ÇALIŞMA MECLİSİNDE İŞÇİNİN HALLERİ
1949’dan bu yana yapılan Çalışma Meclisi toplantılarının 10’uncusu 9 yıl aradan sonra Bilkent Oteli’nin konferans salonunda topladı. Kendi anlatımından öğrendiğimize göre her yıl toplanması gereken Meclis’in bu kadar uzun bir aradan sonra toplanmasını Çalışma Bakanı Müsteşarına borçluyuz. Anlaşılan kendileri göreve gelince gönlü bu tabloya dayanamayıp lütfetmiş.
1949’dan bu yana yapılan Çalışma Meclisi toplantılarının 10’uncusu 9 yıl aradan sonra Bilkent Oteli’nin konferans salonunda topladı. Kendi anlatımından öğrendiğimize göre her yıl toplanması gereken Meclis’in bu kadar uzun bir aradan sonra toplanmasını Çalışma Bakanı Müsteşarına borçluyuz. Anlaşılan kendileri göreve gelince gönlü bu tabloya dayanamayıp lütfetmiş.
Başbakanın katılacak olmasının yarattığı olağanüstülük, yoğun polis ve koruma katılımından ötürü toplantının asıl sahibi olan sendikacıların yer bulamamasıyla kendini gösterdi. Aynı kalabalık zevat ve dinleyici topluluğu başbakanın ayrılmasıyla birlikte “asıl işlerinin” başına döndüler ve toplantıdan ayrıldı.
Konferans salonunun ağırlıklı görünümünün kravatlı erkeklerden oluşması hem çalışma hayatının sorunlarını yaşayan işçilerin katılım yoksunluğuna hem de çalışma hayatında daha çok olmaları “arzu edilen” kadınların nereye koyulduğuna dair bir fikir veriyordu. TOBB’dan TİSK’e çalışma hayatının egemen güçlerinin temsilcisi örgütler varken kamu emekçileri sendika konfederasyonlarının olmayışı çok izahı mümkün bir durum gibi gözükmüyordu.
Programdan farklı olarak başbakanın toplantının başlangıcında konuşup ayrılması kimi çevrelerce başbakanın konuşmalara yanıt vermek zorunda kalmanın yaratacağı güçlüklerden sıyrılmanın bir hesabı olarak değerlendirildi. Salondan kimi konuşmacılara yapılan işçi müdahaleleri bu ihtimali güçlü kılmaktaydı. Nitekim bir taşeron işçisi sağlık emekçisinin çıkışı, bakanı rahatsız etti ki tekrar söz alarak yanıt vermek ihtiyacını duydu. Polemik konusu; asgari ücret üzerine bakanın geçmişteki sözlerine işçinin haklı tepkisiydi. “Asgari ücret yeterlidir demedim, sosyal koruma ücretidir” vb. diyen bakana zamanında dediği “peynir zeytin ekmek yenilerek geçinilip gidilir” mealinden sözlerini hatırlatan olmadı.
5 MİLYON İŞÇİ TİS’SİZ KALIYOR
Bakan her konu başlığında konuşmasını başbakana hitaben yapıp, sunulan rapor ve sonuçlardan kendisini bilgilendireceğini ve gereğini ondan bekleyeceklerini belirtirken sanki tek bir muktedirin iki dudağı arasından çıkacak kelamın çalışma hayatına yön vereceğini söyler ve de bekler gibiydi. Ancak kabul etmek gerekir ki bakanından başbakanına sermaye örgütleri sözcülerine ağızlarından çıkan ve sık kullanılan sözcükler “diyalog, uzlaşma, işbirliği, çatışmasızlık, empati yapma” ve hep duyduğumuz aynı gemideyiz masalı idi. Bu geminin güvertesinde zengin işverenler kamaralarında ise işçiler ve taşeronlar olduğu bir işçinin isyan eden haykırışında yer aldı.
Meclisin ele alacağı konular 6 başlıkta toplanmıştı ve bunlar tahmin edileceği gibi işverenlerin dönüp dönüp dayattığı kıdem tazminatı, taşeron çalışma ve özel istihdam bürolarıydı. Bakanlık; bu meclis toplantısıyla tarafları uzlaştırmak ve kamuoyu oluşturmak niyetindeydi ancak görünen o ki Hak-İş dışındaki işçi konfederasyonlarından duymak istediklerini duyamadı, duyamayacak gibi de. Çalışma Bakanı iş cinayetleri, sendika barajları, kiralık işçi kurumu, istihdam büroları, taşeron çalışma gibi alanlarda kendince rakamlar vererek iddiaları savuşturmaya çalıştı. Son yasayla 50 sendikanın barajı aşmış görüntüsüne DİSK’ten verilen yanıt barajın devam etmesi halinde 5 milyon işçinin TİS’siz kalacağı şeklindeydi.
KADIN EMEĞİNİN SÖMÜRÜSÜ
Kadın istihdamının artırılmasında yüzde 20’lerden yüzde 30’lara çıkma hedefinden söz eden TİSK başkanı gebelik izninin artırılması girişimlerinin kendilerine danışılmadan yapılmasından şikayetleniyordu. Bakan da kadın emeği sömürüsünün yeni biçimleri olacak esnek çalışma modellerini uygulamanın, kadını çocuk bakmak üzere eve göndermenin ve yerine geçici işçiler koymanın hesabı içinde olduklarını adeta itiraf ediyordu. Çocuk bakımı ve yetiştirilmesinde toplum adına kamunun görevi ve işverenlerin kreş vb. sorumluluklarını hatırlatan yine işçi konfederasyonlarının temsilcileri oldu.
“Çalışanların hakkını koruyan aynı zamanda müteşebbislerin rekabet gücünü artıran bir denge tutturmak”tan söz eden bakana birilerinin hayatta bunun mümkün olamayacağını, uzlaşmaz çelişki ve sömürü ilişkileri içindeki karşıtlığın ve de açgözlü sermayenin bu dengenin kefesini bozacağını söylemesi gerekiyor. Ama onlar yani başbakanın temsil ettiği siyaset, emek sermaye ayrımını bir kenara koyup “yol arkadaşlığı”nı telkin etmekteydi. Hatta işçi memur ayrımını da terk edip artık hepsini “çalışanlar” olarak adlandırmanın doğru olacağı salık verildi. (Bu sözleri duyduğumda bir zamanlar çalışanların ortak sendika yasasını savunan solcu arkadaşlar aklıma geldi nedense!)
YASAK MAZERETLERİ
İşçilikten işverenliğe kendi çalışma hayatından kesitler sunarak konuşan başbakan sözde 76 milyona eşit mesafedeydi. Bir zamanlar grev isteyenleri suçlayan başbakan şimdi demokratik haklardan, grev gibi yollardan söz ederek “şiddetsiz” bir hak kavgasına işaret ediyordu! Sanırım herkesin dikkatini çeken şey, başbakanın özellikle Gezi eylemlerinden sonra kafasına bu şiddet konusunu çok taktığı ve her konuşmasında yer vermesi. Ancak bu toplantıda da kendi siyasetlerinin bir sunum alanı olması hasebinden hareketle son zamanlardaki terör nitelikli saldırılara atfen bir kez daha muhalefet vekillerini nerdeyse isim vererek hedef göstermesi bir ölçü ölçüsüzlük tartışmasını akıllara getiriyor.
Unutulmayacak bir husus da 2003’te hükümet olduklarında halka vaatlerinin içinde olan “yasaklar”ı kaldırmanın mümkün olamadığının itirafıydı. Ama heyhat yine suçlu olanlar buna karşı direnç gösterenlerdi! Uzlaşma ve diyalogun zorunluluğundan söz ederken “dayatmacılığın” olmayacağını söyleyen başbakana bu içinde bulunduğumuz Kürt sorunu çözümü meselesinde halkın taleplerine karşı kendi anlayış ve çizgilerini dayatmaları çelişkisini hatırlatmak yerinde olacaktır. Bu arada işveren temsilcilerinin bolca “Türk işçisi, sanayicisi” vb. vurguları bir kez birlik beraberlik bahsinde Türk, Kürt diyerek konuşmasıyla farklılık gösterdi. “İşçisiz biz bir şey değiliz” diyen patronlar ya da her şeyi “insan olmaya” bağlayan iktidar siyasetçileri işçi emekçi karşısında ne kadar buna uygun davranıyorlar derseniz ortada olumlu tek bir şey görülmüyor.
PATRONLARA CEVAP
Esneklikten işçinin “kayış kopma” noktasına geldiğini söyleyen DİSK, rakamların “iyi olmadığını” söyleyen Türk-İş, hükümeti ve patronları uyaran bir tutum içindeydiler. Özellikle sendika uzmanları sermaye temsilcilerinin yalana dayalı dayanaklarını çürütmek açısından oldukça başarılı bir sunum gerçekleştirdiler. Belli ki TİSK kendi yetiştirip eğittiği işçiyi en ucuza mal etmenin hesabıyla kıdem tazminatından kurtulmanın, en azından şimdilik daha az ödemenin hesabı içinde. Bunu kabul ettirmenin bir oyunu olarak kazanılmış haklara dokunmayıp yeni işçilere bunların uygulanacağını söyleyen sermaye sözcülerine, o hakların emekçilerin çocukları ve torunlarının gelecek yaşamları için bedel ödeyerek kazanıldığı hatırlatması ve bir kez daha “dokunmanın” genel grevle yanıt bulacağı ifadesi adeta bir şamar niteliğindeydi.
Bir söz de iktidarın ceberutluğuna göndermeydi. Feniş Alimünyum işçilerinin örneğinde olduğu gibi alacak ve kıdem tazminatları açıkta kalan işçilere çözüm yolu olarak gösterilen fon yerine, sokaklarda emekçilere şiddet kullanarak kahramanlık gösteren devletin sermayeden işçi alacaklarını koparmadaki acizliğinin hesabı soruldu ve işçi alacaklarına devlet güvencesi istendi. İzlenecek yol açık ve basitti: devlet işçilere tazminatlarını işsizlik ya da ücret fonundan ödeyecek sonrada işverenin yakasına yapışacaktı. Öyle ya kamu gücü olmak; sosyal, hukuk devleti vs. laflarına layık olmak bunu gerektiriyordu! İşçilerin parlamentodaki temsilcileri olarak verdiğimiz yasa önergesi de benzer bir yolu gösteriyordu. Sonuç olarak toplantının gösterdiği şey, egemenler henüz işçilerin kıdem haklarını gasp edecek “olgunlaşmış” bir ortamı bulamayacaklar gibi.