CAN KURBAN BÖYLE ‘KAPİTALİST’E
Nasıl bir dolmuşsak toplum olarak…
Vicdanımızın bile susturulması nasıl boğmuşsa hepimizi…
İçimizden geçenlerin sesli söylenmesi bile kazanılmış bir zafer artık mahallemizde!
Nasıl bir dolmuşsak toplum olarak…
Vicdanımızın bile susturulması nasıl boğmuşsa hepimizi…
İçimizden geçenlerin sesli söylenmesi bile kazanılmış bir zafer artık mahallemizde!
Aslen fark yaratan hiçbir tarafı olmayan; Türkiye’nin herhangi bir bölgesinde, herhangi bir evde, herhangi bir bakkal dükkanında, fırında, kadınlar arasında, erkekler arasında, annemizin, anneannemizin, teyzemizin, halamızın, dedemizin, dayımızın ağzından da duyabileceğimiz, hayatımızın bir anında illa kulağımıza çalınmışlığı bulunan cümlelerden oluşan bir reklam filmi, yetti kenetlemeye bizi.
***
Bir boya firması, sair zamanda Türkiye’de hiç de öyle aman aman bir değer atfedilmeyen "8 Mart Dünya Kadınlar Günü" vesilesiyle -literatürde ‘reklam filmi’ ama ben öyle demek istemiyorum- bir kısa film, hatta kısacık film çekti.Sıradan insanlara, amcalara, teyzelere, abilere, ablalara, sıradan cümleler söyletti:
– Aslında kız çocuğunu okutacan (okutacaksın)…
– Okuucik (okuyacak) benim kızım…
– O daha çocuk…
– 10 tane küyü (köyü) verseler vermem kızımı…
– İki canlı; yazık değil mi?
– İçinde merhamet olan yapar mı?
– Çalışın kendi paranızı kendiniz kazanın, kimseye de muhtaç olmayın.
-Her şeyimi Atatürk’e borçluyum.
Küçük yaşta zorla evlendirilen kız çocuklarından, şiddete, yaşam tarzına müdahaleden, eğitim hakkının engellenmesine; kadına dair her türlü haksızlığa, eşitsizliğe, zulme atıf var böyle uzayıp giden, basit fakat gerçek cümleler dizisinde.
Bir de slogan bulmuşlar:
Anca beraber!
Ve bunu ötekileştirmeyen, bir "düşman" algısı yaratıp ona karşı kutuplaştırmayan, kin gütmeyen, nefret içermeyen, öfkesiz;
Olanı, olduğu gibi, hayatta bulduğu karşılıkla aktaran, gösterişsiz, sade bir dille söylemişler.
Nasıl sevdik…
Nasıl benimsedik…
Çünkü nasıl özlemişiz, özletmişler "anca beraber kanca beraber" diye omuz omuza vermeyi.
***
Baktım saldırı başlamış;
Vay efendim, kâr amaçlı ticari bir çalışmadan ibaret olan reklam filmine kurtuluş savaşı muamelesi yapılıyormuş da… Emekçi Kadınlar Günü kapitalizmde eritiyorlarmış da…
Önce şurada bir anlaşalım:
30 yıl önce olabilirdi belki ama bugün iktidar sahiplerinin kadını konumlandırmaya çalıştığı yere açıktan karşı çıkıp "Atatürk’ten taraf" olduğunu sezdiren hiçbir hamle, hiçbir firma için "ticari" değildir tam tersine "ticari risk" içerir.
Kapısına kilit vurulabilir, tepesine kayyım düşebilir vs…
Hele bir de aynı firmanın sahibi sosyal medya hesabına "Ağaç için HAYIR, Hayvan için HAYIR, Kadın saygınlığı için HAYIR, Özgür haber almak için HAYIR, İlim, bilim için HAYIR, Evlat için HAYIR" mesajını sabitleyebilmişse, ne kapitalizmi, sapına kadar bir kadının yüreğidir güdüleyicisi… Bir kadının Cumhuriyet’e minnetidir…
Sizi bilmem;
Ben "helal olsun" diyorum.
Emsal patronlar egemenlerin karşısında reveransla meşgulken omurgalı durabildiğin için "helal olsun" Gözde Akpınar!
Türkiye koşullarında "ateşten gömlek giymek" bu yaptığın ama olur da kişisel/kurumsal bir kârın da olursa, o da "helal olsun" sana!
***
FITRAT…
—Yok yok İsmail’in kitabı değil bu kez mevzu bahis; hani "hayır demek insan fıtratına uygun değil"miş.
Niye?
"Evet" demek üzere mi yaratıldı insan?
Kim/ne derse kabul etmek üzere mi yaratıldı?
Biata mı ayarlı yaradılışı?
Öyleyse… Misal Hz. Muhammed neden kazdırdı o hendekleri? Bıraksaydı Mekkeli müşrikler girip tarumar etseydi Müslümanların yaşam alanlarını?
Laf mı bu şimdi;
İnsan fıtratına uygun değil de hayvan fıtratında mı var ret, itiraz, mücadele? "Hayvan" mı demek oluyor bu "hayır" diyenlere!
Freni boşalmış kamyona döndüler…
Azıcık izan….
***
Yap bi güzellik Recep Başkan!
-Bursa’dan bildiriyorum:
Bursa’dayım…
Sıkıştırılmış İstanbul gibi olmuş buralar. Şehrin bir noktasından bir noktasına gitmek; hele de gün içinde, büyük mesele.
Yol yok bir kere.
Var olan daracık yolları da dahiyane projelerle daha da daraltmışlar; üst üste araçlar.
Ha bir de…
Öğrenciler kan ağlıyor be Recep Başkan!
Toplu taşıma ücretlerinin yüksekliğinden yakınıyorlar; bu bir.
Parasını verip binmeye kalksalar, ilk birkaç istasyondan sonra metroya binmenin mümkün olmadığını, otobüsle de trafik belasına derse yetişemediklerini söylüyorlar; bu da iki.
Önce bir indirim alalım.
Sonra mümkünse öğrenci ağırlıklı ara duraklardan boş kalkan ek sefer filan.
Sandık arifesi, sever Türk siyasetçisi böyle güzellikleri!