ve emperyalizm 1980 sonrasında yepyeni ivmeler kazandı. Günümüzün emperyalist metropolleri, ulus-ötesi şirketler ve uluslararası finans kapitalin, bir kolektif güç olarak, azgelişmiş dünyanın ekonomilerini tahakküm altına alma savaşımı içine girdiği gözlendi. “Kolektif emperyalizm” şeklinde niteleyebileceğimiz bu sürecin yürütücülüğünü ise öncelikle Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Ticaret Örgütü ve Dünya Bankası üstlendi.
Bu dönemde azgelişmiş ülkeler, bir yandan dış ticaretlerinin ve sermaye hareketlerinin serbestleştirilmeye zorlanması sonucunda birer ithalat ve ucuz işgücü deposu haline dönüştürülürken, bir yandan da “özelleştirme” ve “doğrudan yabancı yatırım” fetişleri altında kamusal varlıklarına yok pahasına el konuldu. Söz konusu ülkelerin zaten çok genç ve zayıf olan demokratik kurumları “istikrar önündeki bürokratik engeller” olarak gösterilirken, “bağımsız üst kurullara dayalı denetim ve yönetişim” gibi makyajlanmış politikalar altında ulus-ötesi şirketlerin ve uluslararası finans sermayesinin doğrudan denetimi altına sokuldular.
Bu süreçte “kalkınmakta olan ülkeler” de bir grup olarak “yükselen piyasalar” diye adlandırılır oldu. Bu ülkeler birbiri ardına küresel kapitalizmin yeni işbölümü içerisinde kendilerine verilen görevleri yerine getirmekle koşullandırıldılar.
Sonuç olarak, 2011 Mayısı’nda Türkiye bir yol ayrımındadır:
İstanbul 2011 gerçek anlamda bir anti-emperyalist hareketin bildirgesi olarak, günümüzün çarpık küreselleşme sürecine dur diyecek ve başka bir küreselleşmenin mümkün olduğu idealini tartışmaya açacak bir konferansın ev sahibi olarak anılabilir; ya da, günümüzde kolektif emperyalizmin Batılı metropollerinin ve yürütücü kurumlarının “ulaşamadığı” söz konusu E-AGÜ halklarını bu çarpık küreselleşme ve sömürü dünyasına çekmenin taşeronluğunu üstlenen bir Truva Atı konumuna da sürüklenebilir.
Bundan yetmiş küsur sene önce bizi mahvetmek isteyen kapitalizme ve emperyalizme karşı tarihte ilk bağımsızlık savaşını vermiş bir ulusun çocukları olarak Bandung 1955 hatasının tekrarlanmamasını diliyoruz.
Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi / ERİNÇ?YELDAN