Bu hafta başında ulusal gelir istatistikleri sessiz sedasız yayımlandı. TÜİK’in tahminlerine göre 2013 yılında Türkiye ekonomisi yüzde 4 büyüme kaydetti. Büyümenin kaynakları üzerine yapılan değerlendirmeler, ulusal ekonominin özel tüketim harcamaları ve kamu yatırımlarının ağırlıklı olarak büyüdüğünü gösteriyor.
Bu hafta başında ulusal gelir istatistikleri sessiz sedasız yayımlandı. TÜİK’in tahminlerine göre 2013 yılında Türkiye ekonomisi yüzde 4 büyüme kaydetti. Büyümenin kaynakları üzerine yapılan değerlendirmeler, ulusal ekonominin özel tüketim harcamaları ve kamu yatırımlarının ağırlıklı olarak büyüdüğünü gösteriyor. Özel sabit sermaye yatırımlarının büyümeye katkısı neredeyse sıfır; kamu yatırımlarının ana kalemi ise kamu inşaatından gelmekte.
İhracatın da büyümeye katkısının söz konusu olmadığı ve dolayısıyla ekonominin iç (tüketim) talebe dayalı olarak büyüme gösterdiği anlaşılıyor. Zaten 64.9 milyar dolarlık dış açık (cari işlemler açığı) ile kamçılanan bir ekonomide, büyümenin ana kaynağının “iç talep” unsurlarına dayanmış olması kaçınılmaz gözükmekte. Büyümenin giderek daha fazla cari işlemler açığı gereksinimini duyuyor olması ise ulusal ekonominin en büyük çözümsüzlüğü ve ana kırılganlık noktası.
Bu satırlarda sıkça dile getirdiğimiz yorumumuz, Türkiye’nin mevcut kırılganlık ve dış bağımlılık sorunlarının birdenbire oluşmadığı; sorunların yıllarca sürdürülen neoliberal muhafazakâr ekonomi politikalarında yattığı yönündedir. Bu bakımdan da 2013’ün büyüme yapısı “dış kaynağa dayalı orta halli büyüme” sorununun giderek daha da derinleşmekte olduğunu belgelemektedir. Bu tespiti genelleştirmek için Türkiye ekonomisinde büyümenin 2013’teki kaynaklarını, küresel krizden bu yana gözlenen kaynaklar ile karşılaştırmayı düşünebiliriz. Aşağıdaki tabloda böylesi bir çalışma sunuyoruz.
Türkiye 2008’den 2012’ye, krizin öncesi ve sonrası da dahil, birikimli olarak yüzde 15.4 büyüme gösterdi. Bunun yüzde 8.1’i özel, yüzde 2.2’si de kamu olmak üzere neredeyse üçte ikisi “tüketim” harcamalarına dayanmaktaydı. Yatırımların katkısı yüzde 5 civarında iken, net ihracatın (ihracat eksi ithalat) katkısının da küçük, ama pozitif yönde olduğu görülmekteydi. Oysa 2013, yatırımların ve ihracatın katkılarının artık söz konusu olmadığı ve ekonominin iç tüketim ve stoklarda birikime dayalı bir konjonktürel büyümeye dayanmaktadır.
Ekonominin dış kaynak girişine bağımlılığı sorunu, en çarpıcı olarak “üretkenlik” kayıplarında kendini göstermektedir. Çok kaba ancak doğrudan bir hesaplamayla, 2008 ile 2013 Türkiyesi’nde işçi üretkenliğini karşılaştırır isek 2008’de çalışan başına üretilen reel ulusal gelirin (sabit 1998 fiyatlarıyla) 4.809 TL olduğunu; ve bu rakamın 2013’te 4.795 TL’ye gerilediğini görebiliriz.
Ulusal ekonominin dış kaynak bağımlılığı ve kırılganlığı üzerine son bir veri daha sunalım: Türkiye’nin ulusal geliri 2012’den 2013’e dolar bazında 34 milyar dolar artmıştır. Oysa 2013’ün sadece ilk dokuz ayında dış borçlarımızdaki net artış 35 milyar dolardır. Veriler geldikçe, Türkiye’nin 2013’te de tüm 2008 sonrasında olduğu üzere, dış borçlarındaki artışın ulusal gelirin atışından daha hızlı olacağı gözükecektir. (2008-2012 arasında ulusal gelir toplam 44 milyar, dış borçlar ise 54 milyar dolar artmış idi).
Borçlanmaya dayalı tüketim harcaması sayesinde büyüyebilen bir ekonomi… İktisaden değişen bir şey yok; gördük ki siyaseten de böyle…