DÖVE DÖVE ZORLA, ÖLDÜRE ÖLDÜRE ZORBACA
2022 Dünya Kupası için hükümetin şantiye alanına çevirdiği Katar´da ölüm inşaatlarında haftada yaklaşık 12 işçi yaşamını kaybediyor.
2022 Dünya Kupası için hükümetin şantiye alanına çevirdiği Katar’da ölüm inşaatlarında haftada yaklaşık 12 işçi yaşamını kaybediyor. Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu ITUC’a göre hükümet ve inşaat patronlarının tavrı değişmezse 1,2 milyon göçmen işçinin çalıştığı inşaatlarda 2022 yılına kadar 4 bin işçi yaşama veda etmiş olacak.
Kuvvetle muhtemel büyük bir şaşa ile açılışının yapılacağı Dünya Kupası da 5 bine yakın işçinin kanıyla döşenmiş statta oynanacak. İşte bu böyle bir ‘kader’!
Bangladeş’te başkent Dakkka’da uluslararası tekeller için üretim yapan sekiz katlı Rana Plaza’nın yıkılmasıyla geçtiğimiz yıl 1129 işçi ezile ezile öldü. Ölen işçilerin yüzde 8o’inden fazlasını kadınlar oluşturuyordu; sağ kurtulan 80 işçi kol ve bacaklarını kaybetti, 600 işçi ağır yaralı olarak kurtarıldı. 200 işçi ise resmi olarak halen kayıp. Yıkılmadan bir gün önce duvarlarda ve kolonlarda meydana gelen çatlaklar nedeniyle müfettişler inceleme yaparken işçiler eve gönderilmiş ancak ertesi gün işe gelmezlerse bir aylık maaşlarının kesileceği söylenmişti. İşte bu da başka bir ‘kader’!
160 ülkeden yaklaşık 1500 delegenin katılımıyla gerçekleşen ITUC 3. Dünya Kongresi Almanya’nın Berlin kentinde şu saatlerde sonlarına yaklaşıyor. Binlerce işçinin, işçi temsilcisinin katıldığı, dünyada bir bütün olarak sendikal mücadelenin geleceğinin tartışıldığı toplantıya bu yıl işçi katliamları damgasını vurdu. Binlerde işçinin göz göre göre ölümünün ağırlığı düştü kongreye. Katar’dan kanlı tişörtlerle gelen, Bangladeş’ten yasını öfkesine taşımış, Türkiye’den ise taze acısı ve isyancı öfkesini Soma’dan getirdiği baretinin üzerine kazımış işçi temsilcileri seslendi tüm dünya işçilerine. Artık iş, aş, geçim meselesini aşan ağır bir sorun duruyordu işte sendikaların masalarında: bu ‘kader’ ne ise, ortadan derhal kaldırılmalıydı artık.
ITUC Genel SEKRETERİ Sharan Burrovv, elinde Soma’da öldürülen işçileri temsilen kanlı bir baretle çıktığı kürsüden geçtiğimiz yılın 1 Mayıs’ında kendisini gaz ve plastik mermiyle karşılayan bu ‘kaderin’ kurucularından T. Erdoğan’a şöyle seslendi: "Hem suçlusunuz hem de küstah."
ZORUNLU ÇALIŞMA, ‘ZOR İLE’ ÇALIŞTIRMA
Uluslararası Çalışma Örgütü, ILO’nun geçtiğimiz günlerde yayınladığı bir raporda söz konusu vaziyetin bir başka bilançocu şöyle sunuluyordu: dünyada 21 milyon insanın zorla çalıştırılıyor, bu yolla 150 milyar dolarlık kar elde ediliyor. İnşaat, sanayi ürünü imalatı, madencilik gibi sektörlerdeki zorla çalıştırma sayesinde elde edilen kar 34 milyar doları bulurken ormancılık ve balıkçılığı da içeren tarım sektöründe çalışanlardan elde edilen kar ise yaklaşık 9 milyar dolar gerçekleşiyor.
Peki, nedir bu zorunlu çalışma?
Otoriter ve baskıcı rejimlerde sosyo-ekonomik geriliğin yol açtığı atipik bir istihdam biçimi olan "zorunlu çalışma" veya zor ile çalıştırma, günümüz neoliberal düzenin üretim ilişkilerinde modern kölelik ile eş anlamlı. "Zorunluluk" ilişkisi bugün yoksullaşan emekçi kitleler üzerinde ucuz maliyet içgüdüsüyle, yoksulluk hatta aç kalma tehdidini arttıran düzen içinde inşa ediliyor. Otoriter rejimlere doğru gidildiğinde zorla çalıştırma biçiminin, bunu bir iktisat politikası aracı olarak kullanan devlet eliyle işçilere/emekçilere dayatılmakta olduğu görülüyor. Nitekim bu ilişki biçimi de bugün en acı şekliyle deneyim edildiği gibi ölüm saçıyor.
Nice zamandır bu köşede de birçok kez tekrarlandığı gibi Türkiye’de AKP eliyle inşa edilen ekonomik düzende düşük ücret-yüksek tüketim (iç talep) denklemi kuruludur. İşçilerin, emekçilerin alım güçlen ücretle değil, borçlandırmayla sağlanmakta; dışa bağımlı ekonomik düzende yaşamın her alanı paralı hale gelirken aynı zamanda pahalılaşmaktadır. Bu esaret üzerinden de "ne iş olursa yaparım" diyebilecek emekçi kitleler oluşturulmaktadır.
Bu tablo, bugün Soma’da diğer üretim faaliyetleri büyük oranda tahrip edildiği için madene gitmekten başka çaresi olmayan işçilerin ölüme yakın karın tokluğuna çalışmalarındaki gerçeği gözler önüne sermektedir. Özelleştirmelerle birlikte çalışma yaşamının artık neredeyse esası haline gelen taşeron çalıştırmanın anlayışı, zorla çalıştırma ilişkisinden doğar.
Tarihi, Türkiye madencilik tarihinde ‘Dilaver Paşa Nizamnamesi’ olarak anılan ve Osmanlı’nın enerji açığını gidermenin yolunu maden işçilerinin zorla, esaret koşullarında çalıştırılmasında bulduğu Mükellefiyet Yasası’na dayanır. Yasanın taşıdığı anlayış 2. Dünya Savaşı’ndan sonra savaş döneminin artan kömür ihtiyacı karşısında Zorunlu Çalışma Yasası adı altında devam eder.
1947’de kaldırılan bu yasanın bedelini birçok madende olduğu gibi Zonguldak Karaelmas madenlerinde gerektiğinde jandarma gözetiminde devletin zor gücüyle çalıştırılan havza köylüleri canlarıyla ödemişlerdir. Bugüne kadar binlerce işçinin yaşamına mal olan bu anlayış, birçok yasa altında devam ettirilmiştir.
Özü, halkın değil çarpık/dışa bağımlı ekonominin ihtiyaçları için işin kendisini sermaye için en yüksek mertebede kazanca dönüştürecek düzenin sağlanmasıdır.
Bugün Soma katliamıyla öne çıkan Rödovans işleyişinin özünde de bu anlayış yatmaktadır, devleti taşeronluğu yaygın bir istihdam haline getirmesinde de itici motivasyon bu anlayışın kendisidir.
Döve döve çalıştırma, üç kuruşa insan yaşamını değersizleştirerek çalıştırma, öldüre öldüre olsa da yine/ısrarla böylesi bir biçimde çalıştırma, velhasıl bugün Meclis’te peşi sıra AKP’nin geçirdiği torba yasalarından çıkan tek sonuç. Bu sonuçla doğrudan yüzleşenler ise geçinebilmek için ölümle yaşam arasında çaresizce tercih yapmak zorunda bırakılan işçiler. Tepede bu çaresizliği zalimce şantiyelerde, madenlerde kullanılmasına izin veren hükümet.
Elbette ölümlerin hesabı sorulmalı, failler cezalandırılmalı. Lakin ölümü sıradanlaştıran, kader diyerek kutsayan bu kafa hayatta kaldıkça, son verdiği hayatların sayısının da bir o kadar artacağı unutulmamalı.