BÜYÜMESİZ İSTİHDAM
Türkiye ekonomisi 2001 krizi sonrasında 2008’e değin yüksek bir büyüme konjonktürü içindeydi.
Türkiye ekonomisi 2001 krizi sonrasında 2008’e değin yüksek bir büyüme konjonktürü içindeydi. Temelde yurtdışından sermaye girişlerine dayalı ve dış borç yaratan öğeler içeren bu dönemin ana özelliklerinden birisi de işsizlik oranının yüksek seyretmesiydi. Söz konusu dönemde ulusal gelir reel olarak yılda ortalama yüzde 7.8 büyümüş iken, işsizlik oranı yüzde 10 platosunda çakılıp kalmış idi. Yüksek büyüme hızına karşın, Türkiye ekonomisinde yeterince istihdam yaratılıp işsizliğin düşürülememesi nedeniyle bu dönem “istihdam dostu olmayan büyüme” ya da kısaca “istihdamsız büyüme” diye anılageldi.
İstihdamsız büyüme olgusunun aslında sadece Türkiye ekonomisine özgü olmadığı; küresel kapitalizmin içine düştüğü yapısal bunalımı aşmak için giderek daha çok robotik ve otomasyona ve bir yandan da işgücünün enformalleştirilmesine, emeğin kalitesizleştirilmesine ve kayıt dışılığa itilmesine neden olan süper sömürüye dayalı sermaye birikim sürecine dayandığı sıklıkla dile getirilmekteydi. Ancak, istihdamsız büyüme sürecinin Türkiye’ye özgü koşulları da kuşkusuz önemliydi. Bunlar arasında en önemli olgu, 1980 sonrasında izlenen neoliberal programın ulusal sanayi yapısının dikey ve yatay bağlantılarını tahrip ederek, Türkiye’yi bir ucuz ithalat ve ucuz işgücü cennetine çevirmesi olarak dile getirilmekteydi.
Bu çarpık yapı sürecinde Türkiye’de milli gelirin büyümesi hızlanırken, istihdamda yeterince kazanım sağlanamadı. İktisatçılar, milli gelirdeki artışın, istihdamda ne kadar artışa neden olduğunu ölçmek için istihdamın milli gelir esnekliğini hesaplarlar. Aşağıdaki tabloda 2000 öncesi ve sonrasında Türkiye’de milli gelirdeki yüzde 1 artışın, istihdamda yüzde kaç artış ile ilişkilendiği sergilenmekte.
Hesaplamalarımız bilinen gerçeği bir kez daha nicel olarak belgeliyor. 2000 sonrasında gerek tarım, gerekse tarım dışı sektörlerde milli gelirin istihdam yaratma kapasitesi sert bir biçimde yavaşlamıştır. Hatta, tarımda bu ilişki tersine dönmüş; tarımsal üretim artışı, tarım istihdamının azalışı ile eş anlı seyretmiştir. Öyle ki, tarımsal istihdam 2004 yılında 5 milyon 713 bin kişi iken, 2007’ye gelindiğinde 4 milyon 867 bine inmiş idi.
Verileri yorumlama olanaklarımız 2008 kriziyle zorlanıyor. 2009 krizinden sonra “toparlanma” sürecinde Türkiye’de tarım sektöründe çalışan sayısında hızlı bir artış başlıyor. Öyle ki, 2008 ile 2011 arasında toplam çalışan sayısındaki 2 milyon 916 bin kişinin, yüzde 40’ı tarımsal istihdam olarak gözüküyor. Ekonominin büyüme hızının yavaşladığı 2012’nin ilk yarısında da tarımsal istihdam artmaya devam ediyor ve hizmetler sektöründeki artışlar ile birlikte işsizlik oranının yüzde 8’e değin gerilemesine yol açıyor.
Büyüme hızının yavaşladığı bir ekonomide, çalışan sayısının bu denli artması ekonominin kuramsal gerçekleriyle kolay açıklayamayacağımız bir gözlem. Ancak verilerden 2008 öncesinde -1.66 olan tarımsal istihdam-büyüme esnekliğinin, 2010’da 3.35’e; 2011’de 1.38’e sıçradığını hesaplıyoruz.
Tarım sektöründeki istihdam ve büyüme arasındaki 2008 öncesi eğilimleri tamamen tersine çevirerek, sektörü hızla bir “çalışanlar deposu” haline dönüştüren bu mekanizmanın iktisadi tek bir açıklaması olabilir: Tarım sektöründe işçi üretkenliğinin hızla gerilemesi. Bu savı resmi veriler ile sorguladığımızda, tarım sektöründe çalışan işçi başına üretilen katma değerin (sabit 1998 fiyatlarıyla) 2008’de 1.850 TL’den, 2011’de 1.670 TL’ye gerilediğini görüyoruz. Dolayısıyla, 2011’de tarım sektöründe aynı işi yapmak için şimdi yüzde 17 kadar daha fazla işçiye gereksinim duyulduğu anlaşılıyor.
“Büyüme” ve “üretkenlik” iktisatçıların çok iyi açıklayamadıkları konular olarak bilinir. Hatta, bu yüzden büyüme iktisadının önemli isimlerinden MIT profesörü Robert Solow, “üretkenlik” hesabını “iktisatçının cehaletinin nicel bir göstergesi” olarak yorumlar.
Bir şeyi iyi açıklayamadığımız kesin.