BM KALKINMA FORUMU TOPLANTILARI
BM Kalkınma Programı (UNDP) öncülüğünde “Küresel Beşeri Kalkınma Forumu” 22-23 Mart tarihleri arasında İstanbul’da toplanıyor.
Küresel ekonomide yaşanmakta olan büyümenin çarpık ve spekülatif “balonlara” ve gelir dağılımında çözülmelere yol açan niteliklerine karşı, doğaya ve insan emeğine daha saygılı ve sürdürülebilir nitelikli bir kalkınma modelini araştırmak üzere çok sayıda akademisyen, bilim insanı ve araştırmacı iki gün boyunca İstanbul’da misafir olacak.
Forum toplantılarının ana amaçları, (1) küresel ve ulusal düzeyde sürdürülen kalkınma ve büyüme program ve hedeflerine eşitlik ve sürdürülebilirlik ilkelerini dahil etmek; (2) Haziran ayında toplanacak olan Rio 20 İklim Değişikliği ve Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı’na bilimsel kaynak sağlamak ve buradaki görüşmelerin eksenine insani gelişme değerlerini yerleştirmek; ve (3) bu hedefler doğrultusunda bir İstanbul Deklarasyonu belgesinin hazırlanması olarak belirlenmiş durumda.
“Sürdürülebilir ve doğaya saygılı büyüme”, “eşitlik” ve söz konusu hedefler doğrultusunda “sosyal uzlaşma”, kâr güdüsüne dayalı bir kapitalist birikim rejiminde ve mevcut kolektif emperyalist kuşatma altında ne derece gerçekçidir? “Küreselleşme”, “yönetişim” ve “sivil demokrasi” diye anılan tılsımlı sözcük oyunları altında, doğaya ve insana saygılı ve sosyal dayanışmayı ön plana çıkartan bir sosyal uzlaşma sağlanabilir mi? Bu sorulara gerçekçi yanıtlar bulabilmek için öncelikle günümüzün küreselleşme olgusunu yakından tanımamız gerekecektir.
Günümüzün çarpık küreselleşme olgusunu toplumsal hayatın yeniden düzenlenmesini içeren bir siyasi/iktisadi önlemler reçetesi olarak gören neoliberal felsefenin yaklaşımı açıktır: küreselleşme kendi nesnel yasalarına sahip, sanki karşı konulamaz (karşı konulmaması gereken) ve kaçınılmaz bir süreçtir. Dolayısıyla tüm ülkelerin bu sihirli akımdan yararlanabilmesi için gerekli toplumsal/siyasi/iktisadi düzenlemeleri (yapısal “reformları”) başarması gerekmektedir. Neoliberal küreselleşmenin nimetleri olan uluslararası sermaye ve dolayısıyla çağdaş teknoloji, ancak bu kararlılığı sergileyerek gerekli yapısal düzenlemeleri başarmış ülkelere nasip olacaktır.
Bu söylem altında azgelişmiş ülkelere düşen görev, ulusal pazarlarını uluslararası sermayeye açmak ve küreselleşen dünyaya ayak uyduracak reformları hayata geçirmek; Dani Rodrik Hoca’nın özlü sözleriyle, uluslararası sermayeye “bir hoş geldin partisi düzenlemektir”. Böylelikle kalkınma stratejisi artık özgün sanayileşme hedefleri ya da özerk para, maliye, ticaret politikaları içermemekte, sadece basitleştirilmiş bir reçeteye indirgenmektedir: Uluslararası sermayenin gereklerine uyum göstermek. Bu arada ulus devlet kavramı da yeniden yapılandırılmakta ve devletlerin teşkilatlandırılması uluslararası sermayenin gereklerine göre yeniden şekillendirilmektedir. Nitekim küreselleşme felsefesi artık “azgelişmişlik” ve “kalkınma” gibi kavramları da sessiz sedasız iktisat yazınından çıkartmış, yerine “yükselen piyasalar” (emerging markets) kavramını yerleştirmiştir. Dolayısıyla, neoliberal dünya görüşünde kalkınma bir hedef olmaktan çıkartılmış, (az) gelişmekte olan ülkeler de artık birer yükselen piyasaya dönüştürülmüştür.
Neoliberalizmin sunduğu küreselleşme reçetesine bu açıdan baktığımızda, küreselleşme kavramının artık nesnel bir gerçeklikten ziyade, öznel ve iradi bir ideolojik söylem ile yüklü olduğu anlaşılacaktır. Neoliberal dünya görüşünün bir ideolojik söylemi olarak değerlendirildiğinde, küreselleşme kavramının aslında çağdaş teknolojinin gereklerine uyum göstermekten ibaret bir teknik süreç olmadığı, bunun ötesinde uluslararası sermayenin çıkar alanını dünya ölçeğinde genişletme projesinin somutlaşmış bir iradi ifadesini oluşturduğu görülmektedir. Bu ideolojik programın baş aktörlerini ise küresel kapitalizmin işletici güçleri olan çokuluslu şirketler ve uluslararası finansal kuruluşları oluşturmaktadır.
Oysa küreselleşme, barışın bütün dünyada egemen olduğu; tüm insanların temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu; yoksulluğun ortadan kaldırıldığı; yalnız para ve malların değil, tüm bireylerin dünyanın tüm bölgelerinde özgürce dolaşabildiği; emperyalizmin, yani sömürünün yok edildiği bir düzen olmalıdır.
***
Bu değerlendirmeler ışığında, UNDP’nin İstanbul toplantılarının bir yol ayırımında olduğu görülecektir:
İstanbul 2012 gerçek anlamda doğaya ve insan emeğine saygılı bir kalkınmacı hareketin bildirgesi olarak, günümüzün çarpık küreselleşme sürecine dur diyecek ve başka bir küreselleşmenin mümkün olduğu idealini tartışmaya açacak bir konferansın ev sahibi olarak anılabilir; ya da, günümüzde kolektif emperyalizmin Batılı metropollerinin ve yürütücü kurumlarının henüz ulaşamadığı “bahar eylemcilerinin” halklarını ve küresel yoksulları bu çarpık küreselleşme ve sömürü dünyasına çekmenin taşeronluğunu üstlenen bir Truva Atı konumuna da sürüklenebilir.
Korkut Boratav Hoca’nın bu köşede daha önce de aktarmış olduğum bir yazısını bir kez daha anımsamadan geçemeyeceğim. Korkut Hoca yıllar önce, 4 Mayıs 2005 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki bir yazısında, şu sözleri bizlerle paylaşmaktaydı: “Adım adım ‘aykırı’ düşünmeye yönelmemiz gerekiyor. Önce, bugünün egemen düşünce biçiminin sınırlarını; giderek kurulu düzenin parametrelerini de zorlayarak…”
ERİNÇ YELDAN – CUMHURİYET