IMF dahil uluslararası kuruluşlar, raiting şirketleri, raporlarında Türkiye’yi kırılgan ve riskli ülke olarak gösteriyorlar. Yetmedi bir de ‘finans medyası’ aynı şeyi yapıyor.
2017 yılı sonunda Business HT, temel risk parametrelerine göre finansal risk skoru yaptırdı.
Finansal risk hesabında: 1.5 yıllık CDS’ler, kısa vadeli mevduat faizi, para biriminin dolara göre değişimi, reel faiz oranları;
Ekonomik risk skoru hesabında: Millî gelir, işsizlik, cari denge;
Politik risk hesabında: İlgili ülkede şirket kurabilme hızı, vergiler, bürokratik süreç, kriter olarak alındı.
Çıkan sonuçlara göre en az riskli ülkelerin başında Japonya geliyor. En çok riskli ülkelerin başında ise, Arjantin geliyor. Türkiye ise en riskli ülkeler arasında beşinci sırada yer alıyor. (Aşağıdaki tablo.)
Bloomberg de; küresel ticarette artan korumacılık akımı, FED’in faiz artırım süreci ve petrol fiyatlarındaki artışın gelişmekte olan ülkelere etkisi açısından bir değerlendirme yaptırmış. En kırılgan ülkeler olarak, G.Afrika, Tayland, Türkiye, Polonya ve Tayvan sıralanmış.
Öte yandan 2018’de dolar karşısında en fazla değer kaybeden ülke paraları da sıralamasında Türkiye üçüncü sırada yer alıyor.
Venezuela’da ekonomik sistem tamamıyla çökmüş durumdadır. Bu ülkede dikta rejimi var. Dünyada gelişmekte olan ülkeler içinde Venezuela dışında nereden bakarsak bakalım, Arjantin, Endonezya, Brezilya ve Türkiye riskli ülkeler olarak görülüyor. Bu dört ülke içinde cari açığın en yüksek olduğu ülke Türkiye’dir.(Aşağıdaki tablo.)
1982 yılında dünya, Latin Amerika ülkelerinde başlayan bir dış borç krizi yaşadı. O zaman dış borç krizine giren 18 ülke içinde Türkiye yer almadı. Ayrıca, aksamalara rağmen Türkiye büyüyor.
Buna rağmen bugün neden her riskte ilk sıralarda yer alıyor?
Sorunun temelinde, uygulanmakta olan plansız-programsız ve günübirlik politikalar geliyor. Serbest piyasa ile kontrolsüz spekülatif piyasayı birbirinden ayırmak gerekir.
Siyasi iktidar ekonomiyi algı yönetimi, cin fikirler ve sloganlarla idare etmeye çalışıyor. Bugüne kadar sürekli yapısal reformlar denildi. Ancak gerçekte ekonomi yönetiminin yapısal reformların ne olduğunu dahi bilmediği anlaşıldı.
İkinci sırada cari açık sorunu geliyor. Cari açık bir aralar petrol fiyatlarındaki artışa bağlandı. Petrol fiyatları düştü ve fakat cari açık devam etti. Kaldı ki, Güney Kore ve Çin de petrol ithal ediyor. Onlarda neden cari açık yok ve tersine cari fazla var?
2012 yılına kadar, hukuk, yargı, demokrasi ve insan hakları konusunda bu kadar geri düşmemişti. O zaman da cari açık vardı.
Özet olarak; her şey ekonomiyi yönetmeye bağlıdır. Ekonomiyi iyi yönetirsen iyiye gider, kötü yönetirsen, özellikle popülizm ağırlıklı yönetirsen, kötüye gider.