Pandemi, Dünya ekonomisini vurdu. Bizde de etkili oldu, fakat zaten var olan yüksek işsizlik enflasyon gibi iktisadi istikrar sorunları ile birleşince negatif etkisi büyüdü.
Türkiye, genç-dinamik ve müteşebbis nüfusa sahip bir ülkedir. Zengin coğrafyaya sahiptir. Bu sorunu da atlatacaktır. Ancak önemli olan ekonomi yönetiminin doğru teşhis yapılması ve bu tablodan çıkış için inandırıcı önlemler almasıdır.
Ekonomi yönetimi; ”sanayi üretimi endeksi Haziranda Avrupa’da en hızlı artan endeks oldu” şeklinde açıklama yaparak moral vermek istiyor. Gerçekte insanların da muhakeme kabiliyeti var… Zira herkes biliyor ki en hızlı düşen elbette en hızlı çıkacaktır. Kaldı ki açıklanan TÜİK verilerine göre, sanayi, hizmetler ve inşaat sektörlerinde güven endeksi ve yine sanayi üretim endeksi Nisana göre arttı, fakat hala yılbaşının altındadır. Dahası zaten yılbaşında da güven endeksleri 100, yani güven sınırının altında idi.
Ekonomi yönetiminin algı yaratma üzerine kurulu politikaları bu günkü ekonomik istikrar sorununu derinleştiriyor. İktidar ortağı MHP’nin idam meselesini gündeme taşıması, iş aramayan işsizleri de katarsak yaklaşık 8,5 milyon işsiz (aileleri ile en az 15 milyon nüfus), 12 milyon yoksul (TÜİK verilerine göre 2018 yoksulluk oranı yüzde 14,5’tir), bankalara hayatlarını idame ettirmek için borçlanmak zorunda kalanlar, kur şokları nedeni ile ithalatı aksayan ilaçları bulamayanlar, kendi durumlarına bakarak gündemin farklı alanlara taşınmasından kaygı duyuyorlar. Aşırı kaygının panik yaratma riski var.
Eğer ekonomide panik olursa, herkes kendimi nasıl kurtarırım derdine düşer. Bankalara hücum olur… Bankalar batar… Karaborsa ve stokçuluk artar, kriz derinleşir. İnşallah iş paniğe kadar gitmez.
Ancak hükümetin de doğru teşhis yapması ve inandırıcı önlemler alması gerekir.
Bankalar, hem kendileri hem de ekonomi için istikrar sorununu tırmandıracak en büyük riski taşıyorlar
2018 kur şokunu yaratan nedenler arasında yabancı parmağı da var denildi. Bu alanda dış ilişkileri nedeni ile yabancı bankalar daha çok kullanılır. Arjantin’de 2001 krizinde yabancı bankalar kendilerini kurtarmak için bir gecede 31 milyar dolar yurt dışına transfer etmişlerdi.
Türkiye geçtiğimiz aylarda önce bazı yabancı bankalara swap sınırı getirmek zorunda kaldı. Sonra kaldırdı. Çelişkiyi biz yarattık… Yabancı bankalara imtiyazı biz verdik ve bankalar içinde yabancı payını yüzde elliye çıkardık. Yabancı bankalar elbette en çok Türkiye’deki yabancı bankalarla işlem yapar. Avrupa ülkeleri bizden daha mı akılsız ki yabancı bankalara sınır getirmişler.
Hükümetin kambiyo işlemlerinde komisyonu yüzde bire çıkarması, ”Yarın daha kısıtlayıcı kararlar gelir mi” diye, döviz tasarrufu olanları endişelendirdi. Bir yandan tam konvertibilite ve dalgalı kur sistemi uygulayan bir ekonomide diğer yandan bu tür dolaylı müdahalelerin endişe yaratmaması mümkün değildir.
Siyasi iktidar kamu bankalarını her seçimde popülizm için kullandı. KOBİ kredilerini ve tüketici kredilerini genişletti. Ne var ki güven sorunu olduğu için bu krediler yatırıma gitmedi. Tüketime, konuta, dövize ve altına gitti.
Bu gün KOBİ kredilerinde takibe düşen kredi oranı yüzde 7’yi geçti. Birçok büyük firma borçlarını yeniden yapılandırdı. GSYH’da daralma reel sektörün dönmeyen kredilerini artıracaktır.
Tüketici kredilerine gelince; bu krediler içinde hayatını idame ettirmek için zorunlu olarak kredi alanlar fazladır. Bunlar iş bulmadıkları için, kredi kartları ve tüketici kredilerinde de takibe düşen krediler artacaktır.
Kredi derecelendirme kuruluşu Standart and poor’s, Türkiye bankacılık sektöründeki sorunlu kredilerin önümüzdeki seneye kadar yüzde 20 seviyesini aşacağı tahmininde bulundu. Bu duruma sebep olarak ülkenin içerisinde bulunduğu ekonomik daralma ve liradaki değer kaybı gösterildi.
Belki Standart and Poor’sun dediği kadar olmaz ve fakat takipteki kredilerin artacağı açıktır.
Bu şartlarda genel olarak yapılması gereken ekonomide doğru tespitler yapmak ve inandırıcı önlemler almaktır. Bankalardaki mevduata ise yüzde 100 devlet güvencesi getirmektir.