Türkiye ve Arjantin için kriz ikizleri deniliyor. Bundan dolayı hepimiz üzüntü duyuyoruz. 2001 yılında da iki ülke ağır kriz yaşadı. Bu gün Arjantin’de İMF desteğine rağmen kriz devam ediyor.
Son iki yıldır, ekonomik istikrar açısından dünyadan ayrıştık. Ağır bir istikrar sorunu yaşıyoruz. Elbette bu sorunu da aşacağız … Ancak bir istikrar programı olmadığı için kısa zamanda aşmamız da maalesef olası görünmüyor.
Türkiye 1982’li yıllarına kadar Güney Kore’den daha gelişmiş bir ülke idi. 1980 yılında bizde fert başına GSYH 2261 dolardı. Güney Kore de ise 1711 dolardı. Bugün 2018 yılında Güney Kore’de fert başına GSYH 30060 dolar bizde ise 9632 dolardır.
1957 de bağımsızlığına kavuşan ve nüfusunun çoğu Müslüman olan Malezya’ da 1990 da fert başına GSYH 2300 dolardı. Bizde daha yüksek; 2981 dolardı. Bu gün ise Malezya’nın 2018 fert başına GSYH ‘sı 11400 dolar olarak daha yüksektir.
Bu gün yaşamakta olduğumuz uzun dönemli durgunluk geçmişte yaşadığımız krizlerden çok farklıdır. Geçmişte yaşadığımız krizlerin bir kısmı dışarıdan geldi. 1929 dünya buhranı, 1977-78 ikinci petrol krizi, 1997 Güney Doğu Asya krizi , 2008-2009 dünya finansal krizi, bizi de etkiledi.
1958 dış borç temerrüdü ve moratoryumu, 1994 finansal krizi, 2001 krizi ve bu gün yaşamakta olduğumuz durgunluk, kendimize özgü ve yanlış politikalardan kaynaklanan krizlerdir. Yaşamakta olduğumuz dahil bütün krizler döviz kuruna yansımıştır. Aslında her ülkede ve her krizde milli paraya olan güven düştüğü için, doğrudan idari kararlara veya dalgalı kur varsa piyasa tarafından devalüasyon yapılır.
Türkiye de ister siyasi ve isterse ekonomik nedenlerle olsun üretici ve tüketicinin güven kaybı bu krizleri tetiklemiş ve derinleştirmiştir.
Güven sorunu bu gün daha etkildir. Demokrasi, hukukun üstünlüğünde geri düşmemiz güven kaybını artırdı.
Öte yandan bu krizlere siyasi iktidarların yanlış ekonomik kararları etkili oldu. Bazı örnekler vermek gerekirse; 1950 yılında iktidar olan Demokrat Parti, TL ile ithalat serbestisi getirdi. İthalatçı TL’ yi Merkez Bankası’na yatırıyor, dövizi Merkez Bankası buluyordu. İthalatçı zenginler oluştu. 3 yıl sonra sistem terkedildi. Ancak Türkiye 1958’de dış borçlarda moratoryuma gitmek zorunda kaldı.. O zaman Merkez Bankası döviz rezervleri yetersizdi. Dolayısıyla bu karar yanlıştı.
1963 – 1980 arasında uygulanan ithal ikamesi politikası kademeli olarak terk edilmeliydi. Uzayınca ve ikinci petrol krizi de çıkınca 1977’den sonra döviz sorunu ortaya çıktı.
1980 darbesinden sonra Türkiye rahmetli Özal yönetimde çok hızlı dışa açıldı. Çok hızlı konvertibiliteye geçti. Sonrasında küreselleşmeyi en fazla benimseyen bir ülke olduk. Gerçekte ise teknolojimiz gelişmemişti. Sermaye birikimi yetersizdi. Devlette eğitimde kurumlaşmayı sağlayamamıştık. Gelişmiş ekonomilerle aynı standartlarla dışa açılınca, onlarla rekabet edemedik. Dışa açılma aşamalı ve planlı yapılmalıydı.
1990’lı yıllardan başlayacak dünya özelleştirme furyası yaşadı. Dünya piyasanın etkin çalışması ve kaynakların daha rasyonel kullanılması için özelleştirme yaparken, biz bütçe açıklarını kapamak için özelleştirme yaptık… Kamu altyapı yatırımları ve kamu tekelleri özelleştirildi. Piyasa tekelleri oluştu. Oligopol piyasa oluştu ve kaynak verimliliği düştü. Oysaki kamu tekelleri yerinde kalacaktı, diğer özelleştirme gelirleri de altyapı yatırımlarına tahsis edilecekti.
AKP iktidarlarından sonra kontrolsüz sıcak para spekülatif sermaye girişi hızlandı. Kur baskısı oluştu. 2007 yılının sonunda TL döviz sepetine karşı yüzde 28 oranında daha değerli idi. TL’nin değerli olması, içerde pamuk ve iplik gibi aramalı üretimi ithalatla rekabet edemedi. Üretim ithal aramalı ve hammaddeye bağımlı oldu. 2018 sonuna kadar Türkiye 550 milyon dolar cari açık verdi. Toplam dış borç stoku da 470 milyon dolara çıktı. Türkiye net dış borç ödeme çaresine gidildiğinde, yurt dışına net kaynak çıkışı olacak ve ülke yoksullaşacak. Gerçekte 2002 sonrası spekülatif sermaye giriş ve çıkışı kontrole edilmeliydi.
Yine, siyasi popülizm kaynakların çar-çur edilmesine neden oldu. Eskiden de kamu kaynaklar siyasi popülizm amacı olarak kullanıldı. Söz gelimi 1980 öncesi gazetelere kağıt tahsisi; devlet kaynakları ile yapılan bir nevi popülizmdi. Bu gün çeşitli adlarla bütçeden ve bazı büyük şehir belediyelerinden para dağıtılıyor.
Bu gün devlet doğrudan konut ticaretine girdi. İnşaat sektörü şişti. Devlet bu yolla doğrudan rant yaratı. Piyasa da özel sektöre karşı haksız rekabet oluştu. Sürdürülebilir büyüme için sektörler arasında koordinasyon ve denge gerekir.
Özet sonuç olarak, demokrasi talebimiz düşüktür ve popülizme kolay geçit veriyoruz.