Halkın “ekonomisi” kağıt üzerinde yazılan değil, çarşı pazarda yaşanılandır.
Hayat pahalılığı, kredi kartları borçları, işsizlik, geniş kesimleri mağdur etmektedir.
Sıcak paraya dayanmak, borca bel bağlamak, israf için ithalat; bizi buralara getirmiştir.
Orta direği eriten o arada moral değerleri de çürüten bu denklem ve bu düzen değişmelidir.
Ekonomiyi, artısıyla eksisiyle tartıya vurmadan, ilk ve son söz olarak şunu ifade ediyorum:
Üretim yatırımları, tasarruf, gelir ve vergi adaleti sağlanmadan, bu girdaptan çıkış yoktur.
Sözümüzü paylaştık, şimdi sayılara, göstergelere, verilere bakalım…
Ekonomi bürokrasisi, geçen yılın son çeyreğini, bu yılın Ocak ayı verileriyle akladı:
“Risk göstergesi düştü, borsa 120 binlerde, TÜFE 12,2 ve ÜFE 8,8 oldu” dediler ve eklediler;”Turizmde 34,5 milyar dolar bekliyoruz; Ocak ayında aylık 14,8 milyar ihracat hesaplıyoruz.”
Bu “artılara” 97,5’lik güven endeksini ve 62,5 milyon avroluk proje teşvikini de yazalım;
Buraya kadar yazdıklarımızın dolaylı vergi yükünü azaltmayacağını da unutmadan; ve – Bu denklem yenilenmeden, bu düzen değişmeden, kalıcı refah sağlanamaz gerçeğiyle- Ekonomi tablosunun vatandaşın mutfağında asılı olan arka yüzünü çevirelim; öyle bakalım…
Örneğin, enflasyon hesabında, gıda ve zorunlu tüketimin sepet içindeki payının artması gerekirken azaltılmaktadır, ancak,
Hayatın makası “rakamlarla süslenen ekonominin” ipliklerini kesip atmaktadır.
Halkın ekonomisi, eninde-sonunda tek gerçek olarak belirmektedir…
2019’da yüzde 1’i bulamayan bir büyüme tablosu, gelir, geçim ve tasarrufta sorun demektir.
Türkiye Kamu-Sen’in 2020 Ocak ayı araştırmasına göre, çalışan tek kişinin açlık sınırı 2,649 TL, 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 3,435 TL’dir.
Ortalama dört milyon TL alan bir memur, maaşının yüzde 62,35’ini gıda ve kiraya vermektedir.
Dikkat ediniz, çocukların eğitimi yok, bayramda “memlekete seyahat” yok, kitap, gazete yok!
Emeğiyle geçinenler, ‘geçinme gereğinin yarısı kadar alıyor’, geçindikleri paranın yarısı kadar da borçlanıyor!
Çarşı-pazar kasvetlidir; milyonlarca insanımızı “hayata bağlayan” asgari ücret 2,324 TL’dir.
Emeklinin asgari ücretin altında bir maaş aldığı, asgari ücretlinin açlık sınırının altında ücret aldığı bir piyasada,
Dolar milyonerlerinin sayısı artsa da; kentlerde renklilik, köylerde şenlik pek yoktur;
Ya ne vardır? Deyim yerindeyse “PTT vaziyeti!”: Yani, pijama, terlik, televizyon…
Buna karşılık, kenti ve köyü yaşam dolu, çarşısı-pazarı bereketli, fabrikalarının bacası tüten, ocağında aşı kaynayan, özellikle gençleri geleceğe umutla bakan bir Türkiye istiyoruz.
Böyle bir Türkiye, üretken yatırımlarla kurulabilir, gelir dağılımı adaletiyle korunabilir, sosyal devlet anlayışıyla sürdürülebilir.
Bu amaçla, ekonomide öncelik üretime ve insana verilmelidir…
Örneğin, 2020 yılı kamu yatırımlarına 77,1 milyar TL olarak ayrılan pay, daha çok, üretken yatırımlara yöneltilmelidir.
51 milyar 524 milyon 421 bin TL olan “Merkezi Yönetim yatırımlar bütçesi” içinde, ulaştırmaya eğitime yakın; karayollarına ise sağlıktan fazla pay ayrılmaktadır.
Oysa, genç nüfusumuzun eşitlikçi ve rekabetçi eğitim anlayışıyla yetiştirilmesi ve devletin, vatandaşına en kaliteli temel sağlık hizmetlerini ücretsiz vermesi hedefi öncelenmelidir.
Bütçeler, ana ve ara kalemleriyle, dağıtım/ harcama/gerçekleşme oranlarıyla, halkın yaşamını kolaylaştıracak, ekonomide büyümeyi istikrara kavuşturacak nitelikte ve nicelikte belirlenmelidir.
Geliri, gideri, bütçesi, maaşı, ücreti, sosyal haklarıyla insancıl bir düzen kurulursa, sosyal ve ekonomik yaşamımız canlanır, moral değerlerimiz yükselir, Türkiye’miz her açıdan gelişir…