Türkiye de 1946 yılı demokrasiye geçiş yılıdır. Ne var ki bu geçiş halkta ve siyasilerde demokrasi kültürü oluşmadan üstten gelen bir harekettir. Bunun içindir ki o günden bu güne demokrasi başladığı noktanın da gerisine düşmüştür.
Türkiye gibi demokrasi kültürü olmayan ülkelerde demokrasi çok sık askıya alınabiliyor. Demokratik görünen sistemler çok hızlı otokrasiye dönüşebiliyor. Türkiye bunu 1950- 1960 döneminde yaşadı.
Aradan 42 sene geçti. 2002 yılından sonra da demokraside sorunlar yaşıyoruz.
1946 Türkiye genel seçimlerinde CHP 395, Demokrat Parti 66 ve bağımsızlar 21 milletvekili kazandı. Seçim Liste usulüne göre, adli denetim dışında, açık oy, gizli tasnif ve çoğunluk sistemi esasına göre yapıldı. Bu nedenle şaibeli seçim denildi.
Liste usulü veya aday esaslı blok oy sistemine göre her il bir seçim çevresi olmaktadır. Seçim çevresi olan ilden bir oy fazla oy alan, seçimin tamamını kazanmaktadır.
1950 seçimleri, 1954 ve 1957 seçimleri de Liste usulüne göre yapıldı.
1950 seçimlerinde DP oyların yüzde 55.2’sini aldı. Milletvekillerinin yüzde 85’ini çıkardı. 1957 seçimlerinde ise yüzde 50’nin altında, yüzde 47.87 sini aldı ve fakat Milletvekillerinin yüzde 69.5’ini çıkardı. 1957 seçimlerine katılım oranı yüzde 76.6 oldu. Katılanlara göre hesaplarsak, DP 1957 seçimlerinde toplam seçmenin yüzde 36.7’sinin oyları ile iktidara gelen bir parti, mecliste milletvekillerinin yüzde 69’5’ine sahip oluyor.
1957 seçimlerinde CHP de yüzde 41.9 oy almıştı ve fakat Mecliste sandalyelerin yüzde 29.2 ‘sine sahip olabilmişti.
Temsil kabiliyeti olmayan bu sistem, oy oranına göre çok orantısız sandalye getiriyor ve Türkiye gibi demokrasinin ve demokrasi kültürünün oluşmadığı toplumlarda çoğunluğu alan siyasi partiler ‘’milli irade ‘’ diye her türlü hukuksuzluğu ve antidemokratik uygulamayı yapma hakkını kendinde görebiliyor. Bu noktada siyasilerin iyi niyeti ve demokrasi anlayışı da önemli oluyor. Otokrasi eğilimi olan parti liderleri sistemi kötüye kullanabiliyor.
Demokrat parti baştan beri bir tepki partisi olarak iş yaptı. Halk arasında Cumhuriyet tarihinin en ağır kamplaşmasını yarattı : Vatan cephesi oluşturdu.
DP destekçilerinin isimleri devlet radyosundan düzenli olarak halka açıklanmaktaydı.
Ayrıca 1957 seçimlerinde devlet radyosu, muhalefet partilerine yasaklandı.
Nihayet TBMM bünyesinde sadece DP’li milletvekillerinden oluşan ve muhalefet ile basının eylemlerinin suç oluşturup oluşturmadığını inceleyen komisyon kuruldu. Bu komisyona mahkeme kararı olmadan muhalif milletvekillerini tutuklama yetkisi verildi.
Bu süreç 1960 darbesini getirdi.
Bana göre siyasette sürekli negatif enerji üreterek ve toplumu kamplaştırmaya dayanan seçim hesapları sürdürülemez.
2002 seçimleri de yüzde 10 baraj sorunu olduğu için 1950-1960 Demokrat parti dönemine benzer sonuçlar yarattı. 2002 seçimlerine katılım oranı yüzde 79.4 oldu.
AKP ‘nin aldığı oy oranı yüzde 34.28 oldu ve fakat meclisteki milletvekillerinin yüzde 67.1’ine sahip oldu.
Kabaca üçte bir oyla milletvekillleri ‘nin üçte ikisini çıkardı . Genel seçime katılmayan toplam seçmen üstünden hesaplarsak, AKP nin aldığı yüzde 34.28 oy oranı toplamda yüzde 27.1 ediyor. AKP ‘nin milli irade dediği işte bu sonuçtur.
2002 de CHP de oyların yüzde 19.39’unu aldı, milletvekillerinin yüzde 32.9’una sahip oldu.
AKP VE CHP seçime katılanların yüzde 53.67’sini, toplam seçmenin yüzde 42.61’ eder. Yani seçmenin yüzde 42.61 ‘i mecliste temsil edilirken, çoğunluğu yüzde 57.4’ü meclsite temsil edilmiyordu.
Bu sonuçlar yüzde 10 baraj siteminin ne kadar çarpık bir sistem olduğunu gösteriyor.
Yüzde 10 barajının iki gerekçesi vardı ;
Birisi DEHAP ‘ın ‘nin meclise girmesini önlemek. DEHAP VE SONRASI PARTİLER bu sorunu sonradan bağımsız seçilip mecliste gurup kurarak çözdüler.
Diğer gerekçe koalisyonların yürümediği şeklindeydi.
Türkiye hukukun üstünlüğünde geri düşünce, insan hakları ve siyasi özgürlükler açısından özgür olmayan ülke olarak ilan edildiğinde, yargı bağımsızlığının önemi anlaşılınca, koalisyonların ne kadar demokratik ve toplum için gerekli olduğu da anlaşıldı.