BOYKOT VE TOPLU EYLEM HAKTIR!
Barışçıl toplu eylem hakkı ve onun bir parçası olan boykot hiç olmadığı kadar yaygın ve meşru bir hâl aldı.

Hukuk ve adalet için, seçme seçilme ve adil yargılanma hakları için Anayasa ile güvence altına alınan barışçıl toplu eylem hakkını savunmak, çoğaltmak ve birleşik bir toplumsal muhalefet hareketi yaratmak dönemin asli görevidir.
19 Mart darbesi sonrasında çok yaygın barışçıl toplu eylemler ve protestolar gündemde. Adeta toplumun vicdanı uyandı. Bu protestoların en dikkat çekeni boykot oldu. Boykot o kadar meşru oldu ve o kadar geniş bir toplumsal duyarlılık sağladı ki Türkiye tarihinde görülmedik biçimde şeytanlaştırılmaya ve kriminalize edilmeye çalışıldı.
Bir yandan Türkiye tarihinde ilk kez boykot nedeniyle ceza soruşturmaları açıldı ve gözaltılar oldu. Öte yandan hükümetin ideolojik aygıtları (HİA) boykotta karşı demagojik kampanyalar başlattı. Sadece bu bile boykot hareketinin başarılı olduğunu gösteriyor. Hiç başarısız ve cılız bir boykota karşı böylesine acayip bir tepki verilir miydi? Bu yazıda boykot hakkının hukuksal ve tarihsel temellerini ele alacağım.
Onca faşizan ve demagojik analizlere karşı şunu net biçimde yazalım. Boykot barışçıl toplu eylem hakkının ayrılmaz bir parçasıdır. Boykot ifade özgürlüğünün, barışçıl toplanma ve örgütlenme özgülüğünün ve dahası sözleşme özgürlüğünün bir parçasıdır. Herkes istediği zaman alışveriş yapar, istediği zaman yapmaz. Buna kimse karışamaz. Bu siyasal, ekonomik ve sosyal haklardan önce sivil hakların temelidir.
Herkes tek başına veya topluca çeşitli gerekçelerle belirli mal ve hizmetleri satın almayarak protesto edebilir. Herkes belirli faaliyetlerden uzak durabilir, ilişki kurmayabilir bu da barışçıl toplu eylem hakkının parçasıdır. Bunu tartışmak abesle iştigaldir. Anayasa ve hukuk bilmemektir.
Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) “boykot” veya “tüketmeme suçu” diye bir suç yoktur. Anayasa Madde 38’e göre “Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz.” TCK ‘nin 2. maddesi hiçbir tartışmaya yer vermeyecek kadar açıktır: “Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz.” Dahası TCK Madde 26 “Hakkını kullanan kimseye ceza verilmez” hükmünü taşımaktadır.
Dolayısıyla boykot çağrısını ve boykot yapmayı TCK kapsamında, ceza hukuku çerçevesinde değerlendirmek mümkün değildir. Boykot rekabet hukuku kapsamında değerlendirilecek bir konudur. Rekabet hukukuna ilişkin yaptırımlar ise idari para cezasıyla sınırlıdır. Dahası rekabet hukukunun kuralları temel hak ve özgürlüklerden üstün değildir. Nitekim bu konudaki çeşitli AYM ve AİHM kararları da boykot nedeniyle verilen yaptırım kararlarını hak ihlali saymıştır.
Boykot suçu diye bir suç yoktur. Boykot suçu uydurmak hukuki temeli olmayan siyasi bir demagojiden ibarettir. Boykot Anayasanın çeşitli maddeleriyle güvence altına alınmış bir haktır: 25 (düşünce ve kanaat hürriyeti), 26 (Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti) 34 (Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı), 48 (sözleşme hürriyeti). Boykot amasız ve fakatsız temel hak ve özgürlüklerinin, barışçıl toplu eylem hakkının bir parçasıdır.
Boykot diye bir suç olmadığı için gerek TRT’nin görüşlerini açıklayan sanatçılarla sözleşmelerini feshetmesi gerekse boykota destek olan işçilerin işten çıkarılması hukuksuz ve keyfi işlemlerdir.
DÜNYADA BÜYÜK BOYKOTLAR
Boykot dünyada ve Türkiye’de köklü geçmişi ve uygulamaları olan evrensel bir haktır. Boykot tarihe mal olmuş bir barışçıl protesto biçimidir. Dünyada geçmişten bugüne büyük haksızlıklara ve hukuksuzluklara karşı boykot önemli bir protesto biçimi olmuştur.
1765-1776 arasında Amerikan kolonilerindeki halk, İngiliz hükümetinin koyduğu vergilere karşı İngiliz mallarını boykot ederek, bu vergilere karşı tepkilerini gösterdi. İngilizlerin getirdiği ağır vergilere karşı Amerikan kolonileri İngiliz mallarını boykot etti. Bu boykot, Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nın fitilini ateşleyen önemli olaylardan biriydi. Sonunda Amerikan Devrimi’ne ve ABD’nin bağımsızlığına yol açtı.
Boykot ırk ayrımcılığına karşı da önemli bir silah oldu. 1955-1956’da ABD’de Montgomery Otobüs Boykotu, ırk ayrımcılığı için dönüm noktalarından biri oldu. Rosa Parks’ın siyahlara ayrılan bölüm dışında oturduğu ve otobüste yerini beyaz bir adama vermeyi reddettiği için tutuklanması üzerine başlayan bu boykotla siyah Amerikalılar, Alabama’nın Montgomery şehrinde toplu taşıma araçlarını kullanmayı bıraktı.
Irk ayrımcılığına (Apartheid) karşı dünya genelinde Güney Afrika’ya ekonomik ve kültürel boykot 1950’lerden 1990’lara kadar sürdü ve uluslararası baskılar sonucunda Apartheid rejimi sona erdi. Sportif ve kültürel etkinlikler ile ekonomik ilişkiler gibi birçok alanda Güney Afrika’ya yönelik boykotlar uygulandı.
1930’da Mahatma Gandhi’nin liderliğinde Hint Halkı İngiliz işgaline ve İngilizlerin koyduğu tuz vergisine karşı tuz yürüyüşü yaptı ve İngiliz mallarını boykot etti. İşgale karşı bir başka büyük boykot kampanyası BDS hareketi olarak bilinen ve İsrail’in Filistin topraklarındaki işgaline ve işlediği suçlara politikalarına karşı 2005 yılında başlatılan uluslararası bir kampanyadır. BDS, Boykot (Boycott), Yatırımların Çekilmesi (Divestment) ve Yaptırımlar (Sanctions) anlamına gelir. Amaç, İsrail’e karşı ekonomik, kültürel ve akademik baskı oluşturarak Filistinlilere yönelik ayrımcılığın ve işgalin sona ermesini sağlamaktır. BDS halen devam eden büyük bir boykot hareketidir.
Boykotlar siyasal amaçlar yanında sendikal ve tüketici hakları nedeniyle de yapıldı. 1965’te Birleşik Çiftlik İşçileri Sendikası ve onun lideri Cesar Chavez tarafından başlatılan üzüm işçileri boykotu en bilinen sendikal boykotlardan biridir. Chavez, işçilerin sesini duyurmak için Sacramento’ya 480 kilometrelik bir yürüyüş düzenledi. Tüketiciler, büyük marketlerden Kaliforniya üzümlerini almamaya başladı. 1970’te büyük üzüm üreticileri işçilerle toplu iş sözleşmesi imzalamak zorunda kaldı ve işçilerin hakları iyileştirildi.
1977’de başlayan Nestlé Boykotu önemli tüketici boykotlarından biridir. Nestlé’nin yoksul ülkelerde anne sütü yerine bebek maması kullanımını teşvik ettiği iddiaları nedeniyle başladı. 1984’te Nestlé, Dünya Sağlık Örgütü kurallarına uyacağını açıklayınca boykot sona erdi. 1988’de Nestlé’nin kurallara uymadığı iddia edilerek boykot tekrar başlatıldı ve günümüzde hâlâ devam ediyor.
TÜRKİYE’NİN BOYKOT GELENEĞİ
Türkiye de çok sayıda boykota tanıklık etti. 1908’de Avusturya ve Bulgaristan mallarına karşı başlatılan “Osmanlı fes boykotu” Türkiye tarihinin ilk boykotlarından biridir. Türkiye’de boykotlar diğer toplumsal hareketlerin yükselişe geçtiği 1960’tan sonra yoğunlaştı.
Türkiye’de sendikaları düzenlediği boykotlar özel bir yer tutar. Bunların içinde en önemlileri 1960’lardaki et-sebze-meyve boykotlarıdır. Türkiye’de 1960’lı yıllarda sendikaların çağrısıyla çok sayıda et, sebze ve meyve fiyatlarını protesto için çok sayıda boykot yapıldı.1962, 1964 ve 1965’te sendikalar tarafından pek çok ilde et, sebze ve meyve boykotları yapıldı.
Et boykotlarına karşı dönemin Adalet Partisi (AP) Milletvekili Sait Sina Yücesoy “Amele de et yemeyiversin. Az kazanan et yemesin” dedi. Bunun üzerine işçiler Konya’da bir miting düzenleyerek Yücesoy’u protesto etti. Ayrıca Türk-İş, 1965 seçimlerinde AP Konya Milletvekili Sait Sina Yücesoy’u bir daha seçilmemesi gereken milletvekilleri kampanyasına dahil etti. Türk-İş 1965 seçimlerinde bir grup milletvekilini boykot ederek seçtirmeme kampanyası yaptı.
Sendikalar 1960’lardan günümüze işçi haklarını çiğneyen çeşitli şirketlere karşı boykot kararı aldı. Kimya-İş sendikası 1968’de Birleşik Alman ilaç şirketi tarafından üretilen ilaçların tüketilmemesi için bir kampanya başlattı. Bu boykotu DİSK destekledi. Tez Büro-İş Sendikası Garanti Bankası’nın işyerlerinde 1976’da başlattığı grev sırasında bankadaki mevduatın çekilmesi kampanyası açtı. 22 günlük grev süresince 465 milyon lira çekildi.
1969 yılında Coca Cola işyerinde çalışan işçilerin Tez Büro-İş Sendikasından istifaya zorlanması nedeniyle, İzmir’deki Türk-İş Bölge Temsilciliği Coca Cola boykotu yaptı. Coca Cola boykotu 1990 yılında Tek Gıda-İş ve Tez Koop-İş sendikaları tarafından tekrarlandı.
Türkiye’de tüketici boykotlarının en kapsamlı ve ses getirenini Petrol-İş sendikası tarafından Temmuz 1996’da Shell, Mobil ve BP’ye karşı başlatıldı. Ayrıca sendikasızlaştırmaya karşı çeşitli boykotlar yapıldı. 2001’de Tez Koop-İş Sendikası, Tansaş işvereninin sendikalı işçileri işten çıkarmasını protesto etmek amacıyla, 2014 yılında Tekgıda-İş sendikası Sütaş işçilerinin sendikalaşma nedeniyle işten atılması sonrasında Sütaş ürünleri için boykot düzenledi.
1990’lı yılların başlarında büyük gazetelerdeki sendikasızlaştırma karşısında Türkiye Gazeteciler Sendikası, 1992 yılı Ocak ayında Milliyet gazetesinin aleyhinde bir boykot çağrısında bulundu. 1995 yılında Türk-İş’e bağlı sendikaların yaygın grevleri sırasında sendika-karşıtı bir çizgi izleyen Sabah gazetesinin boykot edilmesi doğrultusunda bir karar alındı.
15-19 Aralık 1969’da Büyük Öğretmen Boykotu, 1960 ve 1070’lerin öğrenci boykotları (polis okulu öğrencileri de katılmıştı) ile esnafın kepenk ve kontak boykotları yanında işçiler ve sendikalar tarafından yaygın olarak kullanılan yemek, servis ve sakal boykotlarını da Türkiye’nin boykot portföyünün önemli örnekleri arasındadır.
BOYKOT HAKKINDA SAFSATALAR
Hukuki ve tarihsel temelleri sağlam olan boykota karşı her dönem olduğu gibi günümüzde de bir dizi hukuksuz uygulama ve safsata ile karşı çıkılıyor. Boykotun bir hak olduğunu yukarıda anlattık. Boykotun hukuksal temelinin sağlamlığına karşı çıkamayanlar bu kez başka safsatalar ileri sürüyor. Bunlardan en akıllara ziyan olanı “boykotun emperyalizm oyunu” olduğu şeklindeki hezeyandır. Üzerinde durmaya değmez! Bir diğer iddia ise boykotun “milli ekonomiye” zarar vereceğidir. Milli ekonominin neredeyse tamamını satıp özelleştirenlerin bu iddiaları da ciddiye almaya değmez.
Bir başka iddia ise boykotun işçilerin işsiz kalmasına yol açacağıdır. Bu iddia oldukça tutarsızdır. Geçmişte (2008 ve 2009) Başbakan Erdoğan, birkaç ay önce Cumhurbaşkanı Erdoğan çeşitli boykot çağrıları yaptı. Bir çok sendika yakın tarihlerde sendikal ve siyasal nedenlerle boykota destek oldu. Bu boykotlar işçilerin işsiz kalması riski taşımıyor muydu? Boykotlar ekonomik etki yaratır, grevler de öyle! Ama hiç kimse yaratacağı ekonomik etki nedeniyle bu hakların gerektiğinde kullanılmasına karşı çıkmaz. Boykottan etkilenen şirket fiyat, hizmet ve satış politikalarını değiştirir. Olur biter. Gerisi demagojidir. Dahası yayın hayatları boyunca işçi eylemlerini, hak arayışlarını görmezden gelen bazı medya kuruluşlarının boykot vesilesiyle “işçici” kesilmesi pek manidardır.
BİRLEŞİK-BARIŞÇIL TOPLU EYLEM!
Boykot yaygın toplumsal katılım sağlanan bir protesto eylemi oldu. Ancak sendikalar tarihlerindeki onca örneğe rağmen boykot konusunda atıl kaldı. Toplumsal etkileri ve yeni toplumsal hareketlerle bağları zayıf olan sendikalar böylesi büyük bir toplumsal vicdan hareketi karşısında sessizliğe büründü. Hatta bırakın boykotu desteklemeyi hukuksuz uygulamalar karşısında boykotun bir hak olduğunu bile söylemekten imtina ettiler.
Bu arada boykotun sadece kültürel-ideolojik bir tutumdan ziyade fahiş fiyatlardan canı yanan dar gelirli kesimlerin protestosuna dönüşmesi çok önemli. Enflasyonun en önemli sebebi fahiş şirket kârları ise bu şirketlerin boykot edilmesi, boykotun kültürel-ideolojik bir alana sıkışmaması ve sosyal bir hareket olması son derece önemli.
19 Mart sonrasında yükselen toplumsal protestolarla birlikte sık sık “genel grev” de gündeme geliyor. Ancak 19 Mart sonrası toplumsal muhalefet hareketi gösterdi ki geleneksel sendika hareketinin örgütsel kapasitesi ve zihniyeti bundan hayli uzaktır. Dahası maalesef geleneksel kurumsal sendika hareketi yükselen toplumsal muhalefetin dinamikleri arasında değil. Hak ve adalet arayışının toplumsal dinamiklerini doğru okumak önemli. Uzun ve detaylı sebepleri var (ve bunlar ayrıca ele alınmalı) ama bugünkü şartlarda “genel grev” söylemi ve çağrısının sınıfsal ve örgütsel karşılığının olduğunu söylemek maalesef mümkün değil.
Barışçıl toplu eylem hakkı ve onun bir parçası olan boykot Türkiye tarihinde hiç olmadığı kadar yaygın ve meşru bir hâl aldı. Olmayacak duaya “amin” demek yerine hukuk ve adalet, seçme seçilme, adil yargılanma hakları için Anayasa ile güvence altına alınan barışçıl toplu eylem hakkını savunmak, çoğaltmak ve birleşik bir toplumsal muhalefet hareketi yaratmak dönemin asli görevidir.