Üretim araçlarına el koymaktan burjuvalığa geçiş, azıcık mülkü olanı da mülksüzleştirerek, (mülkü işe yaramaz hale getirerek, elinden alarak) yaşamak için başkasına işgücünü satmaya mecbur köleler yaratılarak sağlandı. Binler, sonra milyonlar. Ortaçağın zincirli kölesi, işgücünü satmaya mecbur özgür köleye dönüştü. Üretim aracının esiri edilen bu modern köleye, ürettirmek, ürettiğine el koymak kaldı sonra. Ve gelsin fabrikalar, şirketler, holdingler, tekeller, sonra da sınırları aşan emperyalist tekeller…
“Ben sömürmeden zengin oldum” diyecek bir babayiğit varsa bir yerde, beri gelsin.
Değişmez mi?
Değişiyor, değişerek geldi her köşesi, her anı.
Hiçbir şey olduğu gibi durmazmış. Hele de değişime omuz veren bir manivela varsa, baş döndürücü hıza ulaşırmış değişim. Dahası, yaşamanın, yola devam edebilmenin yolu, değişmek. “Vazgeçtim, öleceğim” dese, yok olma şansı yok. Değişerek sürdürüyor varlığını bir şekilde. Toplumbilim bu, matematik bile bu.
Gelelim bizim meseleye.
Son 40 yılda, zora dayanarak üretime el koyma denklemini zorlayan başka şeyler oldu. Dışarıdan bir büyük eşkıya geldi, kapıları kırıp girdi içeri, oturdu posta, “Buraların ağası benim gayri” dedi.
Kırmakla kalmadı kapıyı bacayı, peşinden soktuğu yavruları ile, talan gedikleri açtı her bir köşede. Postun eski sahibi yerli burjuvaya da, “Maraza çıkarma, sen de köşeyi dönecen” dedi. Ellerini ovuşturdu bizim burjuva. TEKEL’i, TÜPRAŞ’ı, TELEKOM’u, Sümerbank’ı, SEKA’yı, SEK’i, PETLAS’ı ve nicelerini gösterdi gelen eşkıyaya.
Amerika idi eşkıya… 12 Mart ile denemiş, sonra 24 Ocak ile zorlamıştı kapıyı. Baktı ki olmuyor, “bizim oğlanların” süngüsünü kullanmıştı en son.
Yanına almış AB’yi, IMF, OECD, Dünya Bankası ucubelerini de salmış ortalığa, fellik fellik satılacak, talan edilecek, kapatılacak yer ararlar gayri.
Ormana dalan oduncuya, “Neyleyim ki elindeki baltanın sapı benden” diye acıyla seslenen ağaç gibiydi, satılan, yıkılan, kurumlar. Gönüllü balta sapları ise, TİSK, TÜSİAD, TOBB, MÜSİAD, hatta ASO, İSO vs vs. idi.
“Devlet üretimden çekilsin. Yatırım da yapmasın. Devletin ne işi var ekonomide. O sadece trafik polisi olsun” diyorlardı hep bir ağızdan. Bunların korosu seslendikçe, eşkıyanın iştahı daha da kabarıyordu.
Talan edilecek yer kalmadığını gören eşkıya, kılavuzları, balta saplarını yemeye koyuldu. Kozmetik sanayine el attı önce, sonra temizlik sektörü, sonra tarımsal sanayi ürünleri, sonra başkaları. Ulusal burjuvazi kendi ülkesinde kendi pazarında sokağa atılıyordu gayri.
“Ya benimle evlenecen, yoksa ölecen” diyordu eşkıya. Öyle de yaptı kimisi. Evlendi, şirket ortağı oldu, kurulu düzenlerinde aslan payı verdi eşkıyaya.
Gel zaman git zaman, eşkıyaya kapıları açanların bazıları anladı ne büyük hata yaptıklarını. “TÜPRAŞ’ı, TELEKOM’u, bankaları, santralleri satmayacaktık arkadaş. Hele de Doğu Anadolu’da her şeyi satarak PKK’yı büyüttük. İmkanı zorlayalım, geri alalım bunları. Devlet yeniden fabrika yapsın! Devlet sanayiye, tarına destek olsun!”
Eskiden “no devlet” diyorlardı, şimdi “ imdat devlet!”
İmana mı geliyor yoksa ulusal burjuvazi.
Demek ki neymiş?
Yeryüzünde eşkıyalar var olduğu sürece, devlet lazımmış. Hatta, en büyük güvence devletmiş. Devleti eşkıyaya teslim ettin mi, sen de altında kalırsın, inim inim inlersin arkadaş!
Şimdi ne yapalım? Başlarına mı kakalım?
40 senedir, sadece işçi sınıfına, köylüye, esnafa değil, size, ulusal burjuvaziye de devletin, bağımsızlığın, milli ekonominin, devletçiliğin değerini anlatırken, eşkıyayla birlik olup bizlere düşmanlık yaptınız mı diyelim?
40 sene sonra anladılar diye başlarına mı kakalım? Hadi oradan mı diyelim?
Hiçbirini yapmıyoruz, demiyoruz, kakmıyoruz. Eşkıyayı tanımanın her anı kıymetlidir. Zararın neresinden dönülürse kazançtır. Bu eşkıya ki, sana düşman, bana düşman, işçiye, köylüye, esnafa, yerli sermayeye, devlete düşman. Orduya, milli birliğe, ulusal sınırlara, her şeye düşman…
Ama hâlâ anlaşılmayan şeyler var. Hem de anladıklarınızı da tarumar edecek önemde şeyler.
TİSK’te, TÜSİAD’da, TOBB’da ve MÜSİAD’da bu zaaf hâlâ kuvvetle mevcut.
Tartışacağız. Tartışmak zorundalar. Sadece kendi içlerinde değil, sendikalarla, hükümetle ve milletçe tartışılması lazım. Kibrin, “odunumun parası” demenin zaman değil. Türkiye’nin geleceğidir söz konusu olan.